NA, DU AUSLÄNDER!

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

NA, DU AUSLÄNDER!


Bir sabah elimde çanta evden çıktım. Merdivenlerden inerken alt kattaki komşum Bayan Leppak’ın kapısı açıldı. Kendisi ayda iki kez benim merdivenlerimi de temizliyordu. Beş yaşındaki oğlu Torsten beni görünce “Na, du Neger!” (N’aber zenci!) demesin mi…
Sabah sabah kızayım mı, güleyim mi bilemedim. Gerçi bu çok katlı binada diğer göçmenlerin yanı sıra Afrikalı bir aile de oturuyordu. Hoş, ona da bu söz söylenemezdi. Çocuk bana, “Na, du Ausländer! – N’aber yabancı” diyecekken, Na, du Neger!” deyivermişti. Ona göre bütün yabancılar Negerdi.
Bayan Leppak, benim Torsten’e bir şey söylememe fırsat bırakmadan oğlunu azarladı ve içeriye gönderdi; benden özür diledi.
Sabah sabah “Neger- zenci” olmuştum. Almanya’da bu yaştaki sevimli çocuklar bile bize hakaret edebiliyordu. Çocuğa bunu kimler öğretmişti? Belli ki evde bunlar konuşuluyor, çocuk da haliyle etkileniyordu.
Bir yandan Torsten’e kızıyor, bir yandan da için için gülüyordum. Okula varınca bir öğretmen arkadaşıma, ‘Na du Neger!’ deyince kadıncağız neye uğradığını şaşırdı. Kendisi, tatilini Türkiye’de geçirmiş ve iyice esmerleşmişti. Ona evde yaşadığım olayı anlatınca gülmeye başladı.
Daha sonraki günlerde Torsten’e, “Na du Neger!” diyerek takılmaya başladım. Torsten utanıyor, benden kaçıyordu. Bir yıl sonra o evden çıktım, başka bir semte taşındım. Aradan uzun yıllar geçti. Bir gün Torsten’le çarşıda karşılaştım. Adımı unutmamış. Gülerek bana selam verdi. Boyu benden uzun. Otuz altı yaşına girmiş. Elektrikçi olarak çalışıyormuş. Bir de sakal bırakmış.
“Na du Neger!” dedim. Başını öne eğdi. Ayaküstü sohbet ettik. Annesi ölünce onlar da o evden taşınmışlar. Ne zaman onunla karşılaşsam içimden, “Na, du Neger!” demek geliyor. Daha sonraları bu olay aklıma geldikçe gördüğüm herkese şaka yollu, “Na, du Ausländer!” diye takılmaya başladım.

***
Bir gün çarşıda gezerken Erhan’ı görünce:
-Na du Ausländer! diye seslendim.
Bunu duyan yaşlı başlı birkaç Alman yurttaşı şaşkınlıklarını gizleyemediler. Bir yabancı güpegündüz, kentin ortasında nasıl olur da böyle seslenebilirdi. Kendileri böyle bir söz söylemeye kolay kolay cesaret edemezlerdi.
Yaşadığım Herten kentinde nüfusun yüzde on beşini göçmenler oluşturuyordu. Kentin Belediye Başkanı Uli Paetzel, “Wir werden älter, weniger und farbiger- Biz yaşlanıyoruz, azalıyoruz ve renkleniyoruz,” diyerek durumu özetlemişti. Ancak bundan huzursuzluk duyan yerlilerin sayısı hiç de az değildi.
Erhan’la tokalaşırken,
-N’aber Ausländer! dedim.
-Bana bu sözü bir Alman söyleseydi kızar, hatta kavga bile ederdim. Sen söyleyince fıkra gibi oluyor. Madem bana Ausländer, dedin. Bugün kahveler benden…

