KURBAN

ABONE OL
18:51 - 01/10/2020 18:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Kurban konusunu bir de Hakkı Yılmaz’dan okuyalım. Konuyu enine boyuna incelemiş. İstifadenize sunuyorum. Okuyalım:

Kurban

Kurban sözcüğü, Arapça bir sözlük olup “yaklaşmak” anlamındadır. Dini terim olarak ise, Allah’ı razı etmek, ona yaklaşmak için yapılan her türlü ameli kapsamı içine alır. Dolayısıyla kurban Allah’a yakın olmak için yapılan hertürlü infak’ın adındır.
Kurban, Allah’a yaklaşmak amacıyla yapılan secde, salât, salâtı ikâme, cihad, yetimin ikramı, sâlihâtı işleme, işsize iş verme vs. gibi her türlü güzel davranışın adıdır.
Sadece hayvan kesmek yaklaşılmaz Allah’a. Her türlü ihlâslı ve takvâlı amel müslümanı Allah’a yaklaştırır. Müslümanın Allah’ın rızasına uygun olarak yapılan harcamaları “kurban” dır.

Habil ile Kabil Adem’in iki oğlu veya iki adem oğlu, Allah’a kurban ile yaklaşmak istemişlerdir. Habil çoban olduğu için kurban olarak bir koyun seçmiştir. Kabil ise çiftçi olduğu için kurban olarak bir demet buğday seçmiştir. (Tevrat/ Tekvin, 5:17), (Maide 27-32), (Tirmizi 2812)

Tarihçesi

Tanrıya/ tanrılara insan/hayvan kurban edilişinin geçmişi kesin olarak bilinmese de insanlık tarihi kadar eskidir diyebiliriz. Dinler Tarihi incelenirse tüm cahil, ilkel insanların tanrılarına yakınlaşma, onlara şükran duygularını ifade etme veya onların hışmından kurtulabilmek amacıyla Kurban ile ilgileri görülür. Antik yunan dininden tutun da Japon dini Şintoizme, eski Çin inançları ve Hinduizme kadar hepsinde kurban vardır. Ahdi Atik ve incil’de de israiloğullarının sunduğu Takdimelerden sıkça söz edilir.
Cahil insan, korktuğu şeylere, putlarına, totemlerine, ilahlarına hep kurban sunmuştur. Bu kurban kimi zaman, yetişkin insan olmuş, kimi zaman çocuk olmuş, kimi zaman da hayvan (deve, sığır, davar) olmuştur.

İslâm dininde kurban

Müslüman arasında Kurban ilkel dinlerdekinden farklı olarak yer almıştır. Kurban’ın toplumda kardeşliği, yardımlaşmayı ve dayanışmayı pekiştirdiği, sosyal adaletin tesisinde yardımcı olduğu, et alma imkânına sahip olmayanların et yeme imkânı bulduğu, zenginlerde yardımlaşma ve paylaşma duygusunu geliştirdiği ileri sürülür. (!)

İlm-i Hal ve fıkıh kitapları kurban konusunu işlerken kurbanın delil ve kaynaklarını Kur’ân’a dayandırmaya çalışırlar.

1- Kevser suresindeki VE-NHAR emri, KURBAN KES diye tercüme ve tefsir edilir.
2-Kurbanın İbrahim As.’dan gelme bir sünnet olduğu kabul edilip, İbrahim As.’ın özverisinin konu edildiği Saffat/ 83- 113. Ayetlerini İbrahim peygamberin oğlunu Allah’a kurban olarak kesmeye çalıştığını ileri sürerler.
3- Hacc Suresi 34-37 âyetlerinin kurbandan bahsettiğini iddia ederler.
4- Maide/ 27- 32’de konu edilen olaya binaen de, Kurbanın Âdem peygamberden beri var olan bir ibâdet tarzı olduğu kabul ederler. Böylece de kurbanın Kur’ân’ kaynaklı olduğuna inanılır.

