NAMAZA ÇAĞRI 

ABONE OL
11:45 - 23/10/2020 11:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Alman din bilimcisi Martin Luther (1483-1546), 1534 yılında İncil’i dinsel çıkarları için kullanan ve Latinceyi kutsal dil olarak niteleyen kiliseye karşı, Almancaya çevirmiştir. Bu çeviriyle İncil, herkesin anlayabileceği bir dile kavuşarak, kilisenin halkı sömürme aracı olmasından çıkarılmıştır. Aynı şekilde diğer Avrupa ülkeleri de İncil’i kendi dillerine çevirmişler, böylece kilisenin etkisi kırılmış ve aydınlanma çağı başlamıştır.

Ülkemizin kurucusu büyük önderimiz Atatürk, yaptığı devrimlerle her alanda çağı yakalayan bir Türkiye Cumhuriyeti hedeflemişti. Bu amaçla yapılan devrimlerin yanı sıra, Atatürk’ün isteğiyle 1932 yılında Kuran’ın ve namaza çağrının Türkçeleştirilmesi büyük bir reformdur. Bu reform ile Arapçayı kutsal dil olarak niteleyenlerin din sömürüsüne son verilmek istenmiş ve toplumun kendi dilinde ibadet yapmasının önü açılmıştır. Yaptığı çeviri ile batı dünyasını yeni bir sürece sokan Martin Luther gibi, Atatürk de ülkemizi yeni bir sürece sokmuştur. 

Ülkemizde Kuran ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde Türkçe’ye çevrilerek, İstanbul’da Yerebatan Camisi’nde okunmuştur. Namaza çağrı ise ilk kez 30 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’da Fatih Camisi’nde okunmuştur. Namaza çağrı, 30 Ocak 1932 ile 2 Haziran 1941 tarihleri arasında Türkçe okunduğu gibi, Arapça olarak da okunabiliyordu. Ancak 2 Haziran 1941 tarihinde çıkartılan bir kanunla Arapça namaza çağrı yasaklanmıştır. Bu yasak 16 Haziran 1950 tarihinde kaldırılarak, namaza çağrının dili serbest bırakılmıştır. Bu karara göre günümüzde namaza çağrının Türkçe okunmasının önünde engel bulunmamaktadır.

Ülkemiz, tarihinin en büyük ekonomik ve siyasi krizini yaşarken CHP Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz’ın “namaza çağrı Türkçe de okunabilir” diye gündem yaratması hem zamansız, hem de yersizdir. Ancak CHP yönetiminin de Öztürk Yılmaz’ı kesin çıkarma istemiyle disipline vermesi de çok anlamsızdır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “CHP’li olan, CHP’nin kararlarına ve politikalarına uymak zorundadır. Herkes istediği gibi hareket edemez. İstediğim gibi hareket ederim derseniz o zaman partiden ayrılırsınız” söylemi de gerçeklikten uzaktır.

12 Kasım 2014 tarihinde PKK Terör örgütünün avukatlığını yapan TR 705 kodlu Sezgin Tanrıkulu’nun bir televizyon programında Dersim olayları nedeniyle “Ben CHP Genel Başkan yardımcısı olarak CHP adına özür diliyorum” demesi, CHP’nin kararlarına ve politikalarına uygun mudur?

19 Ocak 2015 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen Hrant Dink’i anma etkinliği amacından saptırılarak bir soykırım propagandasına dönüştürülmüştür. Bu etkinliğe katılan CHP Genel Başkan Yardımcıları ve İstanbul Milletvekilleri Şafak Pavey ile Sezgin Tanrıkulu, İstanbul Milletvekilleri Umut Oran, Süleyman Çelebi, Kadir Gökmen Öğüt, İzmir Milletvekilleri Alaattin Yüksel ile aynı zamanda Yüksek Disiplin Kurulu üyesi olan Mustafa Moroğlu, soykırım propagandasına alet olmakla kalmamış, destek vermekte de bir sakınca görmemişlerdir. 

CHP Tüzüğü’nün 70. maddesine göre “parti programına, tüzük kurallarına, kurultay ve yetkili organ kararlarına aykırı davranmak” ve “Partide aldıkları görev ve sorumlulukla ve üyelikle bağdaşmayan tutum ve davranışlarda bulunmak” kesin çıkarma cezası gerektiren parti suçlarıdır. Bu konuda 23 Ocak 2015 tarihinde 1167 evrak numarası ile CHP Genel Başkanlığı’na dilekçe verdiğim halde gereği yapılmamıştır. 15 Kasım 2017 tarihinde Tunceli’de hain Seyid Rıza heykeli önünde basın açıklaması yapan CHP İl Başkanı’na tepki verilmediği gibi, kesin çıkarma istemiyle disipline bile verememişlerdir. Tunceli ilimize “Dersim” denmesi ya da bir milletvekilinin “Dersim Milletvekili” diye kart bastırması, hatta CHP 18. Kurultay’ında genel başkanın “Ben Dersimli Kemalim” demesi CHP Tüzüğü ile bağdaşıyor mu?

Bütün bunlara sessiz kalıp, Öztürk Yılmaz’a şiddetli tepki vermek muhafazakâr-tutucu seçmene göz kırpmak anlamındadır. CHP ilkelerinden ödün verilerek siyaset yapılamaz ve Atatürk’ün izinden gidilemez. CHP Tüzüğü’nde ve Parti Programı’nda, ‘CHP üyeleri Türkçe namaza çağrıyı savunamaz’ diye bir ilke yoktur.

Üstelik CHP Genel Başkanının “dünyanın her yerinde ezan Arapça okunur” sözü de yanlıştır. İslam inanç sistemine göre ibadetin mutlaka Arapça yapılması gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Bugün bazı İslam ülkelerinde ibadet, kendi dilleri ile yapılmaktadır. Ne Arapçanın, ne de Arap harflerinin kutsallıkla bir ilgisi yoktur.

Eşsiz liderimiz Atatürk’ün, Kuran’ı ve namaz çağrısını Türkçeleştirmesindeki amaç, Arapça bilmeyenlerin Kuran’ın ve namaz çağrısının anlamını öğrenmeleri, Tanrı’nın kendilerine neyi ilettiğini kavramalarını sağlamak ve Türkçeye sahip çıkmaktır. Türkçe okunan namaza çağrı ile din elden gitmez. Çünkü bu bir dil sorunudur ve böylece halkın ibadetlerini daha çok istekli olarak yapacağı kesindir. Türkçe namaza çağrıyı savunmak, suç olarak kabul edilemeyeceği gibi, herhangi bir yaptırıma da bağlanamaz, bağlanmamalıdır.

Suay Karaman

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.