MAĞDUR – MAĞRUR

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Modern toplumların demokrasi anlayışının temeli çoğulculuktur. Özgür düşüncedir, çeşitliliktir. Eleştiriye açık olma zorunluluğu vardır.

Bu sistemin adı demokrasidir.

Demokrasinin egemen olduğu toplumlarda demokrat olmanın ön koşulu, karşı düşüncelerinde özgürce savunulması için ilkeli olmaktır.

Karşı düşünceye karşı olabilirsiniz ama o düşüncenin susturulmasına kendi düşüncesinin susturulması, yasaklanması gibi tavır koyarsanız demokrasiden yanasınız, gerçek demokratsınız.

Faşizm ve dogma düşünce değildir. Demokrasilerde, modern toplumlarda yeri yoktur.

Sadece törelerin, cemaat kurallarının geçerli olduğu toplumlarda düşüncenin değil egemenin gücü geçerlidir.

Tartışmak, eleştirmek, karşı çıkmak, düşünce üretmek cemaat olmanın varlığına aykırıdır. Böylesi toplumlarda biat esastır. Cemaat toplumlarında birey yoktur, ümmet vardır, kulluk vardır. Demokrasi en tehlikeli düşmandır, katli vaciptir.

Bugün Türkiye’deki kavga bu iki görüş arasındaki var olma-yok etme kavgasıdır.

Gelinen nokta demokrasinin katledilmesi aşamasındadır.

Türkiye’de demokrasiyi yok edip, biat düzenini yaşama geçirmek Suriye, Irak, İran, Tunus, Fas, Suudi Arabistan, Libya, Yemen, Kuveyt gibi ülkelerin rejimlerine benzeştirmek o kadar kolay değildir.

Bu Ülkelerin ne demokrasi kültürü, ne bağımsızlık mücadelesi verme geçmişi yoktur. Bir egemenliğin buyruğundan, başka bir egemenliğin buyruğuna geçmelerinden başka bir değişim, dönüşüm yaşamamışlardır.

Bu nedenle Türkiye’yi biat toplumuna dönüştürmek her iktidarın başaracağı iş değildir. Ayrıca cemaat özlemcileriyle çıkarları gereği birliktelik zorunluluğu olan kişi ve kuruluşlarla işbirliği yapabilirler.

Bu kişi ve kuruluşlar modern yaşamı yaşam biçimi olarak almalarının yanında demokrasiyi kendi çıkarları ve sadece kendileri için geçerli sayanlardır. Bunlar, sermaye sahibi, holding-medya yapılanmasında palazlananlar, o ülkenin bağımsızlığı sonucu çıkarları, makamları, unvanları yok olanların mirasçılarıdır.

Bu kesim 19 Mayıs 1919 tan başlayıp 1923 Ekiminden bu günlere içlerindeki öfke ve kin ile gelebilmişlerdir.

Cemaatçiler bugüne kadar hep ‘’ Mağdur” kimliği ile kimi iktidara ortak, kimi muhalefette boy gösterdiler.

Sömürgeci kapitalizm bu kesimleri besledi, destekledi ve büyüttü. Batının en büyük sorunu, demokrasiyi kendi dışındakilere yaraşır görmemesidir.

Ezilen toplumların, yok edilen demokrasilerin gerisinde batının ikiyüzlü, kendi ilkelerine, kendi değerlerine ihanetleri vardır. Çünkü kendi refahlarının devamının kendileri dışındaki ülkelerin yoksullaşması, acı çekmeleri ile olanaklı olduğuna inandıkları için mazlumu değil hep zalimi desteklemişlerdir.

Türkiye’deki yıllardır -özellikle on yıldır- gelişen cemaatleşme sessiz ve derinden değil, açıkça her alanda ahtapotun kolları gibi gelişerek zirveye oturmuştur.

‘’İnancımızı yaşamak istiyoruz” mağdurları olarak başlayan karşı devrim kalkışması, ‘’Vesayete ölüm!” çığlıklarına dönüştü, ‘’yetmez ama evetlerle bugünlere geldi.

