OLİMPİYAT OYUNLARI VE TÜRKİYE

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’nın başladığı şu günlerde oyunlarla ilgili bazı konuları okurlarımla paylaşmak istedim. Bu yazımda ne Tibet’in Çin Halk Cumhuriyeti tarafından sömürüldüğünü, ne Olimpiyat Meşalesi’nin dünya turunda başına gelenleri tartışacağım. Alınacak madalya sayısı ve sporun uluslararsı gücünün nerelere kadar ulaştığına da değinmeyi düşünmüyorum. Yazımda son olimpiyatlar ve ülkemizin durumunu değerlendirmeye çalışacağım.

Antik olimpiyat oyunlarının son bulmasından sonra, 1896 yılında Atina’da yapılan ilk modern olımpiyatlarının ardından 100 yılı aşkın bir süre geçti ve biz hala yıllardır olimpiyat organize edebilme savaşımını yapıyoruz ve bu mücadeleye devam edeceğiz. Ancak şunu çok iyi bilmekte yarar var. 2000 li yıllarda yapmayı planladığımız olimpiyat oyunları için daha çok beklememiz gerekecek! Bu bekleyiş belki 2100’lü yılları ve hatta 2999 da bulabilir? Evet yanlış duymadınız beklememiz gerekecek çünkü bir olimpiyat organize edebilmeniz için olmazsa olmaz diyebileceğimiz çok önemli ön koşulları yerine getirmeliyiz ve dünyada spor alanında söz sahibi olmanın yollarını bulmalıyız.

Nedir bunlar? Eger sıralarsak ekonomi, demokrasi, güvenlik, sağlık, ulaşım, hava kirliliği, konaklama, yeterli spor tesisi ve her şeyden önemlisi temel spor dallarında yeterli sporcu sayısı, dolayısı ile uluslararası alanlarda örneğin, olimpiyat oyunları ve dünya şampiyonalarında yarışan sporcu potansiyeline sahip olmamız gerekiyor. Hadi tüm bunları geçin dünya sporunun yönlendirildiği bir arenada elbette yeterli spor ve bilim adamlarına da sahip olmamız da gerekir.

Daha hızlı, daha ileri ve daha yükseğe parolası ile dört yılda bir yapılan ve dünyanın dört bir yanından gelerek bir arada bulunan çok farklı kültürlerin sporcuları yine bu kısa dönem içerisinde bir birlerine çabucak kaynaşarak ayrıldıklarında göz yaşlarını tutamaz olduklarını veda partilerinde çok sık izlemişizdir. Olimpiyatlarda insan organizmasının sınırlarının en üst düzeye çekildiği ve heyecan dolu, nefes kesen yarışmaları izlediğimizde acaba bu kırılan rekorların sınırları yok mu soru işaretini de beraberinde getirmektedir?

Nasıl oluyor da bu rekorlar her defasında kırılıyor? Tabiiki gelişim ve değişim ikilemini hiç unutmamamız gerekli ve artık spor çok büyük bir ticari arena olmuştur. Gelişen teknolojiye paralel olarak sporcuların kırabilecekleri rekorlar da olabilmektedir. Artık kapitalist ya da emperyalist güçler yerini, (uluslararsı globalleşen ticarette olduğu gibi) globalleşen dünyada ki uluslararsı sermayeye teslim etmektedir. Bu gücün en önemli metasına da ekonomik güç diyebiliriz. Günümüzde paranın hükmedemiyeceği bir başka güç yoktur ve bu da diğer alanlarda olduğu gibi sporu da derinden etkilemekte ve yönlendirmektedir.

Her defasında yarışmalar sonunda doping kontrolleri sonucunda madalyaları alınan sporcuların ve yasal olmayan yollardan kazanılan madalyaların sorunlarını gazetelerden okuyup, televizyonlardan izlediğimde aklıma farklı şeyler gelir. Acaba bu insanlar zirveye çıkabilmek için mutlaka kendilerine önemli zararlar veren ve ölümlere yol açan bu yabancı maddeleri maddeleri vucutlarına almak zorundalar mı? Kimi zaman antrenörlerinin, bazen ebeveynlerinin ve zaman zamanda kendi arzularıyla aldıkları bu maddeler kendi sonlarınıda hazırlıyor. Buna buradan gösterebileceğim onlarca örnekler var!

Abraham Maslowun hiyarerşi tezi aklıma geldiğinde de; kimi yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmek, kimi sosyal statüsünü saglamak ve kimisi de yaşadığı bu dünyada saygınlık kazanmak ve adından söz ettirmek için yaptıgı spor dalında başarıyı yakalıyabilmek için mi her şeyi mübah sayıyor? Spor yaparken e tik bunun neresinde acaba?

Bir karşılaştırma yapmak istemiyorum, hiç kuşkusuz olimpiyatlara katılmak bir ülkenin prestiji olmalı. Madalya kazanmanın ülkemiz için de önemli bir ölçü olduğunu biliyorum. Ayrıca olimpiyatlarda madalya almak başlı başına bir sporcunun, antrenörün ve kulübünbüyük bir ekonomik rahatlığa ulaşması anlamına gelmektedir..

Hal böyle iken daha çok madalya kazanma ve Olimpiyat düzenlemeye ilişkin savaşımda, strateji değiştirmenin zamanının gelip de geçtiğini de esefle izliyorum.

Dünyada en kalabalık genç nüfusa sahip en önde gelen ülkelerden biri olan Türkiye’nin sadece 100’ün altında sporcuyla olimpiyatlara katılmasını hazmedemiyorum (ki bir kısmı da “Özal modeli” devşirme sporcular!) yüzün altında diyorum bu sayı oldukça az bildiğiniz üzere ama en azından 100 ün altı diyerek üç rakamlı bir yere koymaya çalıştım ülkemi.

Ve bir ay önce Fransa’nın Albi kentinde idim tam bir hafta boyunca burada Avrupa Jimnastik Festivali olan Eurogym 2008’i organize ettik Avrupa jimnastik birliği teknik komitesi olarak bu yedi kişilik komitenin üyelerinden birisi de bendim; hüzün doluydum, üzgündüm ve umutsuzluk yaşadım. Neden mi? 4000 genç çocuğun ve 22 Avrupa ülkesinin çocukları arasında ne kendi ülkem ve nede kendi ülkemin çocukları vardı! Ve daha buna benzer ne çok spor organizasyonları vardır ki, buralarda olmayanların Olimpiyatlarda olması ne derece inandırıcı ve ne derece kalıcıdır?

Yine hatırlatmakta yarar görüyorum iki ay önce yapılan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda aldığımız 3.lük derecesine ülke olarak sevindik ve ardından yapılan Avrupa Jimnastik Festivaline sadece ben üzüldüm! Çünkü böyle bir faaliyetten sadece çok az kişi bilgi sahibi idi ve na yazık ki ilgi duyulmuyordu ve şimdi de olimpiyatlar başlıyor umarım çok az kişi ile katıldığımız bu organizasyonda sporcularımız da umduklarını bulurlar.

Sonuç olarak spor felsefemiz ile spor kültürümüzü daha da yukarılara çekmeden dünya sporunun içerisinde yer alabilmemiz çok zor!

Unutmayalım ne tür bir organizasyon olursa olsun bu uluslararası yerlerde boy göstermezseniz sizleri kimse tanımaz. Başarılı, heyecan dolu bir Olimpiyat geçirmeniz dileğiyle…

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.