MASAL  BU YA

ABONE OL
11:48 - 23/10/2020 11:48
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

MASAL  BU YA

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, uzak bir ülkenin başında, bir padişah varmış ama toprağı bol olsun, tuhaf bir padişahmış. Yalancıymış da üstelik ama öyle böyle değil… Üstelik bir gün önce söylediğini unutur ya da vazgeçer veya işine gelir, ertesi gün aksini söylermiş. Dün böyle demiyordunuz diyenleri de, “Ben öyle bir şey demedim” diye terslermiş…

Tuhaflığı da hiç saçı olmayışından kaynaklanıyormuş ve bunu halkından gizlemek, saçının gür ve çok güzel olduğuna inandırmaya çalışmak için büyük gayret sarfediyor, bunun için de sürekli takke takıyormuş.

Ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, halkı her geçen gün biraz daha görüyormuş saçının olmadığını. Halk gördükçe, öğrendikçe, bildikçe de, iyice sinirleniyor, sürekli yasaklar koyuyor, bu yasaklara uymayanları da her gün artan cezalarla cezalandırıyormuş.

Halkın bir kısmı görmekteymiş kel olduğunu ve kelini örtmek için sürekli takke kullandığını. Bir kısmı ise görmüyor, hatta çok gür olan saçlarını bastırmak için takke kullandığına, iftira atıldığına inanıyormuş. Kel olduğunu pek çok kanıtla anlataya çalışanları ise, hemen vatan haini ilan ediyor, iftira ediyorsunuz diyerek, düşman kesiliyorlarmış.

Padişaha inanıyorlarmış, padişahın gür saçlı olduğuna, çünkü gür saç ne demek, nasıl olur bilmiyorlarmış. O nedenle de, padişah her gür saçlıyım dediğinde ona inanıyorlarmış.

Diğer bir kısmı ise, kel olduğunu biliyor ama padişaha yaranmak, sarayda bir makam edinebilmek ya da bir işi için, bir çıkar için vıcık vıcık yağlı sözlerle aksini iddia ediyor, sürekli padişahın gür saçlarından ve güzelliğinden söz ediyor, hatta padişaha, “Aman padişahım, aldırmayın siz, üzülmeyin, kızmayın da, kıskanıyorlar sizin saçlarınızı, ondan tüm bu iftiraları. Siz, padişahlığınıza devam ediniz, Allah sizi başımızdan eksik etmesin. Çok daha uzun yıllar başımızda olun” diyerek alkış kıyamet peşinden gidiyorlarmış.

Hatta gün gelip öyle abartmışlar ki bu methiyeleri, padişahı peygamber, hatta Tanrı yerine koyanlar bile olmuş!..

O da pek hoşnutmuş bu methiye ve benzetmelerden ki hiç itiraz etmiyormuş!..

İşe yarıyormuş tabii bu teselliler, benzetmeler, alkışlar, çünkü kendisi de aslında biliyormuş kel olduğunu ama bunca methiye ve inandırmış olmanın mutluluğuyla, gerçekten de kel olmadığına, hatta saçlarının çok gür olduğuna inanır olmuş!..

Bu mutluluğunun bozulmaması için de, önce saç sözcüğünün kullanılmasını yasaklamış, bakmış olmuyor, bu defa kel sözcüğünü yasaklamış, o da yetmeyince, takke sözünü yasaklamış ardından da kelliğini çağrıştıracak ne kadar sözcük varsa hepsini yasaklamış. Onları da yeterli bulmamış olacak ki bu defa alâkalı alâkasız pek çok şeyi yasaklamaya başlamış. İş o hale gelmiş ki halk, “Korkarım yakında nefes almayı bile yasaklayacak” endişesine kapılmaya başlamış.

Rahatına ve lükse de çok meraklıymış ama yanı sıra da, para biriktirmeye, şahsi hazinesini doldurmaya… O nedenle de, tüm harcamalarını devletin hazinesinden yapıyor, kendine sunulan devasa hediyeleri de almaktan çekinmediği gibi, istiyormuş da kendisinden yardım talep edenlerden…

Eee o lükse, o harcamaya ve şahsi biriktirmeye mevcut gelirler yeter mi, yetmiyormuş tabii ki o nedenle de her gün yeni vergiler koyuyormuş. Halk artık boğaz tokluğuna çalışır hale gelmiş. Ölenler bile oluyormuş açlıktan ama padişahın umurunda değilmiş hiçbiri.

Üstelik halkını küçümsüyor, beğenmiyor, aşağılayıp hakaretler ediyormuş.

Ülkesi de pek umurunda değilmiş, durmadan çevre ülkelere laf atıyor, her işlerine karışıyor, ortalığı karıştırıyor, ülkesinin maruz kaldığı taciz ve tecavüzlere de sesiz kalıyormuş. Daha doğrusu, ses çıkartıyor, durmadan konuşuyormuş ama ortada bir eylem yokmuş. Sürekli konuşuyormuş, sokak sokak, mahalle mahalle, meydan meydan dolaşıp sürekli konuşuyor, sürekli birilerine hakaret ediyormuş. Halk artık onu görmemek, sesini duymamak için, neredeyse sokağa çıkmaktan korkar hale gelmiş..

