MEZHEPLER VE DOĞUŞ SEBEPLERİ (lV)

ABONE OL
19:02 - 01/10/2020 19:02
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Mezheplerin Doğuşunda İslam’ın Geniş Bir Coğrafyaya Yayılmasının ve Başka Kültür- Medeniyetlerin Etkileri

Kültürel etkileşme, insanın sosyal bir varlık oluşunun getirdiği sonuçlardan birisidir. Tarih boyunca, güçlü kültür ve medeniyetler, daima zayıf kültür ve medeniyetleri etkisi altına almıştır. Bunun yanında, bir kültüre ait birtakım motifler, zaman zaman, hem başka kültürleri etkilemiş, hem de o kültürün içinde bazı yeni oluşumlara yol açmıştır. Mezheplerin oluşumunda kendisini gösteren farklılaşmaların bir kısmı da muhtelif kültür unsurlarının etkisiyle vücut bulmuştur.

İslâm Mezheplerinin doğuşuna etki eden kültür unsurlarını ararken, işe, Cahiliyye dönemi Arap kültüründen başlamakta fayda vardır. İslâm dini, doğuş döneminde Arap kültüründen gelen, İslâm’a aykırı olan unsurları dışlamış; fakat İslâm’a ters düşmeyenler konusunda, ya sessiz kalmış ya da onu benimsemiştir. İslâm’ın dışladığı unsurlardan bir kısmı zamanla tekrar etkin olmaya başlamıştır. Meselâ kabilecilik İslâm’ın hoş görmediği, reddettiği bir kültür unsurudur. Buna rağmen, Hz. Peygamber’in vefatını müteakip ortaya çıkan olaylarda hemen, yeniden etkisini hissettirmeye başlamıştır. Hz. Osman’ın halife olmasıyla birlikte, bu kabileciliğin bütün ağırlığı ile tekrar su yüzüne çıktığını görmekteyiz. Hariciliğin doğuşunda en önemli etkenlerden birisi olan “Kureyşin Merkezî otoritesine tepki”[14], bu kabilecilik anlayışının ilginç ve değişik tezahürlerinden birisidir.

Bazı araştırıcılar, Hariciliğin doğuşunda etkili olan sebeplerden birisi olarak “Bedevî Arapların yerleşik hayata geçiş sürecinde karşılaştığı güçlüklerden” söz etmektedirler[15]. Bu durum da bize, yine İslâm Öncesi Arap kültürünün izlerinin hatırlatmaktadır.

Diğer taraftan, Arapların tarihî kabilecilik anlayışına bağlı olarak ortaya çıkan siyâsî olaylar, Arapların diğer kavimlere üstten bakışları de ister istemez, yeni Müslüman olanların muhtelif alanlarda birtakım farklılaşmaların içine girmelerine sebep olmuştur.

İslâm’ın geldiği ortamda, özellikle Medine’de yaşayan Yahudiler ve bunların sahip oldukları bir Yahudi kültürü vardır. İslâm’ın yayılma sürecinin hızlanması ile birlikte, anlayış planında Yahudi kültürünün fevkalâde etkili olduğunu görmezlikten gelmek mümkün değildir.

Hızla yayılan İslâm, bir yandan oturma sürecini devam ettirirken, diğer yandan da o dönemin üç büyük medeniyeti olan Mısır, Roma ve Sasanî medeniyeti ile yüz yüze gelmiştir. Bilhassa hicrî ikinci asırdaki mezhebî oluşumlarda, bu üç medeniyetin de derin izlerini bulmak imkân dâhilindedir. Her şeyden önce, İslâm’ın yayılması ile birlikte, bu üç medeniyete mensup insanlar Müslüman olmuşlardır. Bunlar, eskiden mensup oldukları dine ve kültüre ait unsurları, ister istemez din anlayışlarına yansıtmak durumunda kalmışlardır. Hicrî ikinci asırda tarih sahnesine çıkan Şiîlik, daha çok Sasanî medeniyetinin ve Fars kültürünün izlerini taşımaktadır. Şia’nın imamet nazariyesinin temelinde,”yarı tanrı kral” kültünün yattığı söylenebilir. Bu kültürde var olan karizmatik lider anlayışı, Hz. Ali’nin ve soyundan gelen imamların yanılmaz, hatasız, günahsız masum kimseler oldukları şeklinde ifadesini bulmuştur. Şiilikteki “ızdırap çekme” motifinin de Hıristiyan kültürüyle irtibatlandırılması mümkün gözükmektedir.

