LAİKLİK TEHLİKEDE Mİ?

ABONE OL
18:52 - 01/10/2020 18:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

1 Ağustos 1995 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde ”Suskunluk Nereye Kadar?” adlı yazım yayınlanmıştı. Yazı şöyleydi:

”1950 yılında iktidara gelen sadece adı demokrat olan Demokrat Parti tarafından ezan Arapça’ya çevrildi. Sustuk, hep birlikte dinledik…

Sonra Demokrat Parti’nin Genel Başkanı ”Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” dedi. Sustuk, demokrasi sandık…

Daha sonra hızla Kuran kursları ve imam okulları açıldı. Sustuk, eğitim özgürlüğü sandık..

1980’li yıllarda devletin imamlarına Rabıta-ül Alem örgütü maaş verdi. Sustuk, ”devleti yönetmeye çalışan ulu paşaların yaptığı doğrudur” dedik…

Din dersleri anayasal zorunluluk oldu. Cami sayısı okulları geçti, tesettür arttı. Sustuk, bütün bunları inanç özgürlüğü sandık…

Dönemin başbakanının annesi ölünce, Bakanlar Kurulu kararıyla cenazeyi Fatih Camisi’nde Nakşibendi şeyhinin yanına gömdüler. Sustuk, ölüye saygı sandık…

1991 yılında DYP – SHP koalisyon hükümetinin, DYP’li bir devlet bakanı ”Biz devletin emrinde din değil, dinin emrinde devlet istiyoruz” diyebilmişti. Sustuk, vicdan özgürlüğü sandık…

1993 yılı Şeker Bayramında, Samsun Terme Sağlık Meslek Lisesi Müdürü’nün bayram kutlaması, ”Ramazan-ı Şerif Bayramınızı tevhid-i imaniye ve uhuvvet-i İslamiyede ittifaken, tevazuu ve taleifle tebrik eder. Alem-i İslama malik-i ebediden saadet-i dareyn ve vahdet-i itikad niyaz ederim” diye yazılmıştı. Sustuk, düşünce özgürlüğü sandık…

Gazetecileri, bilim insanlarını vurdular. Şairleri, yazarları, dansçıları yaktılar. Sustuk, tepkisiz kaldık, şaşırdık…

10 Nisan 1994 Pazar günü Ankara ve İstanbul’da şeriat düzeninin gelmesi için gövde gösterisi yapıldı. Sustuk, hükümetin suskunluğuna katıldık…

Laikliği elden bırakmayan başbakan, tarikat liderleriyle görüşmeye başladı. Sustuk, ülke yönetiminin gereği sandık…

Kurban derilerinin toplanması hakkında başbakanın ve sosyal demokrat yardımcısının demeçlerini dinleyerek, bu trilyonluk pazarın şeriatçı örgütlere peşkeş çekilmesine tanık olduk. Sustuk, zaten susmaya alıştırılmıştık…

1995 Türkiye’sinde devlet memurlarına Cuma namazı izni verilmesi gündemde… Sonra herkesin ‘inancı doğrultusunda’ giyinmesi gündeme gelecek… Daha sonra Cuma gününün resmi tatil ilan edilmesi gündeme gelecek…

Kemalist devrimlere yürekten bağlı, laik, demokratik ve çağdaş bir Türkiye özlemi duyan insanlarımız; acaba Mustafa Kemal bütün bu olanları görseydi, yine de Samsun’a çıkar mıydı?..”

Bu yazıdan bir yıl sonra 1996 tarihinde İstanbul Anakent Belediye Başkanı’nın laiklikle ilgili sözleri, gelecek için çok kaygı vericiydi ama bazı aydın sanılan insanlar aldırmadı bu sözlere. Başbakan olunca değiştiğini sanarak, destek bile verdiler. ”Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, diye!.. Yahu bu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek!.. Ben Müslümanım, diyenin tekrar yanıma gelip bir de aynı zamanda laikim, demesi mümkün değil. Niye? Çünkü Müslümanın yaratıcısı Allah kesin hâkimiyet sahibidir. ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ lafı koskoca bir yalan!.. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.”

On sekiz yıl önceki tablo ürkütücüyken, bugün gerçekten çok daha ürkütücü ve korkunç bir tablo ile karşı karşıyayız. Bugün bazı kendini bilmezlerin ”laiklik tehlikededir diyemem, çünkü altını dolduramam” dedikleri bir dönemdeyiz. Sürekli olarak gündemi değiştiren siyasi iktidar, her gün çıkardığı kararnamelerle, laikliği kaldırma peşindedir. Üstelik dört yıl önce, bu konudaki sicili de resmen bozulmuştur.

30 Temmuz 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından AKP’nin ”laiklik karşıtı söylem ve eylemlerin odağı olduğu” karara bağlanmıştır. Laik ve demokratik cumhuriyetimizi, ”laiklik karşıtı söylem ve eylemlerin odağı olduğu” tescillenen bir partinin yönetmesi ise, çelişkilerin ve tutarsızlıkların en büyük örneklerindendir.

Laikliğe karşı eylemlerde ”durmak yok, yola devam” diyen AKP iktidarı, ülkemizi din devletine dönüştürmek için büyük gayretlerde bulunmaktadır. Güncel konularda Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan fetva alınması, kürtaj konusundaki dini söylemler, ‘dindar ve kindar gençlik’ yetiştirmek üzere eğitim sisteminin 4+4+4 olarak yeniden düzenlenmesi, ilkokullara Kuranıkerim derslerinin konulması ve bu derslerde kız öğrencilerin başlarını örtmesine olanak verilmesi, mesleki eğitimin yanı sıra örgün eğitimde de karma eğitime alternatif olarak ayrı ayrı kız ve erkek okullarının ‘olanak’ ve ‘zorunluluk’ gerekçesiyle açılabilmesinin sağlanması, birçok ilköğretim okulunun imam hatip okuluna çevrilmesi, opera, tiyatro ve alışveriş merkezlerine mescit yapılma zorunluluğunun getirilmesi, içkiye yasak getirilmesi, dünyaca tanınan sanatçımız Fazıl Say’a dine hakaret ettiği gerekçesiyle dava açılması, hiçbir haklı ve geçerli neden yokken Çamlıca Tepesi’ne ve Taksim’e cami projeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini bırakarak, bir din devletine dönüştürüldüğünün yeterli işaretleridir.

On sekiz yıl önceki yazımda ”acaba Mustafa Kemal bütün bu olanları görseydi, yine de Samsun’a çıkar mıydı?” sorusuna yanıtımız nasıl olmalı? Evet, kesinlikle çıkardı. Büyük önderimiz tam bağımsızlık için, emperyalist işgalden kurtulmak için, demokratik ve laik bir cumhuriyet kurmak için, karanlığa son vermek için çıkmıştı Samsun’a.. Bizler de, Atatürk’ün gençleri olarak, yaşadığımız tüm sıkıntılara karşın laik ve demokratik cumhuriyetimize sahip çıkmak için, tam bağımsızlığımızı korumak için, dinlenmeden çok daha fazla çalışmalı ve örgütlenmeliyiz. ”Hiç dinlenmemek üzere yola çıkanlar, asla yorulmazlar” diyen Mustafa Kemal Atatürk’e layık olmanın yolu budur..

Suay Karaman
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.