Oysa halk artık tahammül edemediğini, ülkenin felakete gittiğini, gördüklerini, bildiklerini söylemek istiyormuş, susturulmak ve yasaklar daha bir arttırıyormuş öfkesini, söylemek istediklerini.

Kel olmadığına inananlara anlatıyorlarmış kel olduğunu, takkeyi o nedenle kullandığını ama mümkün değil, inandıramıyorlarmış. İnandırma konusunda da çok mahirmiş çünkü padişah.

Daha fazla dayanamayan biri, günün birinde sokağa fırlamış ve başlamış “Ta ta takke takke, ta ta takke takke” diyerek dolaşmaya. Önce anlamamış kimse, her halde delirdi, ne dediğini bilmiyor zavallı diyerek gülüp geçmişler…

Gel zaman git zaman iyice sabrı taşanlar, teker teker sokaklara çıkıp aynını söyleye söyleye dolaşmaya başlamış. Ardından da pek çok kişi anlamaya başlamış o önceleri saçma gelen Ta ta takke takke, ta ta takke take diye sayhalamaların ne anlama geldiğini, neyi anlatmaya çalıştıklarını…

Gülüp geçiyormuş padişah ama için için de, tüm halkın kelliğini görüp bilmesinden korkuyormuş…

Başka yasaklar koymuş, başka başka yasalar çıkartmış, o sokakta söylene söylene dolaşanları birer birer toplatıp zindanlara kapattırmış ama zindanlar da dolup taşmaya, tutukluları almamaya başlamış.

Bitmiyormuş kelliğinden üstü kapalı ya da açık söz edenler, artık tek tek söylenmeyi bırakıp, kol kola girerek, hep bir ağızdan, “Ta ta takke takke, ta ta takke takke” diyerek halaylar çekmeye başlamışlar.

İyice korkmaya başlamış padişah, iyice kızmış, iyice hiddetlenmiş. Öyle ki artık ne yaptını, ne söylediğini bilemez hale gelmiş!..

Halkın içinden söyleyenler oluyormuş, “Bırakın kekelemeyi, açıkça söyleyin, padişah kel ve takkeyi de kelliğini gizlemek için giyiyor, biliyorsunuz, neden açıkça söylemiyorsunuz” diyormuş ama diğerleri, “Söylesek ne değişecek, söyleyenler oldu da ne oldu? Akıbetleri malum…” diyormuş.

Başka bir şeyler yapmalı, başka bir çözüm bulmalı diye kara kara düşünüyorlarmış ki padişahın halkın arasına karışıp dolaştığı bir gün, nereden geldiği bilinmeyen çok şiddetli bir fırtına çıkmış, öyle ki ne dam bırakmış, ne de baca… Ağaçların bile bazıları kökünden çıkıp uçuşuyormuş havada…

Tabii böyle bir fırtınaya takke dayanır mı, her ne kadar çok sağlam oturtmuşsa da başına, sonunda takke de  uçup gitmiş. Dolayısıyla da halkın tümü görmüş kel olduğunu, takkeyle kelliğini örttüğünü.

Görmesine görmüş de, iş de işten geçmiş. Ülkede tek bir ağaç, tek bir ekili arazi, tek bir su kaynağı, tek bir bina kalmamış fırtınanın şiddetinden!..

Halk kara kara ne yapacağız, nasıl yapacağız da ülkemizi yeniden imar edeceğiz ama bu kızgınlık ve hiddetle bize de izin vermez, hepimizi zindanlara kapatır diye düşünürken, fırtına  daha da şiddetlenmiş…

Halk bir de bakmış ki padişah yok. Sağa bakmışlar yok, sola bakmışlar yok, koşup saraya bakmışlar, orada da yok.  Sonunda anlamışlar ki fırtına onu da alıp götürmüş!..

Götürmüş götürmesine de, geride de enkaz halinde bir ülke kalmış!..

Halk ilk şaşkınlığını üzerinden atar atmaz toparlanmış, sinenler, sindikleri yerlerden doğrulup “Ne yapalım, olan oldu, biz yeniden imar ederiz bu ülkeyi, yeniden var ederiz, yeter ki birlik olalım, yeter ki birbirimize düşmanlıklara son verelim…” diyerek, o günü bayram ilan etmiş, kolkola girerek sevinçle halay çekmeye başlamış bu defa da.

Üstelik, kel olduğuna inanmayanlar, kel olduğunu bilenler gibi, çekintiyle ve de sadece ta ta takke takke, ta ta takke takke diyerek değil, avaz avaz “Takke düştü, kel göründü, takke de düştü, kel de göründü” diyerek yeri göğü inletip daha önce kendilerine inanmadıklarından daha çok sevinçle ve de beddualar, hakaretler eşliğinde…

O yere göğe koyamadıkları padişahı, bu defa yedi kat yerin dibine batırmaya başlamışlar…

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…

Gökten üç elma düştü, hepsi de tüm vatanperverlerin, güzel insanların, iyilerin ve de gerçekleri görebilenlerin, her önüne gelene, her duyduğuna inanmayanların başına!!!

Perihan Reyhan Alkan

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.