NAMAZ İBADETİNDE KOLAYLIKLAR (II)

ABONE OL
19:03 - 01/10/2020 19:03
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Namaz kılmak önemli bir ibadettir. Bu ibadet sayesinde müslüman günde beş kez Allah’ın huzurunda kıyama durur. Çünkü, “Namaz ibadeti müslümanı kötülüklerden uzaklaştırır.” (Ankebut 45) Dinimiz müslümanlara, gönül rahatlığı içinde ibadetlerini yapabilmeleri için kolaylıklar tavsiye etmiştir. Müslüman ibadetini, gücü nasıl yetiyorsa o şekilde yapmalıdır.

Hasta ve özürlüler için namaz:

Hastalar ve özürlüler ibadetlerini, kolaylarına nasıl geliyorsa öyle yapacaklardır. İbadet yapacağım diye güçlerinin üzerinde bir fiil için kendilerini zorlamayacaklardır. “Allah, insanlara güçlerinin üzerinde bir yük yüklememiştir.” (Bakara 286)

Ayakta duramayan, işyeri şartları müsait olmayan, özürlü, hasta, yolcu olanlar, araç üzerinde veya yaya olduğu halde, bir endişe ve korku içinde olanlar, îma ile, oturarak veya kolaylarına geldiği şekilde, namazlarını kılabilirler. Müslümanlar kalabalık toplantılarda veya herhangi bir araçla seyir halinde iken de bu ruhsatı kullanılabilirler. ( Bakara 239)

Yolcu namazı (seferilik):

İş için, gezi için, ziyaret için evinden dışarı çıkan müslüman meşakkatli, endişeli veya korkulu bir yolculuk yapıyorsa, seferî sayılır ve namazlarını kısaltarak kılar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: „YERYÜZÜNDE [sefere] çıktığınızda, ‘hakikati inkara şartlanmış olanlar’ın size zarar vermelerinden korkarsanız namazlarınızı kısaltmanız günah olmaz: Çünkü o hakikati inkar edenler sizin apaçık düşmanlarınızdır..„ (Nisa 101)

Mezhepler namazın kısaltılarak kılınması hakkında ihtilaf etmişlerdir: Hanefiler: Misafirin, namazı kısaltarak kılması vaciptir derken, Mâlikîler: Sünneti müekkededir demişler, Hanbelîler ve Şafiîler: Caizdir diye görüş belirterek, uygulamayı bireyin kendisine bırakmışlardır. İbn. Rüşd, „İmam Şafiî‘den gelen en meşhur rivayet budur” demiş ve imam Şafiî’nin hükmünü onaylamıştır. (Ibn. Rüşd, Bidayetü’l- Müctehid, c. 1, s. 336)

Bu durumda herhangi bir sebeple evinden dışarıya adımını atan müslüman, kendi konumunu kendisi belirleyerek, namazlarını nasıl kılacağı konusunda kararını verecektir. Ancak bu belirleme, başkalarının kendisine vereceği psikolojik, ekonomik ve fizikî zararlar dikkate alınarak yapılacaktır. Buyruk aynen şöyledir: “…hakikati inkara şartlanmış olanların size zarar vermelerinden korkarsanız…” böyle bir sıkıntısı olan müslüman, namazlarını kısaltarak kılacaktır.

Namazın kısaltılarak kılınmasının şartı, mesafenin uzunluğu ile alakalı değil, hakikatı inkara şartlanmış olanların vereceği zararla alakalıdır. Namazları kısaltmak demek, rekat sayısını ikiye indirmek demek olabileceği gibi, daha ziyade okunacak sureleri kısa okumak demektir. Nafileler ise (sünnetler) kılınmayacak demektir.

