NASIL BİR ÜLKE YAPTILAR TÜRKİYE’Yİ

ABONE OL
18:49 - 01/10/2020 18:49
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bu kez biraz uzun bir yazıyla karşınızdayım değerli ha-ber.com okuyucuları. Bağışlayan lütfen!
Ama; aşağıdaki gazete haberlerini ve tutukluk süresi 4 yılı bitirip 5. Yılına giren Gazeteci, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’ın yaşam arkadaşı, eşi Gülşah Balbay’ın Norveç’te yaptığı konuşmayı okuyunca bunları sizinle de paylaşmak istedim.
Ne haberlere ne de Sayın Gülşah Balbay’ın konuşmasına bir yorumum olacak.
Yorumu size bırakıyorum.
Birinci haber Milliyet Gazetesi Yazarı Melih Aşık’ın sütunundan, 14 Mart 2013 tarihl., Başlığı “Tuhaf Casuslar…”
“İzmir merkezli Askeri Casusluk Davası diye bilinen davada 85’i tutuklu toplam 253 TSK mensubu 9 aydır yargılanmayı bekliyor. CHP’nin ‘Cezaevleri İnceleme ve İzleme Komisyonu’ üyeleri Veli Ağbaba, Nurettin Demir ve Özgür Özel dün düzenledikleri basın toplantısında kamuoyuna çok ilginç bazı bilgiler aktardılar. Bakın neler:
Sanıkların evlerinde yapılan aramalarda bulunan hard disklerin tamamı aynı marka ve modelde. Üstelik bunların tümü siyah poşetler içinde ve buzdolaplarının üstünde ele geçirilmiş. Aranan poşetler bulunur bulunmaz, daha başka delil olabilir mi diye merak edilmemiş, aramalar sonlandırılmış.
Hard diskler bulunurken ev sahiplerinin hiçbiri evde değil. Ne kendilerinin ne de avukatlarının gelmesi beklenmemiş.
Sanıkların, ‘harddisklerin üzerinde parmak izi aransın ve DNA kontrolü yapılsın’ şeklindeki talepleri istisnasız reddedilmiş. Teknik yetersizlik gerekçe gösterilerek hiçbirinin imajı sanıklara ya da avukatlarına verilmemiş.
İddianameye göre casuslukla suçlanan sanıklar gizli bilgileri eskort kızlar aracılığıyla vali yardımcılarına, kaymakamlara, daire başkanlarına, uzmanlara vb. vermişler. Ancak bu bürokratların hiçbiri bu davada ne şüpheli ne de sanık. Dahası, ifadelerine dahi başvurulmamış.'”
Üç CHP’linin iddiaları doğru olabilir mi? Türkiye’de yargı gerçekten böyle mi işliyor?
Bu davanın, olayların ardında ne var? Gerçekler nelerdir, yeni bir komplo ile mi karşı karşıyayız?
İkinci haber yine Melih Aşık’tan, tarih aynı. Başlık: “Uyutucu Tablet…”
“CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter açıklama yapıyor:
Fatih Projesi’nin Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında tutulan mal ve hizmet alımları sonucu; 47.000 tablet bozuk çıkmıştır.
Yüzyılın projesi olarak sunulan Fatih Projesi, 2 yıl geçmeden iflasın eşiğine gelmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı 47.000 bozuk tablet için hangi firmaya kaç TL bedel ödediğini ve bozuk tabletler konusunda nasıl bir yaptırım uygulanacağını kamuoyuna açıklamalıdır.”
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Fatih projesini sorgulamak bir yana, burada sorulan soru çok önemli bir sorudur.
Yeni Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, düzgün bir entelektüeldir; herhalde bu sorulara aydınlık getirir!
Üçüncü haber Cumhuriyet’te 15 Mart 2013 tarihinde Hatice Tuncer tarafından, “Prof. Hilmioğlu Kötüleşiyor” başlığıyla “yapılmış. Altbaşlığı; „ Adli Tıp randevu vermiyor”. Kısa bir haber.
“Ergenekon davasında Prof. Fatih Hilmioğlu’nun avukatı Mehmet Sever, müvekkilinin hastalığının ilerlemesine karşın Adli Tıp Kurumu’nun işi ağırdan alarak randevu vermediğini söyledi.”
