KUR’AN’A BİR DE BU GÖZLE BAKIN(IV)

ABONE OL
18:22 - 01/10/2020 18:22
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best
KUR’AN’A BİR DE BU GÖZLE BAKIN(IV)
 
Nuh Tufanı: Psikolojik ve Sosyolojik Alt Üst Oluş 
Nuh Kıssası bize Ortadoğu’da meydana gelen bir sel baskınını ve onun insanlık hafızasındaki izlerini anlatır. Sembolik okunuşa göre ise psikolojik ve sosyolojik olarak alt üst oluşu ifade eder. Coğrafi olarak gerçekleşen olay Akdeniz’in oluşumudur. Önceden Afrika kıtası ile Türkiye’nin güneyi ve İtalya tek kara parçasıydı. Sonra orada çöküntü meydana geldi. Atlas okyanusundan gelen suların o çöküntüye dolması sırasında Hazar Denizi’ne kadar olan bölge ve Filistin kıyıları sular altında kaldı. O zaman Hz. Nuh ve kavmi de Filistin kıyılarında yaşıyordu. Bu olay sırasında birçok kişi öldü. Geriye kalanlar da yeryüzünün başka yerlerine doğru göç ettiler. İnsanlığın hafızasında derin izler bırakan bu olayı herkes gittiği yerlerde anlattı. Bu nedenle bütün mitolojilerde ve dinlerde Nuh Tufanı yer alır. Tufan kelimesi Kur’an’da psikolojik ve sosyolojik olarak alt üst oluşu anlatır. İçimizdeki değer yargılarının, korkuların, umutların, dünyaya bakışın bir altüst oluşla değişmesi ve insan kişiliğinin yeniden kurulmasıdır. Genellikle travmatik değişiklikler yaşadığımızda, ideolojik derin bilinç patlamalarından ya da kuvvetli bir aşktan sonra kişiliğimizi yeniden kurarız. Sosyolojik olarak da toplumsal alt üst oluşu, sosyal devrim anlamındadır. Toplum bir halden başka bir hale geçerken önceki bütün kokuşmuşluklarını kuvvetli bir altüst oluşla atar. Bazen okuduğumuz bir kitap ya da bir şiir öyle bir ruh üfler ki insana içinde fırtınalar esmesine, kasırgalar kopmasına neden olur. Bazen bir söz, bir bakış kişide kuvvetli sarsıntılar meydana getirir. Aynı şekilde Hz. İsa’nın  “Ben size Rabbinizden ayet ile geldim. Size çamurdan kuş biçiminde bir yaratık yapıp içine üfleyeceğim; Allah’ın izniyle hemen bir kuş olacak. Allah’ın izniyle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirip ölüleri dirilteceğim.  Size evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi haber vereceğim. Eğer imanınız varsa anlarsanız ne dediğimi. (Al-i İmran, 49)” demesi de bunun gibidir.  Tamamı semboliktir. Çamurdan bir kuş demek, yerlerde sürünmekte olan halk demektir. Yerlerde sürünen halka veya boyunduruk altında yaşayan kişiliğini kaybetmiş kişiye öyle bir nefes üfleyeceğim ki o kişi psikolojik olarak veya o toplum sosyolojik olarak ayağa kalkacak demektir. Kendisine yepyeni bir kader çizecek ve özgürlüğe kuş gibi uçacak, demektir. Ve ondan sonra o ölü toprağı serpilmiş halk dirilecek, gözleri görmeye, kulakları duymaya başlayacak. Hakikaten Allah’ın dini kişilere bir nefes gibi estiği zaman, topluma bir ruh olarak aşılandığı zaman gerek kişiyi gerekse toplumu böyle yapar. 
Cehalet ve Önyargı Putlarını Yıkmak
Hz. İbrahim’in eline baltayı alıp putları indirmesi ne demek? Bunu çok düşünmüşümdür. Peygamberin aslında böyle bir şey yapmaması lazım. Bu, cehalet ve önyargı putlarının yıkılmasıdır. Bazen anlatırsınız ama karşınızdaki ısrarla anlamaz. Biri cahil, önyargılı ve inatçıysa o zaman onun beynindeki cehalet putlarını teker teker yıkmak gerekir. Ebu Cehil Peygamberimize soruyor, “Ben senin dinine geçersem bana ne var?” diye. O sırada Hz. Peygamber’in yanında da eski azatlı kölesi Hz. Bilal’i oturuyor. “O neye sahipse sen de ona sahip olacaksın.” diyor. O da o zaman “Bu işi kılıç çözer.” diyor. Bedir’de de vuruşarak ölüyor. Bir yerde baltaların çıktığı bir nokta vardır. 