***
Alt katta oturan komşum Bay Müller, Alman olmaktan gurur duyduğunu her fırsatta belli eder. Milli maçlarda komşularımız arasında en büyük bayrak onun balkonunda asılıdır. Konuşmalarından ve davranışlarından göçmenlere karşı önyargılı olduğu hemen anlaşılır.
Yıllar önce aldığım yeni arabayı görünce, “Hayırlı olsun!” demek bir yana içerlediğini; bir kendi arabasına bir benim arabama bakarak nasıl bir kıskançlık yaşadığını unutamıyorum.
Birgün Bay Müller’i merdivenleri temizlerken görünce;
-Na du Ausländer! dedim.
Kulaklarına inanamadı, gözlerini kocaman açtı,
-Ne?.. Ben mi Ausländerim?
-Evet, dedim. Du bist ein Ausländer. (Sen bir yabancısın.)
Göğsünü kabartarak,
-Ich bin Deutsche- Ben Almanım, dedi.
-Ama benim için sen bir Ausländersin…
Bay Müller ne diyeceğini şaşırdı. Eli ayağı birbirine dolaştı:
-Anlamadım… Nedenmiş o?
-Benim için Türk olmayan herkes Ausländerdir, de ondan.
Bay Müller bu yanıt karşısında diyecek söz bulamadı. İyi günler dileyip oradan uzaklaştım. Onun o günü nasıl geçirdiğini tahmin edebiliyorum. Bay Müller uzun bir süre benden uzak durdu. Şimdilerde yeniden selamlaşmaya başladık.
***
Ara sıra gittiğim ve içindeki müşterilerini az çok tanıdığım kafeye girince:
-Na, ihr Ausländer! dedim.
Bütün başlar bana döndü. Kimisi, “olamaz” anlamında başını salladı, yüzünü çevirdi. Bazıları ise hop oturup hop kalktı:
-Was soll das? (Bu ne demek oluyor?)
-Wir sind Deutsche. (Biz Almanız.)
-Du bist Ausländer!… (Yabancı olan sensin.)
-Durun, dedim. Niçin kızıyorsunuz? Ben daha dün Türkiye’den geldim. Bir an için sizi Alanya’daki Alman turistlerden sandım.
Onlara, Alanya’da bir Almanla aramızda geçen diyaloğu anlattım. Alman turiste;
-Sind Sie Ausländer? (Siz yabancı mısınız?) diye sorunca o;
-Nein, ich bin Deutsche! (Hayır, ben Almanım) yanıtını vermişti.
***
Verdi sendikasının Exertal’da düzenlediği ve sanatçıların katıldığı bir seminerde seksen yaşlarındaki Dresdenli bir yazar, verilen sigara molasında Doğulu Almanların Türkleri hiç tanımadıkları halde onlara karşı  düşmanca tavır aldıklarını, duvarlarda “Ausländer raus!” parolalarına sıkça rastlandığını belirttikten sonra:
-Bence Almanların yüzde doksanı nasyonalist (milliyetçi) dedi.
Çok şaşırdım. Bu kadar yüksek orandan bahseden bir Almanı ilk kez görüyordum. Frankfurt’tan gelen iki kadın onun bu sözlerine itiraz ederek;
-Sizin bu fikrinize katılmıyoruz, dediler.
Dresdenli yazar,
-Eğer itiraz ediyorsanız Almanların yüzde doksan dokuzunun milliyetçi olduğunu söylerim, dedi.
Demez olaydı; bütün huzurum kaçtı. Almanya’da ve Avrupa’da yabancı düşmanlığı neden artıyordu? Nitekim Pegida’nın 2014 yılının aralık ayında Dresden’de başlattığı ve haftalar boyu sürdürdüğü İslam ve göçmen karşıtı büyük yürüyüşler onu haklı çıkaracak nitelikteydi. Katılımcılar attıkları sloganlarla göçmenlere nefret kusuyorlardı. “Biz Alman kimliğimizi korumak istiyoruz. Yabancılar bizim hayat tarzımızı kabullenmiyor, kendi hayat tarzlarını dayatıyorlar. Hastanelerde yabancılara farklı yemek pişiriliyor. Yabancılar buraya uyum sağlamaya mecbur kılınsın. İlticası reddedilenler hemen sınırdışı edilsin” diyorlardı.
Egemen güçler ülke içindeki toplumsal sorunları ve sınıf farklılıklarını perdelemek için göçmenleri hedef tahtası haline mi getiriyor; yabancı düşmanı eylemlere göz mü yumuyorlardı? Tarih bir daha tekerrür mü edecekti? Eski başbakanlardan Helmut Schmidt yıllar önce yazdığı bir kitapta Avrupa’ya Müslüman ülkelerden işçi almakla büyük hata ettiklerini yazmıştı. Paris’te Charlie Hebdo dergisine yapılan ve on iki kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan terör saldırısından sonra Avrupa’da “Ausländer” ve Müslüman olarak yaşamak giderek güçleşiyordu. Bundan sonra Müslümanlar makul ya da potansiyel suçlu olarak görülecek, saldırılara uğrayacaklardı.
***
Başka bir seminerde tanıştığım Alman meslektaşıma verilen mola esnasında:
-Na, du Ausländer! dedim.
Birden kaşlarını çattı:
-Ne demek istiyorsunuz? diye sordu.
-Toplantıda savunduğunuz görüşler hoşuma gitti; özellikle yabancılara seçme ve seçilme hakkı talebiniz yerindeydi. Sizi kendime yakın hissettiğim için bu sözü söyledim, deyince yüzünde bir gülümseme belirdi.

