OLMUYOR, OLAMIYOR…

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 AKP iktidarı döneminde, Türk dış politikası bir türlü dikiş tutmuyor…1 Mart 2003`deki ” Tezkere ” savurganlığından sonra, kantarın topuzu öylesine bir kaçtı ki, tutabilene aşkolsun… O tarihi hatanın perde arkasınıi biraz aralayınca, halkı müslüman olan bir ülkeye ABD ordusu ile birlikte girmemek veya yardımcı olmamak gibi, islami referensler taşıyan görüşlerin çok daha ötesinde AB`nin baskısını görüyoruz… Çünkü; Türkiye`nin eline ABD kartını oynayabilmek için, 1991`deki 1.ci Körfez Savaşından bu yana ikinci kez bu büyük firsat geçiyordu… Bu baskıların amaçları arasında, Türkiye`yi ABD`den uzaklaştırarak AB karşısında elini zayıflatmak olduğu kadar, PKK`nin varlığının Kuzey Irak`da kalıcılığına katkıda bulunmak olduğunu görmemek için, saf değil, saftoloz olmak lazım… Baskıların yanısıra ” Havuç Politikası ” gereği vaatlerde vardı tabii… Daha bu vaatlerin hiçbiri yerine getirilmeden, 2004`de Kıbrıs baskıları gelmeye başladı… Baskıların yanısıra, gerek Türkiye`ye ve gerekse KKTC`ye ne vaatler, ne vaatler, ki bugün hala yerine getirilmiş değil… KKTC Kofi Annan planına ” Evet ” derken Güney Kıbrıs ” Hayır ” dedi… Evet dediği için KKTC`ye ve Türkiye`ye verilen vaatler yerine getirilmezken, Hayır diyen Güney Kıbrıs AB`nin tam üyesi olmuştu bile… Aynı yılın sonunda, AB Tam Üyelik Görüşmeleri`nin başlaması için yapılan toplantıda, 1999 yılında, rahmetli Ecevit ve rahmetli İsmail Cem`in kararlı tutumlarıyla gündemden çıkan Kıbrıs konusu, yeniden gündeme getirildi ve Türkiye`nin görüşmelere başlama koşulu olarak dayatıldı… Türkiye, ne anlama geldiği bilinmeyen bir ” Şerh Düşme ” kaydı ile kabul etti…Türkiye, kendisi tam üye oluncaya kadar Güney Kıbrıs`ı tanımayacağı ve limanlarını açmayacağı şerhi düşmüştü ve AB`de bunu kabul etmiş gibi yaptı… Gibi yaptı çünkü o zaman da Türkiye`ye ” Sen merak etme biz Güney Kıbrıs`ı idare ederiz ” denilmişti… Türkiye`de de kimse, kararlarını oy birliği ile alan bir kuruluşta, tanınmayan ve limanların açılmadığı bir ülke ile nasıl müzakere masasına oturulacağı sorusunu sormadı… 2005`de sözüm ona, müzakereler başladı… Ama nasıl..? Gelinen noktanın neresi olduğunu, alınan, daha doğrusu alınamayan mesafenin artışının ne olduğuna, lütfen siz karar verin… Başka bir zaman eksilerini ben yazarım..! Daha sonra ülkelerde değişen iktidarlarla birlikte Türkiye aleyhine keyfi tutumlar başgöstermeye başladı… Sarkozy Fransa`sı adeta düşmanca bir tavır almaya başladı… Merkel Almanya`sı ise, herzamanki ” Ünlü Alman Buluşları” ndan birisini daha yumurtlayarak ” İmtiyazlı Ortaklı ” gibi, kerameti kendinden menkul, dinleyenin anlayamadığı, söyleyenin de izah edemediği bir garabet ortaya atıldı… Derken; AB Anayasası ile bir alakası varmış gibi, Anayasa konusunda bazi ülkelerde referanduma gidilirken, batı medyası tarafından buna Türkiye`nin AB üyeliği de eklenerek, bu konunun da ülkelerde referanduma götürülebileceği imajı yaratıldı ve referandum yapılan ülkelerde Anayasa reddedilirken, beraberinde Türkiye`nin üyeliği de reddedilmiş gibi bir hava doğdu…