Öte yandan, gerek Şiilikte, gerekse Sünnî anlayışta kendisini gösteren Mesih-Mehdi inancının da, daha çok Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan etkilenerek şekillendiğini söylemek, pek yanlış olmasa gerektir. Çünkü, Kur’ân’ın inanç esası olarak belirlediği hususların arasında, bir “mesih-mehdi” inancı yoktur. Kur’ân, kendisinin “mehdî” olduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan, mezheplerin doğuşunda, iktisadi ve coğrafî amillerin de etkili olduğu bilinmektedir. İktisadi unsurlar, tarihin her döneminde, sosyal hayatın tabii akışında etkili olmuştur.

Mezheplerin Genel Çerçevede Kur’ân’a Bakışları

Din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşmaları sonucu oluşan mezhepler, içinde yaşanılan sosyo kültürel ortamın etkisiyle, özellikle inanç noktasında diğer Müslümanlardan kendilerini ayıran hususları zamanla önplana çıkartmışlardır. Mezheplerin doğuşuna yol açan farklılaşmaların başlamasında, Kur’ân’ın insan aklına tanıdığı geniş hareket alanının, Kur’ân’ın birtakım özelliklerinin etkili olduğu kuşkusuzdur. Düşünen insanlar, ister istemez bazı konuları farklı anlayacak, farklı yorumlayacak ve farklı değerlendireceklerdir. Ancak, Kur’an, ısrarla, insanların bilmedikleri şeyin ardına düşmemelerini[16] zanla hareket etmemelerini, konuştukları zaman delillere dayanmaları gerektiğini hatırlatmaktadır. Kur’ân, samimiyetle kendisine yaklaşanları bir ölçüde terbiye etmekte, onların keyfî hareketlerini sınırlamaktadır.

Bu doğrultuda düşünecek olursak, düşünen Müslümanların Kur’ân’la organik bağları devam ettiği müddetçe, farklılaşmaların kurumlaşmasına yol açacak oluşumlardan ister istemez uzak kalacağını söyleyebiliriz. Çünkü Kur’ân, insanları hep birden “Allah’ın ipine sarılmaya çağırmaktadır[17]. Kur’ân, insanların serbestçe düşünmelerine imkân sağlayan, ancak görüş ayrılıklarının kurumlaşmasını, insanların birbirlerine düşman hale gelmelerini önleyen, evrensel boyuta sahip bir zemin hazırlamıştır. Teorik olarak, Kur’ân’a yaklaşıldıkça, derin görüş ayrılıklarının en aza inmesi gerekeceği söylenebilir. Ne var ki, aynı Kur’ân’a inanan Müslümanlar, Kur’ân’ı bile kendi görüşleri için delil olarak kullanmaktan pek çekinmemişlerdir. Görebildiğimiz kadarıyla, Müslümanlar, inanç ve gönül dünyalarını Kur’ân’a göre şekillendirecekleri yerde, Kur’ân anlayışlarını kendi görüşleri ve arzuları istikametinde şekillendirmeyi tercih etmiş gibidirler.

Mezheplerin Kur’ân’a bakışları da, daha çok kendi görüşlerinin genel çerçevesinde şekillenmiştir. Bütün mezhepler, hangi zaman diliminde ortaya çıkmış olurlarsa olsunlar, kendilerini Hz. Peygamber dönemiyle irtibatlandırabilmek için çok özel bir gayret sarf etmişlerdir. Mezheplerin lehinde veya aleyhinde Hz. Peygamber’e bir şeyler söyletme gayreti bunun çarpıcı bir delilidir. Hz. Peygamber’in sağlığında ne Hariciler, ne Şia, ne Mu’tezile, ne Mürcie vardır. Fakat bu mezheplerin taraftarları, kendilerinin hak mezhep olduklarını ispatlayabilmek için, ya da karşılarında yer alan mezheplerin batıl mezhep olduklarını gösterebilmek için, Hz. Peygamber’e birtakım sözler söylettirmekten geri durmamışlaradır.

