MİLİTARİZM VE ORDU DÜŞMANLIĞI!

ABONE OL
19:01 - 01/10/2020 19:01
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Eğitimi belirsiz ama her konuda uzmanlar. TV ekranlarında yayvan bilgiç tavırlarla yorum yapıyorlar. İktidarın ABD örtülü güdümünde sürdürdüğü ordu düşmanlığının sözcülüğünü yapıyorlar. Ülkeye, devlete katkısı nedir ne olur diye düşünmeden yazıyorlar, konuşuyorlar.

Bir tarafta ordu-millet geleneğine, giderek vatanperverliğe, zorunlu askerlik ve buna benzer uygulamalar çerçevesinde tarihten bu yana oluşmuş bulunan her türlü simgeye karşı çıkan bir grup var gücüyle zehir kusmaya devam ediyor. Yine herhangi birine yapılmış en haklı eleştiriyi “ordu ve millet düşmanı” sayan grup var.

Ülkede militrazime ve orduya bakışta karşılıklı iki düşman unsur birbirinden besleniyor, birbirini doğruluyor ve tamamlıyor.

Geçmişte SSCB-ABD çekişmesi, dünyayı, insanları iki kutba ayırmıştı. Bu dualist birliğe karşı yapılan her itiraz veya söz konusu dengeyi bir şekilde sarsacak her eylem, her iki tarafça düşman kapsamında görülüyordu.

Bugünlerde Türkiye’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanında yer aldığını iddia eden ve varoluşunu bütünüyle bu zemine oturtanlar ile her türlü siyasi ve sosyal tezini ordu karşıtlığı üzerinden kuran ve savunan liberaller arasında buna benzer bir denge oluştu.

Bu paradigmanın her iki sarkacında da yer almayanlar, almak istemeyenler ve böyle bir gerçekliği topyekün reddedenler ise sarkacın her iki tarafında yer alanların ortak hışmına uğruyor. Kişisel hatalarının ortaya dökülmesi karşısında kendisini vatanın ve milletin yerine koyarak şahsi menfaatlerinin sarsıntı geçirmesini ülkenin işgal edilmesine denk görerek yeni bir ulusal kurtuluş savaşı başlatanlar tarafından en tipik ifadeyle irticacıkla suçlanıyor.

Öte yandan orduyu ve onu doğuran kültürel yapıyı selamlayanlar, generallere yönelttiği eleştiriyi ” İstiklal Marşı’nın ithaf edildiği Kahraman Ordu talebiyle temellendirdiği için, sonradan görme liberallerin hışmına uğruyor ve Kemalist İslamcı damgası yiyor.

Onlara göre orduya getirilecek eleştiri, o yapıyı doğuran kültürel atmosferle hesaplaşılmasıyla ancak mümkün olabiliyor.

Birbirinden beslenmeye dönük bu dualist yapı ve atmosfer giderek daha da can sıkıcı bir hal almaya başladı. TSK’yı analiz etmenin ve eleştirmenin yanı sıra, gerçeğiyle ve oturduğu tarihsel-kültürel temellerle özdeşlik ilişkisi kurulması ve bu ilişkiyi içtenlikle değerlendirmek bugün en çok ihtiyaç duyulan ahlaki yaklaşım tarz olsa gerek!.

Aydınlanmadan korkmak
Çok eski yıllarda krallıkla idare edilen bir ülke varmış.
Ama; bu ülkede,
Hukuk ve hakimler de varmış.
Törelere göre, bir vatandaş öldüğünde, Şehir merkezinki dev çan bir defa çalınırmış. Uzun uzun ta yankılanırmış.
Eşraftan birisi olursa çan iki defa, Büyük bir devlet adamı ölürse üç defa çalınırmış.
Ya kral?.. O öldüğünde, Çan dört defa çalınırmış.
Gel zaman git zaman…
Şehirde bir olay olur, iş mahkemeye intikal eder.
Davanın sanığı olarak mahkeme huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetini ise bütün vatandaşlar bilmektedir.
Bir formalite olarak görülmesi ve Beraat beklenen, Davadan sürpriz bir karar çıkar.
Sanık para cezasına mahkum olmuştur.
Hakim sorar.; Bir diyeceğin var mı?..
Sanığın cevabı: Hayır!..
Mahkeme biter.
Dinleyiciler dağılır. Kafalarda bir kaygı!..
Kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulur.
Acaba kim öldü?.
Çan bir defa daha çalar. Eşraftan biri öldü.
Şehir çan sesi ile bir defa daha inler. Hımmm… Büyük bir devlet adamı, acaba kim?..
Soruya cevap alınmadan çan bir defa daha çalar,
Yeri göğü inletir. Herkeste bir feryat: Eyvah kralımız öldü!..
Ancak, Törede görülüp işitilmemiş bir şekilde çan, Beş ve altıncı defa da çalınır, yer gök inler ve sesler kesilir.
Herkes bunun ne anlama geldiğini öğrenmek için çan görevlisine koşar.
Bir de bakarlar ki çanı, haksız yere mahkum edilen adam çalmaktadır.
Sorarlar: ne demek beş ve altı defa çan çalmak? Kraldan daha büyük birisi mi öldü?
Cevap şaşırtıcı olduğu kadar anlamlıdır da. Evet adalet öldü…

GüNüN SöZü: Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla hoş görebiliriz. Yaşamdaki asıl trajedi; yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır.

Prof. Dr. Nurullah Aydın
Gazi Ü. İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü Öğr. Gör.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.