MÜSİAD BERLİN 2016 RESEPSİYONUNU GERÇEKLEŞTİRDİ

ABONE OL
18:12 - 01/10/2020 18:12
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best
MÜSİAD BERLİN 2016 RESEPSİYONUNU GERÇEKLEŞTİRDİ


MÜSİAD Berlin yıllık resepsiyonunu gerçekleştirdi. Organizasyon mükemmel. Gençler hizmet yarışına girmişler. Şık giyimli ve saygılılar. 
Masalar, kendilerine önceden kimlerin misafir olarak geleceğini biliyor. Kimin kiminle oturacağı önceden kendilerine bildirilmiş. Kısa bir musiki resitaliyle program başladı. Piyanoda Esra Karakaya. 
Daha sonra Türk Sanat Musikisi’nden örnekler sunuldu. 
Mükemmel bir ud taksimi ve ney dinletisi. Ritm saz eşliğinde harika. Onları dinlerken geleceğe ümitle bakmamak mümkün değil. Müziğini kaybetmeyen bir millet kimliğini de kaybetmeyecektir.
Berlin Belediye Başkanı Michael Müller programın onur konuğu olarak takdim edildi. T.C Berlin Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Ufuk Gezer, Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, IHK Berlin, HWK Berlin, Çeşitli Federal Bakanlıklar, Berlin’deki bazı yüksek okul temsilcileri,  sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve  MÜSİAD Berlin‘in üyeleri oradaydılar.

Önder Coştan Müsiad Berlin’in faaliyet raporunu sundu. Abartı yoktu sunumda. Kısa ve net. Açış konuşması için Müsiad Berlin başkanı Veli Karakaya kürsüye davet edildi. Kırmızı atkısıyla Veli Karakaya kendinden emin bir şekilde kürsüde yerini aldı. Protokolün ismini teker teker okuyarak kendilerine “hoş geldiniz” dedi. Basın mensuplarına ve misafirlerine selamlarını sundu ve onlara da “hoş geldiniz” dedi. Sonra da konuşmasına başladı:

“Yirmi yılı aşkın bir zamandan bu yana üyelerimiz ve içinde yaşadığımız toplumun bireyleri için eğitim ve meslek imkânlarının daha da iyi hâle gelmesi için uğraş veriyoruz. Bizler daima barış içinde bir arada yaşamak için çaba sarf ettik.
Kendilerini kamufle eden bazı siyasi hareketlerin hoşgörüsüzlüğünü ve hızla artan ırkçılığın toplumumuzun merkezine ulaştığını gözlemliyoruz.
Aynı zamanda ülkelerini terk etmeye mecbur kalan mültecilerin dini kurumlarına veya meskenlerine yönelik saldırıların arttığını da gözlemliyoruz.
Bütün bu olumsuzluklara karşın, ülke çapında(Federal Almanya) halkımızın büyük çoğunluğu tarafından desteklenen akla ve barışa çağrı yapan girişimleri de biliyoruz.
Bazı şehirlerin olumsuz tutumlarına karşın, özellikle Berlin, bir arada barış içinde yaşam için iyi bir örnek olduğunu defalarca ispat etti.
Burada Sayın Belediye Başkanımızdan bir alıntı yapmak istiyorum: “Kadın-erkek binlerce Berlinlinin, Hoşgörüsüzlüğe ve İslâm Düşmanlığına karşı bir tepki vermeleri güzel bir durum. Bütün insanlar dini inancına bakmaksızın, ister Müslüman olsun ister Yahudi, ister Hristiyan Berlin’de kendi evindedir, şehrimizin ayrılmaz parçasıdır. Bunu kimse elimizden alamaz.”

Sayın konuklar, zor zamanlarda bizi çetin sınavlar bekliyor. Dünyamız gittikçe küçülüyor ve giriftleşiyor. Olaylar artık sadece milli sınırlar dahilinde cereyan etmiyor. Sınırlar ötesini ve uzak ülkeleri de ilgilendiriyor. Küresel terör ve mülteci durumuna düşerek başlarını sokacak bir ev arayışındaki insanlar bunun acı örnekleridir. Son zamanlarda hepimiz birçok bombalı saldırıya şahit olduk. Bu vesileyle tekrar terör kurbanlarını ve ailelerini saygıyla anıyorum ve her türlü terörü ayırım yapmadan, eşit şekilde şiddetle kınamamız ve tel’in etmemiz gerektiğini hatırlarınıza getirmenizi istiyorum. Bu barbarca yapılan saldırılar sadece “Batılı Değerlere” değil bilakis tüm insanlık camiasına karşı yapılmıştır. Teröre karşı birlik isteyenler, önce kendileri birlik olmalıdırlar; terörün Paris, Ankara, Lübnan veya Filistin’de olması arasında fark yoktur. Krizler ve savaşlar bugün milyonlarca insanın vatanlarını terk edip mülteci durumuna düşmelerine sebep oluyor.