Bu mudur? İleri demokrasi dedikleri bu mudur gerçekten?
(Aşağıdaki konuşmayı Gülşah Balbay, Norveç’te yapmış. Olduğu gibi aldım ve yorumsuz okumanıza sunuyorum. Konuşmayı yorumlamanız en içten dileğimdir. HA)

TİRANLIĞA KARŞI DİRENİYORUZ
“Saygıdeğer konuklar,
Hukukun, demokrasinin ve insan haklarının ayaklar altına alındığı Türkiye’den gelerek sizlere selam ve saygılarımı sunuyorum.
Sizlere, dört yıldır zorbalık ve acı kuyusu bir hücrede hukuk, yaşam ve demokrasi mücadelesi veren bir gazetecinin eşi olarak seslenmek istiyorum.
Aile olarak yaşadıklarımızı sizlerle paylaşarak eşim ve ülkemle ilgili kaygılarımı dile getirmek amacındayım. Umarım sizlere Türkiye’nin 2013’te nasıl bir noktada olduğuna dair bir eskiz çizmeyi başarabilirim.
Ben Türkiye’nin ciddi, ağırbaşlı ve bağımsız gazetesi olan Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Mustafa Balbay’ın eşiyim.
Eşim 2008 yılında gazetemizin Ankara Temsilciliği’ni yürütmekteydi. Görevi gereği günleri Meclis, Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı üçgeninde mekik dokuyarak geçerdi. Dönemin iktidarı şu anda da başta olan AKP idi. Basın özgürlüğünün giderek daraldığı bir ortamda eşim kimseye boyun eğmeden, özgürce gazeteciliğini yapmaya çalışıyordu.
Dört yıldır kâbusu yaşıyoruz.
Temmuz 2008’de eşim sanal bir örgütün üyesi olması nedeniyle gözaltına alındı. Evimizde yapılan beş saatlik aramalarda her yer tarumar edildi. Duvarlarımızdaki tablolara kadar her şey açıldı, savruldu. O zaman 8 yaşında olan kızım ve henüz 30 günlük oğlumla, emniyete götürülen eşimin arkasından bakakalırken ünlü ressam Edward Munch’un tablosundaki figürü aratmayacak bir haldeydim.
Balbay, tam beş gün 4 metrekare bir odada, ışıkta bekletilerek sorgulandı. Beşinci günün sonunda serbest bırakıldı.
Sonrasında Balbay, mesleğini yapmaya devam etti. Korkusuzca, çizgisinden sapmadan ve kaleminden ödün vermeden…
5 Mart 2009’da Ergenekon kâbusu bir kez daha kapımızı çaldı. Bu defa daha kararlıydı. Eşim Nazi toplama kamplarını aratmayan Silivri Cezaevi’ne konuldu. Aradan tam dört yıl geçti. Henüz evine, okurlarına, arkadaşlarına kavuşamadı.
Son iki yıldır sadece salgın hastalığı olan veya bir disiplin suçu işlemiş olanların sadece 10, en fazla 15 gün tutulduğu bir hücrede yaşıyor. Hücre sekiz metrekare. Tuvaleti ve banyosu içinde. Aynı muslukta çamaşır ve bulaşıklarını yıkıyor, diğer ihtiyaçlarını gideriyor. Haftada en az 1 saat olan diğer tutuklular ile buluşturulma hakkından faydalandırılmıyor. Koridorda yürürken sağa sola bakması, biriyle göz göze gelmesi dahi yasak.
Yaşadığımız hukuksuzluk.
Şimdi; „Peki eşiniz ne suç işledi de bunları yaşıyor?” dediğinizi duyar gibiyim. Yanıtı çok basit ve utanç verici. Maalesef Türkiye’de muhalifsen, geniş kitleleri etkileyen bir entelektüel gücün varsa, demokrasiden, aydınlıktan yanaysan içeridesin.
Şu anda eşim için hükümeti cebir ve şiddet uygulayarak yıkmaya kalktığı için 2’şer ağır müebbet, , halkı isyana teşvik ettiği için 20 yıl ve 10 yıl da varlığı hâlâ ispatlanamamış Ergenekon terör örgütüne üye olduğu için isteniyor.