Kanaatim o dur ki, güvenli ve hızlı ulaşım imkanlarının olduğu günümüz şartlarında bu yolculuğa 90 kilometre diye sınır getirmek yanlıştır. Buyruk sahibi, buyruğunda, müslümanın evinden ayrılışını zikretmiş, peşi sıra tekrar evine gelinceye kadar başına gelebilecek tehlikeleri, ‘tedirgin edilme’ olarak açıklamaya koymuş, dikkatleri oraya çekmiştir. Tedirgin edilme, onur kırıcı davranışlar şeklinde olabileceği gibi saldırı, işten çıkarma, iş yerinde taciz edilme şeklinde de olabilir. Yol güvenliğinin olmayışı olarak da meseleye bakmak mümkündür.

Yüce Yaratıcı devamla, ibadet süresinin, hakikati inkara şartlanmış olanların, müslümanın yaşamını sona erdirecek, zorlaştıracak kararlar almasına sebep olacak kadar uzun olmaması gerektiğini, bu durumun neticede müslümanın tedirgin edilmesine sebep olabileceğini özellikle vurgulamaktadır. ( Nisa 102)

Büyük şehirlerde, metropollerde yaşayan insanlar, her an bir tehlike ile burun buruna yaşamaktadırlar. Ulaşım sorunu, trafik sorunu, stres ve hertürlü sosyolojik ve psikolojik sorunlar, işsizlik sorunu, işten atılma korkusu, işyeri sorunları gibi hayati önem arzeden sorunlar; kilometre söz konusu edilmeden ibadet yapmak isteyen bir müslüman için tedirginlik kapsamına alınmalı ve bu müslüman evine dönünceye kadar namazını kısaltarak kılmalıdır. Zahirîlerin görüşü de böyledir. ( Ibn. Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, c. 1, s. 338)

Kadınlar için yolculuk:

Kadınların mahremleri yanlarında olmadan 90 kilometreye kadar olan yolculuğu yapabileceklerini, fazlasını yapamayacaklarını biliriz, ama niçin 91’inci kilometreyi gidemez diye sormayız. Oysa yolculuk hükümleri tamamen yol emniyetiyle ilgilidir. Yol güvenliği varsa kadın ve erkek istediği kilometreyi tek başına gidebilir. Zamanımızda yolculuğu kilometreyle izah etmek tamamen yanlış olur. Uçakla yapılan yolculuklar kilometreyle sınırlandırılamayacağı gibi, güvenlik açısından da tartışılamaz.

Konuyla ilgili peygamber buyrukları şöyledir:

Kadınların seferiliği konusunda oldukça fazla detaylar yazılmış ve çizilmiştir. Mezhepler farklı farklı yaklaşımlarla kadınların seferiliğini açıklamaya çalışmışlardır. Mezhepler, Nisa suresinin 101’inci ayetini bir kenara bırakarak, Peygamberimiz’in aşağıdaki hadislerini görüşlerine delil olarak göstermişlerdir. Oysa ayrı ayrı zamanlarda söylenilmiş olan bu üç hadis, Nisa suresinin 101’inci ayetini o kadar güzel detaylandırır ki, görüş ayrılığına sebep olacak şekilde bir anlayış hadisin neresinden çıkarılıyor bunu anlamak mümkün değildir. “Yol güvenliği yoksa namazlar kısaltılarak kılınacak”, hüküm bu kadar açık ve nettir. Peygamberimiz buyurmuşlardır ki:

1. „Allah’a, Âhiret Günü‘ne inanan hiç bir kadına mahremsiz olarak bir gün bir gece yolculuğa çıkması helal olmaz.„ (Buharî, Taksîru’s-Salât 4, Kütüb-i Sitte, c. 8, s. 29, no. 2194)

Anlaşılan o dur ki, bu hadis söylenildiği zaman Peygamberimiz’in başında olduğu devletin sınırları o kadar genişlememiş, devlet ancak “bir gün bir gecelik mesafe” ye kadar halkının can güvenliğini sağlayabiliyordu.

2. „Kadın, yanında kocası veya mahremi olmadan iki gün sürecek yolculuğa çıkmasın.„ (Kütüb-i Sitte, c. 8, s. 29)

Bu hadis söylenildiği zaman iki gün ve iki gecelik mesafe’ye kadar devlet halkının can güvenliğini sağlayabiliyordu.