Diğer taraftan, hemen hemen bütün mezhepler, kendi görüşlerinin doğruluğunu ortaya koyabilmek, düşünce ve davranışlarını meşruiyet zeminine oturtabilmek için, çok rahat bir şekilde Kur’ân’ı kullanmışlardır. Bu durumun, bir fıkradaki, namaz kılmayışını Kur’ân’la temellendirmek isteyen, “Kur’ân, namaza yaklaşmayın (lâ tekrabu’s-salah) buyuruyor” diyerek delil bulmaya çalışan, âyetin devamının okunması istendiğinde “Ben hafız değilim” diyen zihniyete çok benzediğini belirtmekte fayda vardır.

Kur’ân’ın Siyasî Meselelere Bakışı

Kur’ân, siyasî meselelerle ilgili olarak, evrensel nitelik taşıyan genel ilkelerin dışında herhangi bir belirlemede bulunmuş değildir[18]. Bu genel ilkeleri:
-İşlerin ehline verilmesi[19],
-vahiyle belirlenmemiş konularda müşavere ile hareket edilmesi[20],
-insanlar arasında adaletle hükmedilmesi[21],
-“Allah’a, Peygamber’e ve mü’min emirlere itaat edilmesi”[22],
-bilinmeyen şeyin desteklenmemesi[23] şeklinde sıralamak mümkündür.

Kur’ân’ın istediği ahlâklı ve âdil toplum, Kur’ân’ın dikkat çektiği ilkeler doğrultusunda Müslümanlar tarafından, sosyal değişme olgusu çerçevesinde şekillenecek olan siyasî sistemlerle idare edilecektir. Kur’ân, insanı ilgilendiren siyasî sorumluluğu, temel ilkeleri vererek insana bırakmıştır.

Diğer taraftan, Kur’ân, insanlar arasında tek üstünlük ölçüsünün “takvâ” olduğunu Hucurât suresinin 13. ayetinde çok açık olarak belirtmiştir: “Ey İnsanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, sizin Allah katında en üstün olanınız, en müttakinizdir. (O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır). Allah bilendir, haberdardır”. Bu ayette “birbirinizi kolayca tanıyasınız” şeklinde tercüme edilen Teârüf kelimesi “hem birbirini bilmek, tanımak, anlamak manasındadır, hem de karşılıklı yükselmek”[24]. Bakara suresinin 148, Mâide suresinin 48. ayetlerinde “Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın” buyrularak “Allah katında en değerli insanın nasıl olacağına” dikkat çekilmektedir.

“Allah katında en üstün olanınız en müttakinizdir”[25] âyeti, Kur’ân’ın bütünlüğü içinde değerlendirildiği zaman, başta soy-sop olmak üzere, fakirlik-zenginlik, güzellik- çirkinlik gibi yapay değer ölçülerinin genel-geçer fonksiyonelliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu çerçevede, “Eğer mü’minseniz, en üstün olanlar sizlersiniz”[26] ayeti, gerek Sünnî anlayışta yer edinen “Kureyşlilik” meselesinin, gerekse Şiî anlayışın tipik özelliklerinden olan karizmatik “Ehl-i Beyt” kavramının vahyi temellerden yoksun olduğunu gözler önüne sermektedir. Hucurât suresinin 11.ayetinde yapay üstünlük ölçülerine dayalı tavırlar kınanmaktadır: “Ey İman edenler, bir kavim diğer bir kavmi istihzaya kalkmasın, mümkündür ki berikiler ötekilerden daha hayırlıdır.”.

Kur’ân, bir kimseyi peygamber olarak seçme yetkisinin sadece Yüce Allah’a ait olduğunu bildirmekte[27], sırf peygamberlik için yaratılmış bir kavim veya sülaleden bahsetmemektedir. “Hz. İbrahim’i ve aynı soydan Hz. İshak’ı peygamber kılan Cenab-ı Hak, bunların neslinden gelenlerin içinde, iyilerin de, zalimlerin de bulunduğunu bildirmektedir[28]. Hz. Nuh’un ve İbrahim’in zürriyetlerinde peygamberlik ve kitap verilenler bulunduğu ifade edildikten sonra, aynı zürriyetin ekseriyetini fâsıkların teşkil ettiği beyan edilmektedir[29]. Bir peygamberin babası Allah düşmanı olabildiği gibi[30], oğlu dahi babasına tamamen ters bir karakter belirtebilir: Hz. Nuh, gemiye binmeyip karada kalan ve helâk olacağı muhakkak olan oğlu hakkında, Cenab-ı Hakka: ‘Şu oğlum, ehlimden’ diyerek, rahmet niyazında bulunduğu zaman, şu ilâhî cevabı almıştır: ‘Ey Nuh! O senin ehlinden sayılmaz, onun davranışı salih bir amel değildir'[31].