İşin aslına bakılırsa, delil olarak ileri sürülmeye çalışılan ayetlerde konu edilen olayların bizim bildiğimiz ve uyguladığımız kurbanla hiç alakası yoktur. Âyetlerin kurban için delil teşkil etmeleri söz konusu değildir. Âyetlerin bu tarz meal ve tefsirleri de yanlıştır. Bunları inceleyelim:

Kevser suresi

Dinî ve tarihî kaynaklarda belirtildiği gibi, ilk günden itibaren müşriklerin kendisini hafife ve alaya almalarıyla, hazırladıkları hile ve tuzaklarla karşı karşıya kalmıştır. Peygamberimizin maruz kaldığı bu tür davranışlardan biri de soyunu devam ettiremeyeceği yönündeki alaycı hafifsemelerdi.

Günümüzde bazı ilkel aileler tarafından da hâlâ sürdürüldüğü gibi, o zamanın Arap kültüründe de kız çocukları evlâttan sayılmaz, ailenin erkek çocuk tarafından devam ettirildiği kabul edilir ve erkek çocuğu olmayanlar horlanırdı. Peygamberimizin Hadice’den doğma oğulları Kasım ile Abdullah ölünce, başta As b. Vâil es- Sehmî, Ebû Cehil, Ebû Leheb, Ukbe b. Ebî Mu’ayt gibi Kureyş’in ileri gelen müşrikleri olmak üzere peygamberimizin hasımları bu olayı malzeme yaparak o’nu horlamaya yeltenmişlerdi. Peygamberimiz tarafından ortaya atılan davanın o’nun ölümü ile biteceğini, çünkü oğulları öldüğüne göre davanın takipçisi kalmadığını düşünerek peygamberimiz hakkında “Bırakın o’nu, o’nun soyu kesik, zürriyetsiz, ölünce adı unutulur gider, biz de ondan kurtuluruz” diyor ve temennilerini haber yapıyorlardı. Bu durum peygamberimizi çok üzüyordu.

Bu sure işte üzgün peygamberi desteklemek ona metanet kazandırmak, onu ileriki görevlerine hazırlamak için inmiştir, anlamı şöyledir:

“Şüphesiz Biz sana bol nimet verdik. Öyleyse Rabbin için salât et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumun zenginleştirilmesine ve aydınlatılmasına uğraş] ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle! Şüphesiz seni horlayan, sonu olmayanın; yaptıkları, işe yaramayanın ta kendisidir!” (15/108, Kevser/1-3)

Rasülüllah’a verilen kevser: Bol nimet ise yine Kur’an’da (Duha, İnşirah sureleri ve Hıcr/87) ayrıntılı olarak açıklanmıştır:

Aydınlanmanın başlayışı ve Allah’ın ilâhlığını, rabliğini örtüşün, Allah’a ortak kabul edişin, cehaletin toplumu sarmışlığı[1] kanıttır ki Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak.
Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın.

O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?

O hâlde yetimi perişan etme/daha da kötüleştirme! İsteyeni/soranı azarlama.
Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy!

Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü indirmedik mi? -Ki o, senin belini çatırdatmıştı.- Senin şanını da senin için yüceltmedik mi?

Demek ki zorluğun yanında kesinlikle bir kolaylık var. Zorluğun yanında bir kolaylık, kesinlikle var.
O hâlde boş kalır kalmaz hemen yeni bir şeye başla. Ve arzularını yalnızca Rabbine yönelt. (11/93, Duhâ/1-11+12/94, İnşirâh/1-8)

Andolsun ki Biz sana katmerli katmerli nice nimetleri ve büyük Kur’ân’ı verdik. (Hicr/ 87)
Buna göre bol nimet, “Kur’an ve sıradan birisi iken seçilip peygamber yapılması; yetim iken barınağa kavuşturulması; dosdoğru yol dışında biri iken doğru yola kılavuzlanması; dar gelirli iken zenginleştirilmesi; sıkıntılı ilen göğsünün açılması, ferahlatılması; yükü ağır iken ağır yükünün hafifletilmesi; adı unutulacak iken adının, sanının ve şanının yüceltilmesi”dir.

