KUR’AN’A BİR DE BU GÖZLE BAKIN(III)

ABONE OL
18:23 - 01/10/2020 18:23
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

KUR’AN’A BİR DE BU GÖZLE BAKIN(III)


Bir ileri aşamada şeytan söz alıyor. Şeytan dediğimiz şeyle içimizdeki 3 büyük temel dürtü temsil ediliyor. Adem’e secde et, denildiğinde etmeyip “Beni ateşten yarattın onu çamurdan.” diyen şeytanla temsil edilen şey kibirdir. Bir insan ben senden üstünüm dediği an kibir hastalığına yakalanmıştır. Yaratılıştan var olan herhangi bir şeyle kıyas yapıp seninle eşit hale gelemem dediğiniz zaman kibre kapılıyorsun demektir. Bunun sosyal karşılığı eşitliktir. İnsanların eşit olduğunu ve kimsenin kibirlenmemesi gerektiğini söyleyen dünya görüşüne tevhit deniyor. Tevhit insanları eşitliğe ve bir olmaya çağırır. 

Şeytanın Adem’e “Sana sonsuza kadar toplamanın yollarını göstereyim mi?” demesi hırstır. Üçüncüsü de “Bana değil de Adem’e güvenmenin ne kadar yanlış olduğunu göstereceğim, bana süre ver.” diyerek Adem’i kıskanmasıdır. Yani hasettir. Kur’an’a göre 3 büyük günah budur. Her üçünün de altında sahip olma ve mülk tutkusu vardır. Kendinde olanla övünme, toplamaya girişme, başkasında olanı kıskanma. Çünkü hiçbiri bize ait değil.


Hz. Peygamber’in Tefeci Düzene Alternatif Olma Yolu

Kur’an, Müzemmil Suresi’nde Peygambere, bu tefeci düzene karşı etrafındaki bir avuç insanla nasıl alternatif olacağını gösteriyor. “Rabbin, senin ve beraberindekilerin uykusuz geceler geçirdiğini biliyor. Gecenin ve gündüzün ölçüsünü/gücünü koyan Allah’tır. Bu konuda epeyce zorlanacağınızı bildiği için size lütuf ile muamelede bulunuyor. Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. İçinizden hastaların olacağını, Allah’ın fazlından aramaya koyulanların bulunacağını, yeryüzünde sefere çıkacakların olabileceğini bilmektedir. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Salâtı ikame edin, zekâtı verin. Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için ne hayır yaparsanız, karşılığını Allah katında daha büyük olarak bulursunuz. Daima Allah’tan bağışlanma dileyin. Allah çok bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır. (Müzzemmil; 20)” 

Yani, gecenin güçleri donanımlı olmaktır, donanmaktır, gece yarınlarında kalkıp, Kur’an’ı düşünerek, ruh dinginliğine kavuşarak okumaktır, iç dünyayı şeytanın vesvesesinden arındırmak için okumaktır, tevbe etmeniz, ölüm üzerine düşünmeniz, bireysel olarak özgür bir ruh olmanız lazımdır, deniliyor. “Senin için gündüz uzun bir uğraş var. (Müzemmil, 7)” deniliyor. 
Kur’an’ın bel kemiği cümle şudur. “Salatı ikame edenler zekatı verirler.” Bunu şöyle çevirdiler ve mahvettiler. “5 vakit namaz kılarlar, 40’ta 1 zekat verirler.” Zekat 40’ta 1 vermek değildir. Fazla olanı vermektir. “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” derken “Kur’an’ı birbirinizin işini kolaylaştırmak için okuyun” denilmektedir. 

Salat kelimesi 8-10 yerde, güneş, gündüz, gece, ay, akşam kelimeleriyle beraber kullanıldığı yerlerde rüku ve secde anlamında namazı ifade eder. Geri kalan 120 yerde yardımlaşma, dayanışma anlamına gelir. O zaman bu ayeti şöyle anlamak gerekir. “Onlar yardımlaşma ve dayanışmayı ayağa dikerler ve fazla olanı verirler.” Peygamberimiz etrafında toplanan insanlarla şöyle yaşıyordu. Sabahleyin toplanıp “Yarabbi bize yardım et.” diyorlardı. Beraber rükü ediyorlardı, secde ediyorlardı. Sonra “Bir ihtiyacı olan var mı?” diyorlardı. Birbirlerine sarılıyorlardı ve dağılıyorlardı. Gidip tarlalarında, bağlarında, bahçelerinde çalışıyorlardı. Günlük ihtiyaçları kadarını evlerine bırakıyorlardı. Akşam tekrar toplanıyorlardı. İhtiyaçtan fazlasını getiriyorlardı. Yine Allah’a yalvarıyorlardı, beraber namaz kılıyorlardı. İhtiyacı olan oradan ihtiyacını alıyordu. Bir kaynaşma, değiş tokuş, görüşme oluyordu. Sohbet ediyorlardı. Sonra evlerine gidiyorlardı. İhtiyaçtan fazlası ellerinde yoktu. Biriktirmiyorlardı. Caiz değildi. Haramdı. Bu toplum Mekke’deki putperest düzeni böyle yıktı. 