Mahkemenin delil olarak önümüze koydukları ise nasıl bir hukuksuzluk yaşadığımızı açıkça ortaya koyuyor. Bilgisayarında bulunan notlar bize delil olarak dayatılıyor. Eşimin bilgisayarında bulunan notların emniyette alıkonduğu sırada silinip tahrif edilerek yeniden bilgisayarına yüklendiği bizim resmi bilim kurumumuzca tespit edildi, raporlandığı halde mahkeme delil olarak göstermekte kararlı. Diğer delil olarak sunulanlar ise gazetemizin santralından kaydedilen konuşmalar ve Balbay’ın yazdığı kitaplarındaki belgeler… Değerli dinleyiciler, geçen 11 Mart’ta Ergenekon duruşmalarının 277’ncisi yapıldı. 4 yıldır süren yargılamalar boyunca yaklaşık 3000 saati yargıç karşısında geçti. Hem de aç ve susuz. Hem de iddianameyle ilgisiz sorulara maruz kalarak. Eminim tiyatro yazarı Henrik İbsen yaşasaydı ve Silivri Cezaevi’nin içinde yapılan duruşma salonunda bir gün bulunsaydı yeni bir oyun yaratmak için ilham konusunda zorlanmazdı.
İnsan ömrünün okumaya yetmeyeceği kadar klasörlerin yer aldığı, sanıkların savunma haklarının gasp edildiği bir davadan ne kadar adil bir karar çıkacağı meçhul. Davanın tam gaz başlamasında sireni çaldıran Tuncay Güney denen şahsın „Ergenekon bir projeydi.” açıklamasından sonra Silivri’nin kapılarını açmak için nedir beklenen bilemiyorum.
Adaletin, hukukun olmadığı bir ülkede dışarıda olan bizler bile kendimizi özgür hissedemiyoruz. Adaletin olmadığı yerde tiranlık başlar. Biz bu tiranlığa karşı tüm gücümüzle direniyoruz.
O bir gazetecidir
Basın özgürlüğü diğer özgürlüklerin emniyet supabıdır. AKP hükümeti bizzat kendi eliyle onu kısmıştır. Bu, diktatörlükten başka bir şey değildir. Şu anda 100’e yakın gazeteci içerde. İktidarın gözünde hepsi terörist.
77 masumu gözünü kırpmadan öldüren faşist katil Breivik bile yargılanırken bizim ülkemizdeki tutuklu gazetecilerden çok daha fazla hakka sahipti. Bunları dile getirirken ülkem için acı ve utanç duyumsamasının içinde boğuluyorum.
Eşim hukuk arayışını ve mücadelesini, kalemini elden bırakmadan siyasal alanda verme kararı aldı. Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt Cumhuriyet Halk Partisi’nden iki sene önce seçime girdi ve İzmir milletvekili oldu.
Balbay bu yolla Türk kamuoyunun vicdanında çoktan beraat etmiştir.
Eşim suçsuzdur. O bir gazetecidir. Onun gönlünde çok sevdiği mesleği ve gazetesi Cumhuriyet yatmaktadır. Mesleğini özgürce yapabileceği günleri özlemle beklemektedir.
Yitik bir toplum olduk
Benim ülkemde faili meçhul cinayetlere kurban giden gazeteciler oldu. Ancak şimdi gazeteciler mermiyle, bombayla değil hukuk yoluyla katlediliyor.
Yahudilerin Nazi döneminde toplama kamplarına gidecek olan trene sessiz sedasız binişi gibi aydınlarımızda kaderine boyun eğmenin verdiği suskunluk var. Edilgen, yabancılaşmış, yitik bir toplum olduk. Herkes sıra bana ne zaman gelecek kaygısında.
Yıllar önce ülkemde komünizm düşmanlığı yaratılmıştı. Muhalif yazarlara, sanatçılara ‘Sen komünistsin, içeri!’ denilirdi. Şimdiyse iktidarı eleştiren gazetecilere, öğrencilere, avukatlara, akademisyenlere ‘Sen teröristsin, haydi Silivri’ye!’ deniliyor.