Bizim “karşılaşacağın zorlukları göğüsle!” diye çevirdiğimiz sözcüğün orijinali “nahr” dır. Nahr sözcüğü klâsik eserlerde iyice irdelenmeden Türkçeye en uzak anlamı olan “kurban kes” şeklinde çevrilmiştir. Bu durum, “ğalât-ı meşhur, fasih lisana yeğdir [meşhur olmuş hatalı sözcük, orijinaline tercih edilir]” kuralına tamı tamına denk düşen bir uygulamadır. Ne var ki, yapılan ğalâtın/hatanın sürdürülmesi edebiyat alanında önemli bir sakınca doğurmayabilir ama dinin temel ilkelerinin ğalat bir anlamla yozlaşması, göze alınamayacak kadar büyük bir sakıncadır.

Kadim lügatlara göre İsim olarak kullanıldığında “göğüs, gerdan” anlamına gelen nahr sözcüğü, mastar olarak kullanıldığında araplar arasında “eli göğse değdirmek, göğüslemek, devenin göğsüne bıçak saplayıp kesmek” anlamlarına kullanılır olmuştur. Türkçedeki “intihar” sözcüğünün aslı da buradan gelmektedir.

Sözcük Âyette venhar emir kipiyle yer aldığına göre sözcüğün mastar hâlinin taşıdığı üç değişik anlamın da incelenmesi gerekir:.

1-Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki birinci anlamı “elini göğsüne değdir” emridir. İmam-ı Şafii ve-nhar emrini “kurban kes” ya da “deve kes” olarak değil, “ellerini göğsüne değdir” olarak anlamış ve namaz kılarken alınan ara tekbirlerde ellerin göğse değdirilmesine içtihat etmiştir. Bu nedenle Şafii mezhebine mensup olanlar namaz kılarken bu içtihada uyarlar.

Şii müfessir ve fakihler de, Ali ve ehlibeyt kaynaklı rivâyetleri dikkate alarak bu emri namazda kıyamda iken ellerin göğse kaldırılması ve namazda tekbir getirirken ellerin boğaz çukurluğunun hizasına kadar kaldırılması olarak anlamış ve bu şekilde uygulamışlardır.
Kimileri de aynı emri, namazda göğsün kıbleye döndürülmesi, kesinlikle başka yönlere yalpalanılmaması gerektiği şeklinde anlamışlardır.

Ebû Hanife’nin bu Âyeti nasıl anladığına gelince; o günkü siyasal iktidarın söylemine aykırılıklar taşıması sebebiyle olsa gerek, eserleri zamanın idarecileri tarafından yok edilmiş, bu nedenle de konu hakkındaki yorumu bize kadar intikal edememiştir.
Ancak bütün bu anlayışların namaz esnasındaki bedensel hareketlere yönelik olarak ortaya konduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Oysa Âyette bu hareketin namazda olacağına dair hiçbir işaret, delâlet ya da karine [ipucu] yoktur.

Bu sözcüğün “elini göğsüne değdir” anlamın alırsak, namaza başlama tekbirinde ya da namazlardaki ara tekbirlerde dilimizle “Allahu Ekber [Allah her şeyden daha büyüktür]” derken ellerimizi göğsümüze kaldırmamız, aynı anda beden dilimizle de bu inanç ve anlayışımızı pekiştirdiğimiz anlamını ifade eder. Yaptığımız bu hareket, Allah’tan başka her şeyi arkaya attığımızı ifade eden sembolik bir davranıştır. Sûre peygamberimize hitap ettiğine göre, Yüce Allah’ın bu emirle peygamberimizden istediği, hakkında çıkarılan kin dolu söylentileri, kendisine yapılan kötü davranışları, düşmanlıkları, hileleri ve tuzakları arkaya atması, dikkate almaması, boş vermesi, elini sallayıp geçivermesidir.

2- Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki ikinci anlamı “göğüslemek, göğüs göğse gelmek” demektir. Sözcüğün asıl ve en fazla kullanılan anlamı zaten bu anlamdır. Arap şairleri tarafından boğaz boğaza gelmeyi, göğüs göğse dövüşmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca “evleri göğüs göğse [karşı karşıya]” deyiminde de bu anlamda kullanılmıştır.
Buna göre Rasülüllah’a/ mü’minlere, “sabırlı olma, her türlü sıkıntının göğüslenmesi” emredilmiş olmaktadır.

3-Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki üçüncü anlamı ise “deveyi göğsünden hançerle kesmek” demektir. Dikkat edilirse bu anlam içinde “kurban” sözcüğü yer almamaktadır. Bu anlam esas alındığında, Âyetten “kurban kes” veya “deveyi kurban kes” gibi anlamlar çıkmaz. Sâdece “deveyi göğsünden hançerle kes” anlamı çıkar. Bu takdirde Âyetin anlamı, “Seni üzüyorlar, sana düşmanlık ediyorlar, salat et ve deveyi göğsünden hançerle kes!” olur.

O günkü şartlar altında peygamberimize böyle bir emir; kasaplık yapmasının emredilmiş olması anlamsızdır. Çünkü bu Sûre indiğinde peygamberimiz hâlâ insanlara tebliğde zorlanmaktadır, yeterince taraftar edinememiştir. İşler henüz teori/iman boyutundadır. Tebliğin dışında herhangi bir eylem söz konusu değildir.
Kevser Sûresi’nin 15. sırada indiğini bilenler ve Sûre ile Âyeti o ortama göre ele alanlar venhar emrinden kesinlikle “kurban kes” anlamını çıkarmazlar.

Ragıb el İsfehânî de Müfredât adlı eserinde nahr’ı hacc esnasında Mina’da kesilmesi gereken hediye olarak açıklar. Ancak hedy’den bahseden Bakara Sûresi’nin 196; Mâide Sûresi’nin 2, 95, 97. ve Feth Sûresi’nin 25. Âyetleri henüz inmemiştir. Çünkü bu Âyetler, Medenî’dir. Dolayısıyla Kevser Sûresi indiği sırada hacc ile ilgili bir hüküm henüz ortada yoktur. Böyle olmasına rağmen Ragıb’a göre de nahr hacda kesilen hediyenin dışında bir şey değildir, kurban adı altında günümüzde yapılan kesimle bir ilgisi yoktur.

Bazıları, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kurban konusunu İbrâhîm peygambere bağlarlar ve o’nun oğlunu kurban edişini konu alan birçok Kur’ân dışı kültürü kendilerine kaynak kabul ederek detaylara girerler. Oysa Sâffât Sûresi’nin 83-113. Âyetlerine baktığımızda, bu olayların kurbanla herhangi bir ilgisinin olmadığı görülmektedir. Bazıları da Mâide Sûresi’nin 27-31. Âyetlerindeki “iki âdemoğlu” kıssasından yola çıkarak kurbana kaynak aramaya çalışmışlardır. Ne var ki, ilgili pasajın da hayvan kurban etme gibi bir anlamı bulunmamaktadır.
Müslümanların nerede ve ne amaçla hayvan keseceği, Hacc Sûresi’nin 34-38. Âyetlerinde açıklanmıştır.
Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında Kevser Sûresi’nin anlamı, ” Şüphesiz Biz sana bol nimet verdik. Öyleyse Rabbin için salât et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumun zenginleştirilmesine ve aydınlatılmasına uğraş] ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle! Şüphesiz seni horlayan, sonu olmayanın; yaptıkları, işe yaramayanın ta kendisidir!” anlamındadır.

