MISIR

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Ünlü tarihçi Heredot: “Mısır Nil’in bir armağanıdır.” sözüyle Mısır’ın eski çağlardaki önemini belirtir. Dünya uygarlığının boy atıp geliştiği önemli bir yerdir Nil’in suladığı bu verimli toprak. Tarih boyunca önemli siyasal ve kültürel değişimlerin yaşandığı Mısır, üç kıtanın merkezinde stratejik önemi yüksek bir ülkedir. Helen istilasında Helenistik bir kültürün egemen olduğu Mısır, Müslüman Arapların işgalinde ise Araplaşan bir değişimin coğrafyasıdır.

Türklerin uzun süre egemen olduğu bir yerdir burası. İlk defa Türkiye adı Memluklar döneminde bu topraklarda kullanıldı (Memalik-i Türkiye). Yıllarca Baharat Yolu’yla dünya ticareti bu toprakları mesken edindi. Yüzyıllarca Türkler tarafından yönetilmesi nedeniyle tarihsel, kültürel bağlarımızın çok güçlü olduğu yadsınamaz bir gerçek.

Günümüzde Ortadoğu’nun üç güçlü Müslüman ülkesi var: Türkiye, İran ve Mısır. Bölgenin diğer önemli aktörleri ise ABD ve İsrail’dir. Bu coğrafyadaki siyasal gelişmeler, sözü edilen ülkelerin siyasal duruşları ve bölgesel etkileriyle orantılı olarak değişip biçimlenecektir. Ortadoğu’yu önemli kılan dünya enerji kaynaklarının merkezi olmasıdır. Enerjinin dünya ekonomisindeki vazgeçilmez önemi, bölgeyi sanayileşmiş zengin ülkelerin rekabet alanı yapmakta. Bu rekabet, doğaldır ki güç mücadelelerini ve sonucunda da çatışmaları körüklüyor. Arap-İsrail uyuşmazlığı ise bölgede çözülmesi gereken önemli bir kördüğüm.

İsrail Devleti’nin kurulması (1948), bölgede Arap-İsrail savaşlarının da başlamasına neden oldu. Bu çatışma ortamı göstermiştir ki, Mısır olmadan savaş da barış da olmuyor Ortadoğu’da. Bu nedenle kilit ülkedir Mısır. Buradaki siyasal değişimler, bölgedeki gelişmeleri olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecektir. Ülkemizin de bu gelişmelerin dışında kalması düşünülemez.

Tunus’ta yönetime karşı başlayan isyan beklenildiği gibi hızla bölgeye yayıldı. Alevler Mısır’a sıçradı. Kahire ve diğer kentlerde günlerdir Mübarek’e karşı gösteriler sürüyor. Müslüman ülkelerde Türkiye hariç laiklik ve demokrasi yok. Göstermelik seçimler yapılıyor, bunu da bazıları demokrasi sanıyor. Özellikle Arap ülkelerindeki çağdışı yönetimler dikkat çekici. İslam ülkelerinin hiçbirinde Atatürk Devrimi’ne benzer bir çağdaşlaşma projesi de görülmemekte. Denetimsiz, keyfi, dışa bağımlı, çağdışı yönetimler ülke kaynaklarına sahip çıkamıyor; gittikçe artan yolsuzlukları önleyemiyor. Yolsuzluğa, sömürüye dayalı ekonomik yapı halkın gittikçe yoksullaşmasına neden olmakta. Hızlı nüfus artışı da yoksullaşmanın bir başka nedeni. Bu ülkelerdeki yoksul genç nüfus patlamaya hazır bir bomba. Dünyada solun güç yitirmesiyle muhalif hareketlere dinsel düşünceler egemen. Ortak slogan ise: “Çözüm İslam’da!”. Televizyonlardan göstericilere bakıldığında çeşitli kesimlerden insanların bulunduğu görülmekte. Şimdilik gösterilerin lideri olarak hiçbir kişi ve örgüt ortalıkta görünmüyor. Mısır nüfusunun yüzde kırkının günde ortalama iki dolar kazandığı düşünüldüğünde, ülkedeki yoksulluğun boyutu ortaya çıkıyor. İnsanların ekmek ve özgürlük isteği ne yazık ki çok bilinçli ve örgütlü değil. Bu koşullarda en güçlü siyasal grup olan Müslüman Kardeşler Örgütü’nün öne çıkmayışı ilginçtir. Neden mi?

Mısır, diğer bölge ülkeleri gibi petrol zengini değil. Sanayisi gelişmemiş. Tarım, turizm önemli geçim kaynakları. ABD yardımları ile ayakta durabilen güçlü bir ordu var. Kısacası Mısır, dünyayla iyi ilişkiler kurup ticaret yaparsa ayakta durabilir. Bu nedenle İran benzeri bir rejimin ayakta durması olanaksız. Üstelik böyle bir macera, halkı daha da yoksullaştırır. Şeriata dayalı olası bir yönetimin halkın yoksulluğunu gündemden kaldırmak için yapacağı tek şey İsrail’le çatışmak ya da bölgenin zengin ülkelerini düşman gösterip onlara saldırmak. Böylesi bir durum ise felaket. İşte, Müslüman Kardeşlerin bildiği gerçek bu.

