MÜSLÜMANLAR NİÇİN GERİ KALDI?

ABONE OL
18:53 - 01/10/2020 18:53
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Ortaçağ’da Müslüman İlim Adamları’nın yaptığı keşif ve icatları yazıyorum. Çok güzel tepkiler alıyorum. Sorularda soruluyor. ”Bu kadar keşfin altına imza atan Müslümanlar bugün niçin geri kaldı?” diye.
Bu konuda Prof. Dr. Hasan Onat’ın yazdığı bir makale var. Aynen iktibas ederek sizlerin istifadesine sunuyorum.

”Müslümanlar, Müslüman kalarak gelişmek, insanlığın kaderinde etkin olmak istiyorlar mı? Eğer istiyorlarsa, ilk adım aklı etkin kullanmaktır. İkincisi bilginin gücüyle evrensel ölçekte değer üretmektir. Kur’an’ın ilk emri ‘Oku!’ Okumak, bilgiye dayalı süreçler topluluğunun adıdır. Müslümanlar, Kur’an’ı nasıl ve ne kadar okuyorlar?
İnsanla ilgili hiçbir şey, hiçbir zaman tek bir sebebe indirgenemez. Bu bakımdan Müslümanların geri kalmalarının pek çok sebebi vardır. Bize göre, bu sebeplerin en önemlilerinden biri çarpık din anlayışıdır. Ölülerin egemenliğine ve maziye mahkûm olmanın da, geleneği dinleştirmenin de, sağlıklı bir demokrasi kültürü üretememenin de bir şekilde çarpık din anlayışıyla bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Daha açık bir ifadeyle, Müslümanların kafasındaki genel İslam algısının hem Kur’an’ın temel kurucu ilkeleriyle hem de Hz. Peygamber’in örnekliğinde ortaya çıkan arı, duru, fıtrata uygun anlayış biçimiyle örtüştüğü pek söylenemez.

ÇİFT YÖNLÜ BİR KILIÇ GİBİ
Din, bir tür paradigma, algı düzeneği işlevi gördüğü için, din alanında ortaya çıkan küçük bir çarpıklık, hayatın bütünü göz önüne alındığında çok büyük bir çarpıklığa dönüşebilir. Din, kültürün şekillenmesinde en etkili faktörlerden biri olduğu için, din anlayışı sağlıksız olan bir toplumda, din karşıtlarının bile sağlıklı olması pek mümkün olmaz. Dinin çift yönlü kesen bir kılıç gibi olması, olumlu olanın da, olumsuz olanın da, din sayesinde toplumda kalıcı iz bırakabileceğini göstermektedir. Din, eğer dinamik boyutu insanlara kazandırılırsa, toplumu bütünleştirir, yaratıcılığı üst düzeyde teşvik eder; ahlakın ve adaletin içselleştirilmesini kolaylaştırır. Bunun tersi de doğrudur; sağlıksız bir din anlayışı ayrıştırır, uyuşturur; gerçeklerin görülmesini engeller; insanları çelişkilerle kucak kucağa yaşamaya mahkûm eder.

BATI’NIN TÜKETİCİ KÖLESİ
Konunun doğru anlaşılabilmesi için, bu tespitlerin somutlaştırılmasında fayda var. Gelişmişliğin temel kriterlerinden biri, hiç kuşkusuz toplumların içinde bulundukları refah seviyesidir. Müslümanların yaşadıkları bölgelerden petrol fışkırıyor. Müslümanların arasında açlık ve ölüm kol geziyor. Temel hak ve özgürlükler, insanca yaşayabilmenin olmazsa olmaz ölçütleri. Hangi Müslüman ülkenin bu konuda ciddi sorunu yoktur? Türkiye’nin bile, temel hak ve özgürlükler konusunda yeterli düzeyi yakaladığı söylenebilir mi? Bilim; gelişmenin, ilerlemenin omurgasını oluşturur. Müslümanların, mevcut bilim ve teknolojide nerede durdukları ortada. Hepimiz, Batı’nın tüketici köleleri gibi değil miyiz? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Ancak, sorunun kaynağına inmediğimiz müddetçe, çıkış yolunu bulamayız. O zaman, temel soruyu şöyle ortaya koyabiliriz: Müslümanlar, Müslüman kalarak gelişmek, insanlığın kaderinde etkin olmak, özne olmak istiyorlar mı? Eğer istiyorlarsa, çıkış yolunun ilk adımı aklı etkin kullanmak ve bilginin gücüne sahip olarak evrensel ölçekte değer üretmektir. Öyleyse, gelin hep birlikte bilginin, bilimin, üretimin neresinde olduğumuzu samimiyetle sorgulayalım. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Kur’an’ın ilk emri ‘oku!’. Okumak, bir metni okumak anlamına geldiği gibi, daha ileride, düşünmek, anlamak anlamına gelir. Okumak, bilgiye dayalı bir süreçler topluğunun adıdır. Müslümanlar okuyorlar mı? Müslümanlar, Allah katından geldiğine inandıkları Kur’an’ı ne kadar okuyorlar?