Konuya malzeme yapılan kuran pasajları da şunlardır. Okuyun ve kurbanla ilişkisinin olup olmadığına siz karar verin:
Hiç kuşkusuz İbrâhîm de Nûh’un grubundandı.
Hani o Rabbine selim bir kalple gelmişti.
Çünkü İbrâhîm, yıldızlara öyle bir bakış baktı ki! Sonra da ‘Şüphesiz ben sancılıyım/fikir sancısı çekiyorum’ dedi.
Hani o, babasına ve toplumuna: “Siz neye kulluk ediyorsunuz? Allah’ın astlarından birtakım uydurma ilâhları mı istiyorsunuz? Peki, âlemlerin Rabbi hakkında kanaatiniz nedir?” demişti.[2]

Bunun üzerine babası ve toplumu, İbrâhîm’den arkalarını dönerek geri durdular/o’nunla ilişkiyi kestiler.
Sonra da o, onların ilâhlarına sokulup “Yemez misiniz/nasiplenmez misiniz? Neyiniz var ki, konuşmuyorsunuz?” dedi. Hemen sağ eliyle/ yemini nedeniyle bir vuruşla sokuldu.
Bir süre sonra, İbrâhîm’in halkı koşarak İbrâhîm’le yüz yüze geldiler.
İbrâhîm: ‘Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysaki sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yaratmıştır’ dedi.

Onlar: “Şunun için bir duvar yapın/ ambargo uygulayın da bunu çılgınca yanan ateşin/aşırı sıkıntının içine atın!” dediler.
Onlar, İbrâhîm’e tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik.
Ve İbrâhîm: ‘Kuşkusuz ben Rabbime gideceğim, O, bana yol gösterecek: Rabbim! Bana sâlihlerden birini lütfet!’ demişti.

Bunun üzerine Biz, İbrâhîm’e yumuşak huylu bir delikanlıyı müjdeledik.
Sonra ne zaman ki o müjdelenen çocuk kendisiyle birlikte koşacak duruma/o’nunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman İbrâhîm: “Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni perişan, mağdur ediyor görüyorum. Bak bakalım sen ne düşünürsün?” dedi. Oğlu: “Babacığım! Sen emrolunacağın şeyleri yap! İnşallah beni, sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere sabredenlerden bulacaksın” dedi.
Sonra ne zaman ki ikisi de İslâmlaştılar ve İbrâhîm, o’nu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz o’na, “Ey İbrâhîm! Sen o rüyayı kesinlikle onayladın” diye seslendik…[3] -Şüphesiz Biz, iyilik-güzellik üretenleri işte o’nun gibi karşılıklandırırız/ödüllendiririz.-

Şüphesiz oğulu yüzüstü bırakma işi, kesinlikle apaçık yıpratarak sınamadır.
Ve Biz İbrâhîm’e, perişan, mağdur edeceği çok büyük bu şey karşılığında/sebebiyle bedel/bahşiş verdik.
Ve sonradan gelenler içinde o’nun hakkında devamlı kalacak [hayırla anılacak, örnek alınacak] bir söz bıraktık.
Selâm olsun İbrâhîm’e!
İşte Biz iyilik-güzellik üretenleri o’nun gibi ödüllendiririz.
Şüphesiz o, Bizim inanan kullarımızdandır.
Ve Biz o’na sâlihlerden bir peygamber olarak İshâk’ı müjdeledik.
İbrâhîm’e ve İshâk’a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de iyilik-güzellik üreten ile açıkça kendi nefsine haksızlık eden vardır. (56/ 37, Saffat/ 83-113)

Yüce Rabbimiz haksız yere insan öldürmeyi,cana kıymayı, insanlara gönderdiği dininde (Bakara/ 178, Nisa/ 92, 93, Maide/ 32, En’am/ 151, İsra/ 33′) kesinlikle yasaklamıştır. Bu yasaklar İbrahim peygamber için de geçerlidir. Hele hele bir peygamberin öz oğlunu Allah’a kurban diye kesip öldürmesi, akıllı insanların inanacağı, kabulleneceği bir olay değildir.

Ve Biz, her önderli toplum için, Allah’ın kendilerine hayvanların kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O’nun adını ansınlar diye bir kulluk gösteri yeri/ kulluk biçimi yaptık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O’nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah’a içtenlikle boyun eğen o kimselere müjdele.

Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah’a ulaşmayacaktır. Ancak, O’na, sizden “Allah’ın koruması altına girme” ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere Allah’ı büyükleyesiniz diye, o büyükbaş hayvanları, size işte böyle boyun eğdirdi [hiç değişmeden, gelişmeden size boyun eğecek özelliklerde yarattı]. Ve iyilik, güzellik üretenleri müjdele.
Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiçbirini sevmez.(103/22, Hac/34-35, 37-38)

Onlara iki Âdemoğlunun haberini de hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. O: “Seni kesinlikle öldüreceğim” dedi. Diğeri: “Allah, yalnız Kendisinin koruması altına girmiş kişilerden kabul eder. Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben, elimi, seni öldürmek için uzatacak değilim [ben, elimi seni etkisiz kılmak için uzatırım]. Şüphesiz ben, âlemlerin Rabb’i Allah’tan korkarım. Şüphesiz ben, isterim ki sen, beni öldürmen nedeniyle oluşacak günahı ve kendi günahını yüklenip de Ateş’in ashâbından olasın! Şirk koşarak, küfrederek yanlış iş yapanların da cezası budur!” dedi.

Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin egosu kendisine, kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi, sonra da onu öldürdü. Kendisi de zarara uğrayanlardan oluverdi.
Sonra Allah hemen ona kardeşinin cesedini nasıl gömmekte olduğunu göstermek için toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. O, “Yazıklar olsun bana, ben, şu karga gibi olmaklığımla âciz mi oldum da kardeşimin cesedini gömüyorum.” dedi. Sonra da pişman olanlardan oldu.

İşte bunun için Biz, İsrâîloğulları’na: “Şüphesiz her kim bir zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse artık bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” şeklinde farz kıldık. Ve kesinlikle onlara elçilerimiz açık deliller ile geldiler. Sonra da şüphesiz onların birçoğu, kesinlikle yeryüzünde aşırı davranan kimselerdir. (112/5, Mâide/27-32)

RİVAYETLERDE KURBAN

Kurban ile ilgili olarak Kütüb-ü Sitte’de [Altı Büyük Hadis Kitabı’nda] 26 rivayet mevcuttur. Ama bunların çoğu aynı rivayetin farklı kişiler tarafından nakledilmiş varyasyonlarıdır. Bu rivayetlerin hepsinde konu edilen kurban ve kurban ile ilgili bilgiler, hacda hacıların mükellef tutulduğu hedy’e [Hacda hacıların hediye olarak kestiği hayvana] yöneliktir. Yoksa bayram günlerinde hayvan kesmeye yönelik değildir.

Rivâyetlerin ve tarihî belgelerin hiçbirinde, ne Mekke’de bu Sûrenin indiği dönemlerde, ne de Medine’de hacc farz oluncaya kadar herhangi bir kurban olayı anlatımı da söz konusu değildir. Yani Âyetler indiği zaman Mekke’de peygamberimiz ve o günkü Müslümanlar kurban kesme şeklinde bir ibadeti kesinlikle yapmamıştır.

Ayrıca unutulmamalıdır ki mü’minler, sene de bir kez bayramla, törenle, şölenle değil her an, toplumda kardeşliği, yardımlaşmayı ve dayanışmayı pekiştirmek, sosyal adaletin tesisinde yardımcı olmak, et alma imkânına sahip olmayanların et yeme imkânı sağlamak, zenginlerde yardımlaşma ve paylaşma duygusunu sağlamak ve uygulamak zorundadırlar.

Rüştü Kam

[1] Âyetin orijinalindeki sözcükler, “şu kuşluk vakti ve karanlığı büsbütün bastırdığı zaman gece” anlamındadır. Burada da mecâz anlamlar tercih edilmiştir.
[2] Teknik nedenler ve anlam bilgisi gereği 88-89. âyetleri, Resmi Mushaf’tan farklı tertip ettik.
[3] Burada konu edilen olaylar, İbrâhîm ve İsmâîl’in değişik hayat safhaları olup bunlar birbiri ardına hemen yaşanmış şeyler değildir. Buradaki İslâmlaşmaları, Bakara/124-132′de konu edilen olaylardır. Konunun tafsilatı için bkz. Tebyînu’l-Kur’ân.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.