Şimdi gelelim son rezilliğe…
Bir başka yazıda ” Avrupa Ordusu ” ve planlanan diğer akıl almaz rezilliklere detaylı bir biçimde değinmek kaydıyla…
1949 yılında kurulan NATO`ya, Türkiye başından beri üye olmaya çalışıiyor ancak 12 kurucu ülkeden birisi olan Fransa`nın vetosu ile giremiyordu… Sebep; Sovyet lideri Stalin`in, 1945`den başlayarak ve giderek ses tonunu yükseltip, tehdit edici bir tavırda, 1921 Kars anlaşmasını tanımayacağını( yani misak-i milli sınırlarının doğu Anadolu`yu kapsayan bölümü) ve boğazların statüsünü belirleyen 1936 sözleşmesinin yeniden düzenlenerek, boğazların kontrolünde Sovyetlerin de söz sahibi olmasını içeren istek, zorlama ve tehditleri…Taa ki; Türkiye Kore savaşına, diğer NATO ülkeleri katılmazken, asker göndererek katılması ve ABD`nin elini Fransa `ya karşı güçlendirmesine kadar… O dönemde, Fransa`nın, Türkiye`nin Nato üyeliğine karşı çıkmasının, Lozan`ın intikamı olarak değerlendirilmesinin dışında, mantıki ve akla yakın hiçbir gerekçesi yoktur, olamaz da … Derken aynı Fransa, 1966 yılında, ABD`nin İngiltere`ye de atom silah ve teknolojisi vermesini protesto etmek amacı ile (çünkü sadece kendisi Avrupa`da atom gücüne sahip tek NATO ülkesi olma iddiasındaydı) NATO`nun askeri kanadından çekilmesi gibi, akıl ve mantıkla izahi zor, duygusal bir karar verir…Kim verir..? Alman orduları karşısında 48 saatte yenilmiş, ülkesi Paris dahil işgal edilmiş, İngiltere`ye sığınmış, ABD ve İngiltere tarafindan korunarak,savaş sonrası ” Al yönet ” denilerek kendisine Fransa teslim edilmiş bir eski komutan..! Bütün bunları, başta Fransa olmak üzere Avrupa`lıların( ki en başta gelmesi gerekirken, en sonda Almanya gelir) anlaşılmaz burnu büyüklüklerini anlatmak için yazıyorum… İste bu Fransa şimdi Nato`nun askeri kanadına dönmek istiyordu ve döndü…Tek haklı olarak veto edebilecek ülke olan Türkiye edemedi, karşılığında AB pazarlıkları konusunda elle tutulur ve belgeli bir taviz bile alamadı… Şimdi biz buna ” Kişiliklilik ilkesisine dayanan bir Dış Politika ” diyebilirmiyiz..?
Danimarka Başbakanı Rasmussen NATO Genel Sekreteri olmak istediği zaman, Türkiye haklı olarak karşı çıktı… Gerek; PKK`nın yayın organı olan Roj.TV’ ye ” İfade Özğürlügü ” adı altında verdiği destek, gerekse, yine ” İfade Özgürlügü ” adı altında karikatür krizindeki tavrından ötürü… Bu tavrında Türkiye sonuna kadar haklıdır… Son dönemde Afganistan gibi müslüman bir ülkedeki varlığını artırarak sürdürme kararındaki bir NATO, nasıl olacak da, müslüman ülkeler arasında sabıkalı bir kara keçi durumundaki kişi tarafından yönetilecek..? Başta Afganistan olmak üzere, o ülkelerin halkları nasıl olacak da, böylesi bir kişi tarafindan yönetilen NATO`ya sıcak bakacak..? Tabii ki böyle bir şey olmayacak, hatta tam aksi olacak, NATO kendisini zora sokacak, halk desteğini kaybedecek, ama AB, daha doğrusu Franko+German aksı egosunu tatmin etmiş olacak… Hepsi bu… Efendim Roj.Tv. kapatılacakmış…! Ne o..? İsinize gelince ” İfade Özgürlügü ” rafa mı kalkıyor, yoksa yıllardır bir terör örgütünün yayın organını Türkiye`ye karşı manivela olarak kullandığınızı itiraf mi ediyorsunuz..? Türkiye`nin böylesi dostları oldukça, düşmana gerek var mı..? Başını biraz dik tutabilan bir Türkiye, bütün bunları çok kolay aşar… Ama Türkiye`yi yönetenler Kasımpaşa`lı tavırlarını, yanlış yerde, yanlış kişilere ve yanlış amaçlar için koyuyorlar, esas direnilmesi gereken yer ve konularda ise sürekli….. Olmuyor, 2002`den beri olamıyor… İşte; yalakaların dışında, Türk insanını kahreden de bu…
Kalın sağlıcakla efendim…
 
M.Deniz Olcayto

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.