MUTLU TESADÜFLER

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Türk işçilerinin Almanya’ya gelişinin ellinci yıldönümünde dernek, kuruluş veya resmi yöneticilerin yaptığı etkinlikler oldukça ilginç. Ama en fazla olumlu olarak ikinci neslin almanca yazdığı kitapları buluyorum. İkinci nesilden başaranların biyografilerini araştırıp, daha yakından tanımak merakı ile tarihin direk ilgisi var.

Elli yılın kırk yılını yaşamış biri olarak, yazılanları çok önemli buluyorum. Türkçe yazarak birbirimizi bilgilendirmek, almanca yazarak Almanlara ulaştırmak gerekir. Yoksa hiç bir şey değiştirilemez. Eğer Hilal Sezgin, siz yeni Almanların Müslüman olduğumuz halde, bizim de Cumhurbaşkanımızsınız, diye imza toplayıp, açık mektup yazmasaydı, Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff “İslâm da bize aittir” tartışmasını açmayacaktı. İkinci nesil çocuklarımızın bazıları toplumda yalnız başarıya ulaşmayla kalmamış, cesurca hem yazıp hem söylüyorlar. Böylece oldukça zor ama çok önemli sosyal bir görev yükleniyorlar.
Başaranların aileleri çocuklarının daha iyi işlerde çalışmalarını sınıf atlamalarını istiyorlardı. Kendileri çocuklarına ders konusunda yardım edemiyorlardı. Zira almanca bilmiyorlardı ve çok zor işlerde çalışıyorlardı. Babaların çoğu vardiyalı işler görüyorlardı. Yani gündüzleri uyuyup, geceleri işe gidiyorlardı.
Türkiye’de bırakılan büyük anne-babaların yerine onlar Almanya’da kendilerine yardım eden melekleri bulmuşlardı. Komşum Bayan Erna Stockmann çocuklarıma derslerine yardım için ortam hazırlıyordu. Okul saatlerinden sonra evde yalnız kalmıyorlardı. Sıcak bir çorba, her şeyden önce sıcak insan ilişkisi vardı.
Yalnız kendi okul aile toplantılarıma değil okulda tercüme etmek için diğer sınıfların toplantılarına da gitmek zorundaydım. Çocuklar korkarsa büyükanne ve baba huzurla uyumalarını sağlıyordu. Bayan Stockmann, çok sesli, gürültülü bir şey duysa korkarak Ruslar mı geliyor, diye bize koşardı. Savaşın etkileri, tarihi bizzat şahitlerinden çocuklara aktarılmıştı. Tarih bilgileriyle ikinci nesil zaman zaman okulda tarih öğretmenlerini bile şaşırtıyorlardı. Sineb El Masrar, Eğer mutlu Tesadüfler tüm Biyografileri kurtarırsa, başlığıyla yazdığı yazısında şöyle diyor:
“Bazen emekli öğretmenler biz küçük siyah kafalılara yardım ederdi. Ben şahsen böyle bir meleği sınıf arkadaşımın annesinde bulmuştum. Annesi sınavlardan önce beni davet eder hazırlığıma yardım ederdi.”
Öğrenciler anadilde almanca konuşma fırsatı bulurlardı. Yaşlı nineler, dedeler bildiklerini paylaşmak mutluluğunu tadarlardı. Bu iyilik perileri ilk Türk veya Arap mutfağı lezzetine varanlardı. Her şeyden önce kaybettik zannettikleri aileyi yeniden bulmuşlardı. Değişen zaman büyük şehirlerde yaşlı Almanları huzur evine gönderdi. Bugün onların yerini kütüphane, yuva, gençlik buluşma yerleri aldı. Tam gün ders yapan okullarda ev ödevi saatleri kondu. Bu derslerde öğretmenler yardım ediyorlar.
Politikacıların, panel ve diğer toplantılarda, televizyon kanallarında bahsedilen almanca dili Zafer Şenocak’ın Dil açar, yazısında bahsettiği dil değil. Kitabını babasına hitap ederek açıyor.
“Bana köklerin çok dilli olduğunu öğreten babam için.”
Sekiz yaşında Almanya’ya gelen Şenocak çocukluğunu düşünüce pozitif duygular hissediyor. İstanbul’un gürültüsünden sonra Yukarı Bavyera’da küçük bir kentte ilk öğrendiği kelime (Nachtruhe) gece huzuru oluyor, geceye benzemek, gece gürültü yapmamak. Onun için Almanya bir ülkeden ziyade bir yabancı dildir. Konuşamayınca vücut dili önemini gösteriyor. Bakışlar tersleme değil, yok sayma gibi soğuk geliyor.
Evde hiç almanca konuşulmadı, annesi öğretmen olduğu için, aile en iyi bildiği dili konuşmalı bilincine sahipti. Şenocak biyografisine yön veren emekli öğretmenle karşılaşmıştı. Bayan Saal ciddi, alman terbiyesinde bir öğretmendi. Her gün öğleden sonra bir buçuk saat almanca ders alıyordu. Kelimelerin tadı elma pastası gibi güzeldi. Pasta hep masada hazır dururdu, dersi iyi yaparsa tadına bakmaya izin vardı. Evin oldukça loş olduğunu hâlâ hatırlıyor, Şenocak şöyle devam ediyor:
“Almanca dilinde huzur duymam, pozitif duygular hissetmemi Bayan Saal’a borçluyum. Gayretle her yabancı dil öğrenilir, ama dilin içinde rahat ve emin hissetmek, zevk almak için kendini ona iyi vermek lâzım. Bayan Saal ben de yalnız öğrenme değil, dilde Almancada yaşamayı öğretti. Onun dersleri olmasaydı bugün almanca yazan bir yazar olamazdım.”
iltergh-11-04-a.jpg
 