“Hz. İbrahim’e Cenab-ı Hak: ‘Seni insanlara İmam (başkan) yapacağım’ buyurduğu zaman, bu Peygamber: ‘Benim zürriyetimden de’ diyerek, kendi sülalesinden de imamlar gelmesi niyazında bulunmuş, fakat şu cevabı almıştır: ‘Benim ahdim (vazife teklifim) zalimlere erişmez’.[32]

“Bu Kur’ânî delillerden anlıyoruz ki, peygamberlik makamı bir sülale imtiyazı değildir. Bu vazife o sülale mensuplarına herkesten farklı bir imtiyaz, ayrı bir fazilet sağlamaz. Peygamber çıkarmış bir kavim, sırf bu vâkıa dolayısıyla, öteki kavimler üzerinde hiç bir üstünlük iddiasına girişemez”[33].

Kur’ân’ın bu tavrı ortada dururken, sırf Hz. Peygamber içlerinden çıktı diye Kureyş kabilesine herhangi bir üstünlük atfetmek mümkün olmadığı gibi, Haşimoğullarına, ya da Ali b.Ebî Talib’in Fatıma’dan olan soyuna diğer insanlardan farklı özel bir konum belirlemek de mümkün değildir. “Hz. Peygamber’in mü’minler arasındaki mevkiine işaret eden bir ayette, ailesini teşkil eden kimseler olarak, sadece hanımları zikredilmekte, kızları, damatları ve diğer akrabalarıyla ilgili hiçbir hususî hükme yer verilmemektedir. Peygamber mü’minlere, kendilerinden daha yakındır, zevceleri de -başkalarına nikâhları haram olan[34] – anneleridir'[35]. Hz. Peygamber ve zevcelerinden ibaret olan aile halkına Kur’ân-ı Kerîm Ehlu’l-Beyt demekte[36] ve bu tabir içine başka alınmasına da imkân bulunmamaktadır”[37].

Diğer taraftan, Hz. Peygamber’in özellikle Medine döneminde siyasî ve idarî tatbikatına baktığımız zaman, onun insanları görevlendirirken ön planda tuttuğu en önemli özelliği ehliyet olduğunu görmekteyiz. Hz. Peygamber, insanlara görev verirken, ne onların Kureyşli olmalarına, ne de Haşimoğullarından olmalarına dikkat etmiştir. Önemli olan bir işi başarabilecek kabiliyete sahip bir Müslüman olmaktır[38].

Rüştü Kam

[14] E.Ruhi Fığlalı,Ibadiyenin Doğuşu ve Görüşleri,56.
[15] Watt,Islâm Düşüncesinin Teşekkül Devri,13.
[16] Isrâ,36.
[17] Al-i Imrân, 103.
[18] Bk.M.S.Hatiboğlu,Hilafetin Kureyşliliği,A.Ü.I.F.Dergisi,XXIII,142 vd.
[19] Nisâ,58.
[20] Şûra,38;Al-i Imrân,159
[21] Nisâ,58.
[22] Nisâ,59.
[23] Isrâ,36.
[24] Hatiboğlu,Hilafetin Kureyşliliği,A.Ü.I.F.D.XXIII,127
[25] Hucurât 13;krş.Enfâl 34.
[26]Al-i Imrân,139.
[27] Hacc,75;Al-i Imrân,179.
[28] Saffât,113.
[29] Hadîd,26.
[30] Tevbe,114.
[31] Hûd,45-46.
[32] Bakara,124.
[33] Hatiboğlu,Hilafetin Kureyşliliği,A.Ü.I.F.D. XIII,136-7.
[34] Ahzâb,53.
[35] Ahzâb,6.
[36] Ahzâb,33.
[37] Hatiboğlu,Hilafetin Kureyşliliği, A.Ü.I.F.D. XIII,140.
[38] Bu konuda çarpıcı örnekler için bk. Hatiboğlu,Hilafetin Kureyşliliği, A.Ü.I.F.D.XXIII,146 vd.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.