Hz. İbrahim’in ateşe atılması da mitolojiye dönüşmüştür. Hz. İbrahim ateşe atılmamıştır. Atılmak istenmiştir. Oda bulunduğu yeri terk ederek tıpkı Hz. Peygamber gibi hicret etmiştir. Onlar da aramış, bulamamışlardır. Yaktıkları ateş de sönmüştür. Kur’an bunu, “Ey Ateş! Serin ol dedik, selam olsun İbrahim’e. (Enbiyâ, 69)” diye anlatır. Bu kıssa mitolojileştirilerek, bire bin katılarak, menkıbeleştirilerek Urfa’da Balıklı Göl’e dönüşmüştür. Balıklı Göl Derneği, Halil İbrahim Derneği gibi dernekler ortaya çıktı. Turistik bir malzemeye dönüştü. Bu dernekler beni kıssayı böyle anlattıp turizme engel oluyorum diye mahkemeye verdiler. 
Ashab-ı Kehf
Aynı şeklide Ashab-ı Kehf Kıssası turizm konusu olmuştur. Ashab-ı Kehf 7 kişi değildir ve 300 yıl uyumamışlardır. Türkiye’de 3 ayrı yerde mağaraları bulunmaktadır. Buralar belediyeler tarafından turistik bölge ilan edilmiş. Oysa Ashab-ı Kehf şehirleri işgal altına girdiği için dağlara çıkan gençleri anlatır. İbrahimi dini sürdüren gençler Roma işgaline teslim olmayıp dağlara çıkıp direnmişlerdir. Uzun yıllar dağlarda yaşamışladır. Sonra şehre dönüş kararı almışlardır ve dönmüşlerdir. Özet olarak anlatılan budur ama bunu da efsaneye dönüştürdüler.
Salih Peygamberin Devesi
Salih Peygamber’in halkının kendisine inanması için kayanın içinden bir deve çıkardığı, o deveye dokunmamalarını söylediği, halkı da Peygamberi dinlemediği için helak olduğu söylenir. Oradaki deve, sadece deve olarak algılandığında ölü bir anlatım olur. Allah’ın devesinden maksat, Allah’ın dağı, suyu, madeni, havası gibi kamuya ait olan herşeydir. Herkese ait olmayı ifade eden bir deyimdir. Buna dokunmayın denmektedir. O halk, talan yapan, kimsesiz bulduğu her şeyi zimmetine geçiren, vadilerde kayalar oyarak yaşayan, işgalci, sömürücü bir halktı. Atlara binerler ve yağmaya giderler. İşgal ettikleri, ele geçirdikleri her şeye Allah’ın devesi diyor. Allah’ın devesi demek Allah’ın yeryüzü demektir. Senin hakkın olmayan her şey Allah’a aittir. Sadece emeğinin hakkını alabilirsin, geri kalanına dokunamazsın. Buradan işgale, sömürüye, başkasının hakkına el uzatmaya, kamudan mal çarpmaya karşı kuvvetli bir söylem çıkar. Tam da zaten bunu anlatmaktadır. 
Kanıtsız, Delilsiz Tefsir
Yunus Peygamber, dönemin zalimlerine başkaldırdığı için ülkeyi terk ederken yakalanıp cezaevine konulmuştur. Bu cezaevi bir adadaydı. Su Tanrısı Enki’nin sembolü balıktı. Cezaevinin içinde, tapınakların köşelerinde devasa balık resimleri vardı. Rahipler balık türü giysiler giyiyorlardı. Bunların hepsinin kanıtları müzelerde vardır. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ya da Arkeoloji Müzesi’nde görülebilir. Ben bu müzelerde araştırma yaptığım sırada müze müdürü bir ilahiyatçının burada ne işi var diye şaşırdı. Ülkemizdeki ilahiyatçıların durumunun vehametini göstermesi açısından önemlidir. Kimse araştırmıyor. Oysa orada tefsir yatıyor. Arkeolojik kültür olmadan, kanıtsız, delilsiz tefsir yapılıyor. Amerika Irak’ı işgal etti ve Bağdat’taki müzelerde ne kadar arkeolojik kanıt varsa hepsini aldı. Yağmaladılar bütün bu tarihi. Kur’an’daki kıssaların, kutsal kitaplardaki kıssaların tefsiri orada yatıyordu. Kimse gidip oraya bakmıyordu. 