Aslında Türkçe ile almanca birbirleriyle iyi anlaşırlar, eğer insanlar birbirlerinin diline değer verirse. Türkçe Almanya’da evinde gibi kabul görmezse, Türk insanlarının içinde de almanca evinde gibi hissedemez. Şenocak’ın yazısından anavatanın insanın içinde dilinde olduğu neticesine vardım. Kemal Kurt “kitaplarım nerdeyse, anavatanım orasıdır,” demişti. Şenocak, bunu daha derinleştiriyor. Sınır diller arasında da gerekir. Sınırlar geçilebilir biri diğerine değer vermeli ve ciddiye almalıdır. Bu diller arasında başlar, sonra insanlar ve ülkeler arasında devam eder.
 
Sınır olmadan yakınlık, mesafe ve emniyet duyguları da gelişemez. Sınırlar duvarla örülürse uzun süre yaşayamaz, yıkılmak zorunda kalır. Türkçe bir gün Batı Avrupa’da da evinde olacaktır. Barış için başka bir çare de yoktur. Bu bütün dünyada azınlık dilleri için de geçerlidir. Sevgi, anlayış olmadan hayatta hiç bir şeye ulaşılamaz. Bugün tartışılan her konu unutulacak. Çocuklarımız yıllar sonra araştırma ihtiyacını duyacaklar. Arşivlerimize gözümüz gibi bakmalıyız, tüm yayıncılara verilen sorumluluk çok önemli.
Sevgili okurlarım, başaran çocuklarımızın biyografilerini değiştiren o güzel meleklerin herhalde hepsi vefat ettiler. Tanrıdan rahmet diliyorum, ruhları huzur bulsun! Onlara çocuklarımız ve torunlarımız adına minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Hoşça kalın!
  
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen 
Kaynaklar:
Hilal Sezgin, Manifest der Vielen, Deutschland erfindet sich neu, Blumenbar Verlag, Berlin 2011. (s.167)
ISBN 978-2-936738-74-2
Zafer Şenocak, Deutschsein, eine Aufklärungsschrift,
Edition Körber-Stiftung 2011. (s.9)
ISBN 978-3-89684-083-7

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.