Bu insanların çoğu terör tehlikesinden kaçarken hayatlarını yolda kaybediyor. Sadece 4.000 insan bu yıl içinde Akdeniz’de hayata veda etti. Hepimiz cesedi sahile vuran 3 yaşındaki o bebeği hatırlıyoruz. Tabii ki bu durum hem Avrupa hem de Almanya için birçok açıdan büyük bir mesele. Toplumda ve siyasi arenada Avrupa’nın birliğini dahi sorgulayan şiddetli tartışmalar oluyor. Avrupa içi sınır kontrolleri ve insani yardımlardan uzak durma politikalarıyla bazı hükümetler Avrupa’ya inanmadıklarını ortaya koymuş oldular. Tüm bu olanlara rağmen ben Almanya’nın ve hepsinden evvel Şansölyemizin karşıdan esen şiddetli rüzgârlara rağmen çok net bir duruş sergilemiş olmasından dolayı mutluyum. O, yardımlarını insaniyetin gereği olarak “Yapabiliriz!” sloganıyla gerçekleştirdi. Biz, dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya olarak yardımlarımızı nasıl kısıtlayabilirdik, hatta yardım etmeyi nasıl reddedebilirdik? Biz de bazı komşularımızın yaptıkları gibi Irkçılığı ve Yabancı Düşmanlığını mülteci siyasetine model mi alsaydık?
Almanya tarihi boyunca çok farklı zorlukları göğüslemiş güçlü bir ülkedir. Hep beraber bugün de bu durumun üstesinden gelebiliriz. Tabii ki bu pek kolay olmayacak. Yardım bekleyenlerin çokluğu ayrı bir yük. Ancak bu insanların korunması öncelikli görevimiz olmalı. Aksi takdirde Anayasa’mızın idealinden ve Avrupa idealinden nasibimizi alamamışız demektir. Bu insanların elimizden bir şeyleri alacakları korkusu yersizdir. Gandi, tam da bu noktada şöyle demişti: “Dünya herkesin ihtiyaçlarına yeter, ama hırslarına yetmez.”

Bu yüzden Şansölyemizin sözlerini bir kez daha tekrar etmek istiyorum: ”Evet, Yapabiliriz!”
İçinde bulunduğumuz durumun tüm zorluklarına rağmen, inanıyorum ki yapabiliriz. “Göç” uzun vadede toplumumuz için gerçekten bir kazanım olacaktır. Türkiye kökenli işletmeler göçün bir ülkeyi nasıl zenginleştirebileceğinin en bariz ispatıdırlar. Başlangıçları 35 yıl öncesine dayanmasına rağmen, bugün Alman toplumunun önemli bir sütunu haline geldiler. Bugün Türk kökenli işletme sayısı 90.000’e ulaşmış durumda.

420.000’den fazla insana istihdam sağlıyorlar ve yılda 40 milyar Euro’dan fazla ciro yapıyorlar. 12 milyar Euroluk doğrudan yatırımlarıyla ülkemiz ekonomisinin önemli motorlarından biri olmaya devam ediyorlar. Ve yeni istihdam yaratma dinamizmi hâlâ canlılığını yitirmiş değildir. Federal ortalamada her 100.000 kişiye 124 işletme düşerken, bu sayı Türk kökenli göçmenlerde 239 olarak tespit edilmiştir. Bu işletmeler sadece bir kültürün ve etnisitenin değil, bizim işletmelerimizdir, bizim ekonomimize yani Almanya’ya aittirler. Dinlerini ve kültürlerini korumak için gösterdikleri hassasiyet,  asla suçlamalara ve ayrımcılığa bahane teşkil edilmemelidir. Cesur olmalıyız, birbirimizi desteklemeliyiz, popülizme ve her türlü aşırılığa karşı omuz omuza durmalıyız. Benim ‘güçlü demokrasi’ den anladığım budur. Açıklık ve saygı çerçevesinde oturup meselelerimizi konuşabilmeliyiz. Gerekirse, ki gerekiyor;  diğer rahatsız edici mevzuları da gocunmadan rahatlıkla konuşabilmeliyiz. Bu mânâda tüm sivil ve siyasi aktörler bu hedeflere ulaşmak için göreve amade olmalıdırlar.

Saygıdeğer Belediye Başkanı,
Berlin’in sahip olması gereken vasıflarını şu şekilde sıralamıştınız: “Berlin, herkes için dayanışmacı ve hoşgörülü bir şehir, herkese vatan olabilecek bir dünya metropolü, birlikte yaşamaya teşvik eden bir şehir, elini taşın altına koymaya hazır olanları cesaretlendiren bir şehir olmalıdır.” Demiştiniz.

Şu bulunduğum noktadan, burada bulunan çok sayıda göçmen kuruluşunun huzurunda sizi temin ederim ki: Hedefleriniz hedeflerimizdir. Sorumluluk alıyoruz, yerimizi alıyoruz ve işin ucundan tutuyoruz.
Kanaatim odur ki, insanoğlu tabiatı gereği nefreti ve düşmanlığı reddeder. Biz de tabiatımıza uyarak nefreti ve düşmanlığı reddediyoruz. İnanıyorum ki önümüzde çok daha iyi günler bizleri bekliyor. Çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakacağız. Bu hepimizin ortak tarihi sorumluluğudur. Biz insanların umuda ve güvene ihtiyacı var, düşmanlık ve hoşgörüsüzlüğe değil, çünkü:
„ Şark Tanrı‘nın!
Garb Tanrı‘nın!
Kuzeyi de güneyi de
Yatar O‘nun elinin selâmetinde…”


Eksiklikler:
1- Türk sivil toplum kuruluşları yaptıkları toplantılarda, kendi kültür değerlerinden taviz vermemelidirler. Özellikle dernek başkanları konuşmalarını iki dilde yapmalıdırlar. Dilini kaybeden milletler kimliklerini kaybetmeye mahkûmdurlar. Bilhassa Türkiye’de Kürtçe konusunda belli bir duruş sergilediğini bildiğimiz Almanya, Türklerin Almanya’da Türkçe konuşmalarını muhakkak destekleyeceklerdir.
2- Türklerin toplantılarına katılan Alman misafirler, Türk damak tadına uygun yiyecek ve içecek beklentisinde olurlar. Bundan dolayı bu beklentilere cevap verilmelidir.


Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.