Süleyman Peygamberin İdeali
Hz. Süleyman bugünkü Kudüs’te bir adalet ve barış yurdu kurmak istiyordu. Kur’an’da “Allah dâru’s-selâm’a çağırıyor. Allah kimi layık görürse onu doğruluk ve dürüstlük yolunda yürütür. (Yunus 25)” diye belirtilir. Dâru’s-selâm, esenlik, adalet ve barış yurdu demektir. Bunu yapmak için civardaki devletlerle çeşitli diplomatik temaslar kurarak anlaşmalar yapıyor. Onlardan oluşan ortak bir ordu kuruyor. Bütün amacı Ortadoğu bölgesini bir bayrak altında birleştirmek. Şu anda da Hz. Süleyman’ın ideali gerçekleştirilmeyi beklemektedir. O dönemde, güneyde Sebeliler (karıncalar), kuzeyde Hititler (kuşlar), doğuda Babilliler (cinler/periler) ve batıda Fenikeliler (yelkenli gemi ve rüzgarlar) vardı. Bu devletler o dönemde böyle anılır ve bilinirlerdi. “Karıncalar”, Rüzgarlar”, “Cinler”, “Kuşlar” o dönemde bu kabilelerin ad ve sembolleriydi. Tüm bu ülkeler Hz. Süleyman’ın emrine girmişlerdi. Hz. Süleyman’a verilen mülk buydu. Yani 600 tane karısı olan, cariyeleri olan, yerlerin göklerin mülkü ona ait olan, zenginlikten tavan yapmış bir peygamber ve kral değildi. Hz. Süleyman bir evi, bir bineği, bir eşi olan, bir yıllık rızkından başka asla yiyecek biriktirmeyen binlerce peygamberden  sadece biriydi. Bize verilen ders şudur. Dünyanın başına en fazla bir evi, bir arabası, bir yıllık rızkını bir kenara koymuş, kibir, haset ve hırs sahibi  olmayan  ve Allah’ın emanetini kendi zimmetine geçirmeyecek kişiler getirilmelidir.  
“Eline Bir Demet Sap Al”
Kur’an’da Eyyûp Kıssası anlatılırken denir ki, “Eline bir demet sap al. Onunla vur. Yemininden dönen durumuna düşme. (Sâd, 44)” Bu olay şu şekilde yorumlanmıştır. Eyyûp Peygamber hastalanmış ve yaralarında kurt çıkmış. O kadar sabretmiş ki yarasındaki kurdu dahi atmamış. O esnada karısı dediğini yapmamış ve Eyyûp Peygamber “Şu kurtlardan bir kurtulayım sana göstereceğim.” demiş. Sonra iyileşince Kur’an da ona sözünde durmasını söylüyormuş. Bu Tevrat’tan alınma bir hikayedir. “Eline bir demet sap al” demek, birleşmek, yekvücut olmak, demet gibi yan yana durmak anlamında bir deyimdir. “Ayağını yere vur, dedik. İşte sana kullanıp yıkanacağın ve içeceğin soğuk bir su. (Sâd, 42)” ayetinde anlatılan yıkanıp kurtlardan kurtulması değildir. Bu ayetlerde Hz. Peygamber’e ambargo yıllarında Eyyub sabrı ve direnişi örnek gösterilir. Dağılmamaları, yılmamaları, sapların bir demet halinde bir arada durması gibi birlikte durmaları söylenir. Ve ayağını yere sağlam bas denir. Böyle yaparsan önüne pınarlar çıkacak, yepyeni mutlu bir gelecek, çölün içinden su çıkmış gibi sizin olacak, denmektedir. 
Kıssaların Anlatıldığı Ayetlerin İniş Zamanla
Kıssa ayetlerinin geldiği dönemlere bakıldığında bu yorumlamalar tamamen uygun düşmektedir. Yunus Peygamber’den örnek verildiği sırada Peygamberimiz tam da kaçmayı düşünmektedir. Kendini ifade edecek birilerini bulamamıştır, bunalmıştır. Bu sırada gelen ayetlerle kendisine, ‘Yunus gibi olma, Eyyûp gibi diren, sonunda Süleyman gibi olacaksın.” denmektedir. Bu anlatıların tamamı Peygamberin o anda yaşadığı dönem ve ruh dünyasıyla örtüşür. Her biri bir pencere açar.
BİTTİ
Rüştü Kam 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.