Türkiye; tarihsel, kültürel, stratejik nedenlerle bölgedeki gelişmelere kayıtsız kalamaz. Baştan beri Türk kamuoyu bölgedeki gelişmelerle yakından ilgili. RTE ile Obama arasında telefon görüşmesi yapıldıktan sonraki AKP grup toplantısına Mısır konusu damgasını vurdu. Erdoğan, bir “demokrasi kahramanı(!) olarak Mübarek’e çekil çağrısı yapıyor. Akşam saatlerinde ise ABD sözcüsünün, aynı doğrultuda açıklama geliyor. Çok geçmeden Mübarek, Eylül’deki seçimlerde aday olmayacağını söyledi. Ardından kameraların karşısına geçen Obama, Mübarek’le yaptıkları görüşmede “Mısır’da barışçıl ve sakin bir iktidar değişikliğinin hemen şimdi başlaması gerektiğinin altını çizdiğini” söyledi. Kırgızistan gezisindeki RTE; “Artık Mübarek’ten çok daha farklı bir adım atması bekleniyor. Halkın beklentisi bu. Oradaki bir demokrasi uygulamasının çok kısa bir sürede başlaması için de şu andaki mevcut yönetim güven vermiyor.” Açıklamalara bakınca Obama ve RTE’nin “demokrasi aşkının” nasıl da belirleyici olduğu görülmekte.

Ülkesindeki en küçük protestoya, gösteriye, hak arama mücadelesine, eleştiriye dayanamayan ve bunlara karşı en sert müdahalelerin yapılmasından çekinmeyen RTE’nin bir demokrasi ve özgürlük kahramanı olarak öne çıkması anlaşılmaz bir durum. Ne güzel değil mi? Kendi meydanındakilere biber gazı, Arap meydanlarındaki halka ise destek… Yurt gezileri öncesi gösteri yapma olasılığı olan yurttaşları önceden gözaltına aldırt, ondan sonra kalk, dünyaya demokrasi dersi ver. Bir yandan Ortadoğu’da “ılımlı İslamcı” politikaların egemen olması için önemli bir hamle, öbür yandan ise büyük bir seçim yatırımı. Bir taşla iki kuş vurmak da buna denir.

Hele ithal lider adayı El Baradey’in Mısır sokaklarında görülmesi, bu hareketin sonuçlarıyla ilgili tereddütler yaratmakta. Ekmek ve özgürlük için sokakları dolduran bu insanlar neden ithal liderlere mahkûm oluyor? Çünkü Mısır toplumu örgütsüz. Özgür bireylerin olmadığı ülkelerde bilinçli toplumsal hareketler beklemek olanaksız. İşbirlikçi, çağdışı yönetimlere karşı eylemlerde antiemperyalist bir söylemin olmaması ise düşündürücü. Bu nedenledir ki Mübarek gider, yeni bir diktatör gelir. Böylesi bir anlayışla da toplumun ileriye doğru evrimi devrime dönüşmez. Kamuoyumuzda her isyan hareketini devrim olarak nitelemek de bir kavram kargaşasına neden olmakta. “Devrim” sözcüğünün anlamını da devrimlerin tarihsel önemini de gölgelemekte bu.

Mısır’ın hemen dibindeki ülke Sudan bölünme sancıları yaşamakta. Güney’i ayrılıyor. Demokrasi aşığı RTE’nin, kardeşim dediği El Beşir’in yoksul ülkesi sıkıntıda. Bu bölünmenin, bölgeye yayılma tehlikesi ise görmezden geliniyor. Asıl tehlike bu. “Bölgeye demokrasi getiriyoruz.” diyerek haritaları yeniden çizmek. Tıpkı Irak’a getirilen “demokrasi” gibi.

Mısır halkı zor durumda, bir çıkış yolu, model arıyor. Ancak emperyalist kıskaçla dinsel tutuculuk arasında sıkışmış. Bu cendereden kurtulması gerek. Yüz yıllar önce Anadolulu tüccarlar Mısır’a zeytinyağı ve şarap götürür, Nil’in sularıyla göğermiş apak pamukları getirirlerdi. Günümüzde öyle mi? Anadolu kokan şaraplar, Mısır’ın yumuşaklığını taşıyan pamuklar nerede?

Türkiye, küresel anlayışın dayattığı politikalarla değil; Cumhuriyet devriminin kılavuzluğuyla Ortadoğu’da saygınlık kazanır. Bu coğrafyanın ivedi olarak çağdaşlaşma ve emperyalizme karşı dik durma modellerine gereksinimi var. Uygarlık güneşiyle aydınlanamayan toplumlar, esaret zincirlerini de kıramazlar. Şu da unutulmamalı ki Mustafa Kemal ışığının parlamadığı mazlum ulusların toprakları öksüzdür. Bu parıltı, çok uzaklardaki Latin Amerika ülkelerinde tüm görkemiyle görülüyorsa komşularımızda neden görülmesin?

Her şeye karşın Arap coğrafyasındaki bu hareketlilik zamanla olgunlaşabilir. Dünya güç merkezinin Doğu’ya kaymakta olduğu günümüzde yeniden doğuşun kıvılcımı bu topraklarda çakabilir. Bu topraklarda bir reform hareketinin zamanı gelmedi mi acaba?

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.