3. „Kadın yanında mahremi bulunmadan üç gün sürecek yolculuğa çıkmasın.„ (a. g. e c. 8, s. 29, ayrıca bkz. Ebû Davut, ilgili bölüm.)

Bu hadisten de anlaşılan yine halkın can güvenliğidir. Bu sefer mesafe üç güne çıkmıştır. Hadislerin kadının can güvenliğini esas alması çöl hayatının vahşi olmasından olsa gerektir.

Bu hadislerden anladığımıza göre devletin koruma alanı genişledikçe, zaman da uzamaktadır. Öyleyse kadınların yoculuğunda/seferiliğinde yasağı getiren, mesafenin uzaklığı değil, kadının can güvenliğidir, aynı güvenlik erkekler için de geçerlidir.

Kaldı ki; Şafiiler‘e ve Hanbeliler‘e göre, erkek karısının farz olan hacca gitmesine mani olamaz. Çünkü hac farzdır, kocası izin vermese de kadınının tek başına hacca gitmesinde bir mahsur yoktur. ( a. g. e. , s. 32)

Farz olan hacca izinsiz gidebilen kadın, herhalde haccın üzerinde bir farz olan rızık elde etmek için de 91’inci kilometreyi haydi haydi gidebilir. Âl-i İmran suresinin 97’inci ayeti konuya açıklık getirmektedir:

„Orada apaçık ayetler ve İbrahim Makamı vardır. Kim oraya giderse o güvenliktedir. O na bir yol bulup güç yetirenlerin Evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de küfre saparsa, kuşku yok, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır.„

Âyette geçen güç yetirmek fiili, mezhepler tarafından değişik şekillerde anlaşılmıştır: Hanefiler güç yetirmeyi: Sağlıklı bir beden, yeterli mal, yol ve mekan güvenliği olarak anlarlarken, Malikîler: Bedenin dayanıklılığı, mal ve keyfiyet yeterliliği, günün şartlarına göre güvenlik olarak anlamışlardır. Şafiîler: Sağlıklı bir beden, yeterli mal, uygun bir binek olarak algılarlarken, Hanbelîler: Kudret, dayanıklı bir beden, yeteri kadar yiyecek-içecek ve binek olarak anlamışlardır.

Görüldüğü seferilik mesafe ve mahrem ile ilgili değil, yol güvenliği ile ilgilidir.

Farz namazların kazası yoktur:

Namaz kılmanın Allah’ın çok önem verdiği bir ibadet olduğunu söylemiştik. Bundan dolayı Yüce Allah bu ibadetin kazaya bırakılmasına asla rıza göstermez. Namazların kazaya bırakılabileceğine dair elimizde ayetten ve hadisten herhangi bir delil mevcut değildir. Çünkü; farzın terki haramdır.

Ancak farz namazların iki halde, vaktinin dışında eda olarak kılınabileceğine dair elimizde delil vardır. „Biriniz uykuda kaldığı veyahut unuttuğu için namaz kılamamış olursa, onu hatırladığı zaman kılsın.„ ( Buhârî, Mevâkit, 9/37, no: 597 )

Bu açık beyana göre, namaz iki durumda vaktinin dışında kılınabilir: Unutulduğu zaman ve uykudan uyananılamadığı zaman.

Bu hallerde kılınamayan namazlar, hatırlanıldığı zaman eda niyetiyle hemen kılınacaktır. Çünkü mazetli olarak geçen namazların farziyeti, hatırlanıldığı zaman tahakkuk etmiş olur. Geçmişte namaz kılmayıp/ kılamayıp sonradan namaza başlayanlar veya bilerek namazlarını kazaya bırakanlar, eskiden kılmadıkları/ kılamadıkları namazlarından ötürü sadece tevbe ederler.