Sevgili konuklar,
AKP iktidarı süresince demokrasimiz tam manasıyla geri viteste. Uluslararası alanda hukuk ve demokrasi konularında duyarlı pek çok örgüt tarafından ülkemizde yaşanan anti-demokratik anlayışla ilgili rapor hazırlandı. Türkiye ile yakından ilgilenen, daha önce ülkenizin başbakanlık ve dışişleri bakanlığı görevlerini yürütmüş olan şimdi Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland, özellikle Türk yargısındaki zihniyetin değişmesi gerektiğini vurguluyor. Türkiye’deki demokrasinin, ifade özgürlüğünün Avrupa standartlarının çok uzağında olduğunun altını çiziyor.
Benim eşim tutukluluğunun beşinci yılına girdi. O cezaevine konulduğunda kızım 8 yaşındaydı, şimdi 12 oldu. Oğlum kucağımda 8 aylık bebekti, şimdi beş yaşında. Haksız yere hepimizin hayatından dört yılımız çalındı.
Eşimle haftada bir kez 10 dakika telefonla konuşabiliyoruz.
Ayda üç kez kapalı görüş yapabiliyoruz. Aranızdan ‘Geceyarısı Ekspresi’ni izleyenler bilir. 400 santimetrekare, kalın çift camlı bölmeden telefon yardımıyla görüşebiliyoruz.
Ayda bir kez de açık görüş hakkımız var. Bizim için mutluluk ayda sadece 45 dakika.
Her görüşe giderken tüm tutuklu yakınları üç kez aranıyoruz. Kadınlar pedleri, çocuklar bezlerine kadar kontrol ediliyor. Görüş kapalı yapılacak olsa dahi…
Tüm bu insan haklarına aykırı uygulamalar, beni içeride çürütülmek, bitirilmek istenen eşimi ziyarete gitmekten alıkoyamadı. Her çarşamba 600 km yolu aynı gün gidip geliyorum, yorulmadan. Beni asıl yoran tüm bu yaşadığımız zulme siyasilerin kayıtsız kalması…
Değerli dostlar,

Bildik bir Norveç atasözüdür:
„Yalan dörtnala gider, gerçek adım adım yürür, fakat gene de vaktinde yetişir.”
Şunu söylemeliyim ki, ülkemizde Ergenekon yalanı dörtnala gitti. Gerçek, kaplumbağa hızında yürüyor. Vaktinde yetişemese de ortaya çıkmasında ve bu haksızlığın sona ermesinde sizlerden duyarlılık bekliyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
(Aşağıdaki konuşma Gülşah ve Mustafa Balbay’ın kızları, bugün 12 yaşındaki Yağmur’un Fransızca yaptığı konuşmadır. HA)
“Değerli büyüklerim,
Benim adım Yağmur Balbay. Ben gazeteci Mustafa Balbay’ın kızıyım. 12 yaşındayım.
Dört yılımı babama hasretle geçirdim. Babamın hapse alındığı ilk yıllar benim için çok zor geçti. Okulda arkadaşlarım tarafından teröristin kızı damgasını yedim. Ne zaman ki Ergenekon davasının bir tertip olduğu Türk kamuoyunca anlaşıldı, benim hayatım da düzeldi. Şu anda herkesçe sevilen bir kızım. Ama yine de mutlu değilim. Çünkü babam yanımda değil. Onu yanımda görmek istiyorum.
Karıncayı bile incitmeye çekinen babam, nasıl oluyor da cebir ve şiddet yoluyla hükümeti devirmekten suçlanır, anlayamıyorum. Bizim evimize oyuncak silah dahi girmemişken nasıl babam terörist olarak yargılanır, kabul edemiyorum.
Babam ve benim her sene bir ülkeyi gezme hayalimiz vardı. Bu güzel ülkeniz Norveç’e de babamla seyahat için gelmeyi ne çok isterdim. Ama çocukluğumu karartan ve beni babamdan ayıran bu hayal ürünü terör örgütü üyeliğine isyanımı sizlerle paylaşmak ve babamı kurtarmanızı istemek için geldim.
Dileğim, hiçbir çocuğun haksız yere babasından ayrı kalmaması…
Teşekkür ederim.”

Hasan Arslan
Türkçe Öğretmeni

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.