Önce, değiştiler hapını içirdiler.

Bürokrasiyi ele geçirdiler.

Dinci Cumhurbaşkanı seçtirdiler.

Hastaneleri, okulları kar hanelerine geçirdiler.

Üniversiteleri mollalaştırdılar, bilime pranga vurdular.

Bir ülkenin dinamik gücü olan özgür düşünen gençlik yerine, boyun eğen, biat eden gençlik yaratmak için şifre numarasıyla gençliği koyunlaştırmaya kalkıştılar.

Cemaat militanlarından özel yetkili savcı, yargıç atadılar.

Hukuk gitti, ulu emre itaat geldi.

HSYK, Danıştay, Yargıtay iktidarın ve cemaatin emrine verildi.

Derviş Mehmet’in torununun zafer çığlıklarıyla oyunlarını artık saklama gereği duymuyorlar.

Anayasa Mahkemesine, mukaddesatçı, hukukçu olmayan başkanın saflarına yandaşları koydular.

Gazeteciler, bilim adamları, cemaate onun şeyhine dokunanı bertaraf ettiler.

Emekli subaylardan başladılar, tepki olmayınca albaylar, generaller, orgeneraller tutuklandı.

Düzmece CD’ler, sonradan eklenen sahte delillerle insanları hapsettiler. Sahtekârlık kanıtlanınca ‘’sehven” dediler.

YSK, iktidarın güdümünde inandırıcı olmaktan uzak kararlarıyla oynanan oyunun bir parçası olduğunu ortaya koyuyor.

Halkın iradesini sadece kendi cemaat oluşumuna vereceği katkıyla sınırlandırdılar.

Son savcı ve yargıç atamalarında iktidara biat etmeyenlerin nasıl cezalandırıldıklarının göstergesi olan AKP’nin mağdurluktan, mağrurluğa geçişini görürsünüz.

Yargı iktidarın istemleri dışında karar alamayacağı noktasına gelip dayanmıştır.

Meclis bilgisayarlarındaki veriler, bilgiler partilerden habersiz kopyalanması, yedeklenmesi artık TBMM’nin iktidarın otoritesine tesliminin sonucunu ortaya koymaktadır.

Yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı teslim alan AKP’nin sorunları mecliste çözme çağrısının altında yatan yenidünya düzeni içinde Türkiye’nin bitişine kılıf hazırlamaktır.

Bunun altındaki tuzağa bakalım kim düşecek?

Yeni anayasa derken bir genel af yemini kimlere yedirecekler.

AKP, tek başına değiştiremeyeceği Anayasayı PKK ile uzlaşarak değiştirmeye doğru gidiyor.

Başkanlık sistemi derken bu gidiş Padişahlığa gitme düşlerine dönüşmeye başladı.

Yeni Osmanlı söylemi tartışılırken yandaş medya, Arap ülkelerindeki karmaşaları bir fırsat olarak ileri sürmeye başladı.

AKP özellikle referandumdan sonra, mağdur rolünü bırakarak mağrur kimliğine bürünüp daha otoriter, daha tahammülsüz yüzünü göstermeye başlamıştır.

Tarihte böyle özlemler, Osmanlıya pahalıya mal olmuş, Balkanları kaybetmiş, doğuda yüz binlere varan can kaybıyla acı bir bedel ödemiştir.

Osmanlının çöküşünü getirmiştir.

Türkiye’nin yeni bir Enver Paşa’ya asla gereksinimi yoktur.

Amerika gazıyla mağrurlanmak mağrurlarında kimyasını bozar.

Suriye’ye girelim! Çığlıkları atanlara bir hatırlatma yapalım.

Türkiye, topraklarına saldırılmadıkça, başkalarının topraklarında asla gözü yoktur.

İlkemiz ise:

Yurtta Barış, Dünyada Barış’tır.

Yıldız AKALIN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.