“Edaya dair olan emirle kaza vacib olmaz. Kazanın vacib olabilmesi için, edaya dair olan emirden ayrı bir emir daha olması gerekir. Çünkü kaza edenin elinden, namaz kılabilmenin şartlarından biri olan, vakit şartı kaçmıştır.”(İbn.Rüşd, Bidayetü’l- Müçtehid, Beyan yay. Ist. c.1, s. 364)

Haram işleyen bir müslüman tevbe ederek Allah’tan af diler. Farz namazını isteyerek, bilerek, terkeden müslüman da haram işlemiş olduğundan Allah’tan af diler.

Bazı müslümanlar, namaz borcu ile Allah’ın huzuruna varmak istemiyorum diye, beş vakit namazların ardından kaza namazı adı altında namaz kılarlar. Bu namazların vaktinde kılınmayan namazların yerine geçtiğine inanırlar. Bu düşünce ilk bakışta çok masum gibi görülür. Oysa bu şekilde düşünen müslümanlar, Allah’ın dinine ilaveler yaparak dini tahrif ettiklerinin farkında bile değildirler.

Allah’ın müslümanlardan namaz alacağı yoktur ki, O’na olan namaz borcu ödensin. Bu anlayışa dayanarak zamanla ‘ıskat, salat ve devir sürme’ gibi saçma sapan anlayışlar gelişmiştir.

“Şu kadar para şu kadar namaz eder” denilerek devir sürülür ve ortada dönen para fakirlere dağıtılarak müslüman namaz borcundan kurtarılmış olur. Sonuçta 70 yaşına kadar namaz kılmayan müslümanın mirasçıları, devir sürerek kişiyi namaz günahından kurtarmıştır ve o müslüman cennetliktir…!!!

Iskat-ı salat (namazın düşürülmesi) diye bir uygulamaya ne Peygamber efendimizin ne de sahabilerin hayatında rastlıyoruz. Hanefi mezhebi imamlarından olan İmam-ı Muhammed oruçla namaz arasında bağlantı kurarak, “kesin namaz borcunu düşürür” dememekle birlikte, “inşaallah namaz borcunu düşürebilir” diye bir fetva vermiştir.

Bu fetvanın Orta Çağ’daki kilise papazlarının hristiyanlık anlayışı ile hiç bir farkı yoktur. “Endüljans” beratı ile devir sürme beratı aynı şeydir. Her iki anlayış da menfaatlanma temeli üzerine kurulmuştur.

Hesap şöyle yapılır:

Kılınmayan her vakit namaz, oruç fidyesindeki meblağ kadar bir para veya yiyeceğe eşittir. Mesela bir müslümanın 44 yıllık namaz borcu var. 44 yıl, çarpı 365 gün, çarpı 6 vakit namaz (altıncısı salat-ı vitir) = 96. 360 vakit namaz, çarpı 500. 000 = 48 milyar 180 milyon TL. eder.

Bu paranın tamamının fakirlere dağıtılmasını isteyenler olduğu gibi, devir sürülerek 48 milyara ulaşılmasını savunanlar da vardır. Uygulama ikincilerin düşüncesi doğrultusunda olagelmiştir.

Devir sürme

Hesaplanan bu bedeller genellikle ödenmesi zor meblağlar olduğu için, devir işlemi yapılarak, bir fakire mesela 5 milyar ıskat-ı salat niyeti ile verilir, sonra fakir bu meblağı tekrar bize hibe eder, biz de tekrar aynı meblağı aynı niyetle fakire veririz. Bu işlem on defa tekrar edilerek 50 milyara ulaşılır. Bu işleme devir sürme denir.

Evet ıskat-ı salat böyle bir şeydir.

Aklı selim sahibi olan herkes bu işin sahtekarlık olduğunu hemen anlar. Ama nedense kimse anlamak istemez. Ve bu sahtekarlık devam edip gider.

Sonuç:

Namazın kazası yoktur. Namazı kazaya bırkarak haram işleyen müslümanlar, tevbe ederek Allah’ın çok sevdiği başka bir ibâdeti yapmalıdırlar. Tevbe ibadeti, bütün günahları affettirir ve insanı suçluluk ezikliğinden ve sıkıntısından kurtarır. En önemlisi devir sürme sahtekarlığından kurtarır.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.