***
Gördüğüm her insana yerli olsun, yabancı olsun “Ausländer” demeyi huy edinmiştim. Aslında bu sözden nefret ediyordum. Biz artık bu ülkede “Ausländer – yabancı” değildik; göçmendik; elli yıldan fazla bir zamandır Almanya’da yaşıyor ve çalışıyorduk; burası bizim ikinci vatanımız olmuştu. Türklerin yarısından çoğu Alman vatandaşlığına geçmişti; bunların bir bölümü çifte vatandaştı. İki bin yılından sonra doğan bütün göçmen çocukları yasa önünde Alman yurttaşı sayılıyordu. Buna rağmen toplumsal yaşamın birçok alanında bize karşı karşı ayrımcılık uygulanıyordu.

***
Dünyadaki yedi milyar insanın seksen milyonu Alman kökenli. Buna göre Almanların dışında kalan altı milyar dokuz yüz yirmi milyon insan ise “Ausländer” sayılır. Doğrusu Almanların bu denli azınlıkta kalmaları beni rahatsız eder; onları da çoğunluk içine almak isterim.
Huyumu bilen ve kendilerine “Ausländer” diyerek takılmayı adet edindiğim Alman dostlarım daha beni görür görmez;
-Na, du Ausländer! diyorlar. Ben de onlara,
-Selbe, selbe (sen de, sen de) diyorum. Birlikte gülüyoruz.
Sonunda, “Ausländer” sözü bu arkadaşlara bir iltifat gibi gelmeye başladı. Hatta onların da Alman arkadaşlarına, “Na, du Ausländer!” dediklerini kulaklarımla duydum. Hep biz Ausländer olacak değiliz ya, biraz da Almanlar Ausländer olsun.

***
Bir fidanın kendi toprağından, köklerinden koparılıp tanımadığı, bilmediği yabancı bir toprağa dikilmesi zorlu ve sancılı bir başlangıçtır. Fidanın yeni toprağına alışması; esen rüzgârlara ve fırtınalara karşı ayakta durması zaman ister, bakım ister. Bir fidan ancak uygun koşullarda filizlenir, çiçeklenir, yeşerir, meyveye durur; duruşu, kokusu ve farklılığı ile çevresine güzellik katar.
Kendi yurdunu ardında bırakıp dilini, dinini, kültürünü ve yasalarını bilmediği farklı bir ülkeye ekmek parası için gelen göçmenlerin maceraları da toprağı değiştirilen genç fidanlara benzer. Yeni yurtta ayakta kalmak; yaşam savaşı vermek, saldırılara, haksızlıklara göğüs germek herkesin harcı değildir; yürek ister, cesaret ister, direnç ister. Onun için göçmenler benim gözümde bir kahramandır; sevgiye ve saygıya layıktırlar.
Bazılarının küçümsemeye çalıştığı, dışladığı, horladığı “yabancı / göçmen – Ausländer” sözü bundan dolayı benim için bir iltifat değerindedir.

***
Sokakta sendika bildirisi dağıtan bir Almana “Ausländer!” diye takıldığımda gülerek, “Wir sind alle Ausländer, fast überall – Biz hemen hemen her yerde yabancıyız” dedi. Ben de aynı düşüncedeyim; günümüzde insanlar arasında yerli yabancı ayrımı yapmak bir ilkelliktir.

Bahattin GEMİCİ

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.