YÜZLEŞME KORKUSU
Gerçekten de, özeleştiri sürecini okumaktan başlatmanın bir tür zorunluluk olduğunu düşünüyoruz. Hiç kuşkusuz dünyada en çok okunan kitap, Kur’an-ı Kerim’dir. Ancak, Müslümanlar, Kur’an’ı anlamaksızın okumayı ibadet telakki ettikleri için, Kur’an’ı anlamak konusunda özel çaba sarf etmekten uzak durmaktalar. Bu durumu, ‘Müslümanlar Kur’an okumaktan korkuyorlar’ şeklinde özetlemek mümkündür. Evet, işin içinde korku vardır. Bunun, bilinçaltı bir korku olduğunu söyleyebiliriz. Kur’an, insanı kendi gerçekliğiyle yüzleşmeye çağırır. Kur’an, ‘bilmediğin şeyin ardına düşme’ der. Kur’an, ‘bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını’ söyler. Kur’an, ‘canlıların en kötüsünün, düşünemeyen akıletmeyen kimseler’ olduğunu söyler. Kur’an, ‘aklını kullanmayanların pislik içinde kalacağını’ hatırlatır. Başa gelen tüm olumsuzlukların insanın kendi tercihlerinin sonucu olduğunu belirtir. Sadece bu gerçeklerle yüzleşen Müslüman, işin gerçeği utancından yerin dibine girer.

TARİHTEKİ İLK OKUMA-YAZMA SEFERBERLİĞİNİ HZ. MUHAMMED YAPTI
İSLAM, ‘Oku!’ diye başlar. Hz. Peygamber, ‘bilim talep etmenin kadın-erkek her Müslüman’a farz’ olduğunu belirtir. Hz. Muhammed, hicretten sonra, Medine’de Mescid-i Nebevi’nin içinde, bilinçli bir eğitim süreci başlattı. En çarpıcı örneği Bedir Savaşı sonrası görüyoruz Okuma yazma bilen esirler, Müslümanlara okuma- yazma öğretme karşılığında özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Bunun tarihte ilk okuma-yazma seferberliği olduğunu söyleyebiliriz.

GEÇMİŞE ÖYKÜNMEK DEĞİL: Kur’an’ın teşvikleri, Hz. Peygamber’in örnekliği, kısa sürede Müslümanlarda bilimsel zihniyetin oluşmasını sağladı. Hz. Peygamber’in vefatını müteakip ilk 3 asırda, omurgasını bilimin oluşturduğu muhteşem bir medeniyetin temelleri atıldı. Abbasi Halifesi Me’mun zamanında kurulan Beytu’l-Hikme, Müslümanların bütün insanlığın birikimine talip olduğunun bir kanıtı olmuştur. Burada, bilim adına ne bulunduysa, Arapça’ya tercüme edildi. Bunun en çarpıcı örneği Yunan klasikleridir. İbn Sina’nın eserleri, 18. asra kadar Batı’da tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okuturdu. Bu sebepten, diyoruz ki, Rönesans ve Reform hareketlerinin arka planında Müslümanların bilimsel birikimi yatar. Bunları, geçmişe öykünmek için söylemiyoruz.

BİLİM GÜVEN İSTER: Din adına akıl düşmanlığının, bilim düşmanlığının yapıldığı, özgürlüğün ve adaletin olmadığı bir yerde, ne din olur, ne medeniyet olur, ne de insanlık… Paranın ve bilimin daima güvenli ortamları tercih ettiğini hatırlamakta fayda vardır. Yaratıcılık da, yüksek güven kültürünün kök saldığı ortamlarda gelişir. Eğer ilerlemek, gelişmek, özne olmak gibi bir niyetimiz varsa, aklı yeniden keşfederek işe başlayabiliriz. Hz. Muhammed boşa dememiş, aklı olmayanın dini de olmaz, diye…

ONURUMUZLA VAR OLMAK İÇİN
EĞER onurumuzla var olmak gibi bir derdimiz varsa, özne olmak istiyorsak, bunun yolunun bilimin gücüne sahip olmaktan geçtiğini de bilmek durumundayız. Müslümanlar, önce aklın varlığını yeniden keşfetmek, sonra da enerjilerini bilim alanına yöneltmek zorundadırlar.”

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.