Dünyadan El Etek Çekmek, Otoritenden Güçten ve Paradan El Etek Çekmektir

Dışarıya çıkıp baktığımızda insanların peşinden koşturduğu en önemli şeyin çalışmak ve para kazanmak olduğunu görürüz. Kimisi camiye gidiyor, kimisi kiliseye gidiyor, kimisi Allah’a inanıyor, kimisi inanmıyor. Hayatın en önemli konusu buysa, bu kitabında en önemli konusu bu olmalıdır. İnsanlar arasındaki en önemli şey değişsin, o zaman Kur’an’ın konusu da değişir. Burası düzeldiği zaman insanın maneviyatı da düzelecektir. Kur’an sürekli “dünya hayatına bağlanmayın ya da dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.” diyor. Dünya hayatına bağlanmayın derken otoriteye-güce-paraya bağlanmayın diyor. Dünya gezegeninden bahsetmiyor. Dünyanın içindeki insani ilişkilerin otorite, güç ve paraya bağlı olmasını eleştiriyor. Bunlar olmadan ilişki kurun diyor. Kur’an’ın ekonomik, politik okunuşunun ana esasları bana göre budur. Ve bu tür bir okumanın Kur’an’da kökleri ve kaynakları vardır. Ben size yeni bir Kur’an getirmiyorum. Ben Kur’an’a bir de bu açıdan bakın diyorum. Zenginin gözüyle bakmayın, bir de yoksulun, diptekinin, hiçbir şeyi olmayanın, biçere olanın, güzeyle bakın diyorum. 

Kıssaları yeniden yorumlamak

Kur’an’da 23 kıssa ve 22 tane de mesel vardır. Kur’an geçmiş tarihlerden zaman ve mekân belirtmeden bahseder. Sürekli olay ve karakter analizleri yaparak bize bir şey anlatmaya çalışır. Bu kıssa ve meseller Kur’an’ın önemli bir bölümünü oluşturur. Peygamber döneminde olmuş herhangi bir olay yok ki, onu açıklayan bir tarihi kıssa anlatılmamış olsun. Bunlardan bir ibret almamız isteniyor. Bir kitap tarihten çokça bahsediyorsa geçmiş çağlardan günümüze kadar değişmeyen şeyler olduğuna inanıyor demektir. Bu kıssaların günümüzde bir karşılığı olmalı. Sadece, geçmişte olmuş bitmiş mucizevi bir olayı anlatmak olmamalı. Bu nedenle ben bütün kıssaları yeniden yorumladım. Kıssaları, olağanüstü mucizevi yorumlardan arındırarak, Kur’an’ın çerçevesinde günümüze yönelik bir mesaj çıkacak şekle getirdim. Doğru olanın da bu olduğuna inanıyorum. Diğer türlü klasik anlatımlar bence ölü anlatımdır. Bugünün Almanya’sında, Türkiye’sinde, Danimarka’sında, Amerika’sında hiçbir karışlığı olmayan ölü anlatılardır. Bundan çok daha iyilerini kiliselerde havralarda dinleyebilirsiniz. Çok daha fantastiktir, sizi alır başka dünyalara götürür. Böyle olmamalı. Kıssaların burada günümüze yönelik bir şeyler söylemesi lazım. Söylemiyorsa bunu yeniden baştan okumalıyız. Başka bir gözle bakmalıyız.

Kıssa, Menkıbe, Mitoloji

Kıssa, tarihte olmuş bitmiş bir olayı abartmadan ancak gerçeğin üzerini de örtmeden anlatmak demektir. Kıssanın dışında bir de menkıbe vardır. Menkıbe hikayelendirmek demektir. Menkıbede denklik yoktur. Kıssada denklik vardır. Kur’an menkıbe anlatmaz, bir olayı mitolojileştirmez, dengiyle anlatır. “Senden önce meydana gelmiş olayların haberlerini sana kıssa olarak anlatıyoruz. (Hud, 100)” der. Edebiyatta buna öykülendirme diyoruz. Öykülendirme kendi içinde ikiye ayrılır. Gerçeküstü öykülendirme ve toplumsal gerçekçi öykülendirme. Gerçeküstücü öykülendirme, metafizik olayları veya gerçeküstü bir olayı kavratmak için dış dünyada olmayan, şu an mevcut olmayan bir takım olayları durumları kişi haline getirerek konuşturarak anlatmaktır. Örneğin Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig kitabı. Dönemin hükümdarına yazılmış bir nasihat kitabıdır. Burada 4 kişi konuşur. Onların her birine Kün-Togdı, Ay-Toldı, Ögdülmüş, Odgurmuş diye isimler verir. Aslında bu 4 şeyle kastedilen adalet, akıl, mutluluk ve gelecektir. Bu 4’ünü birbiriyle konuşturur. Bununla hükümdara nasihat etmektedir. Bunlar gerçek şahıslar değildir. Buna edebiyatta teşhis ve intak sanatı denir. Görünmesi mümkün olmayan varlıkları görünür hale getirmeye “teşhis”, konuşması mümkün olmayan varlıkları konuşur haline getirmeye de “intak” denir. 

Yeryüzünün Halifesi 

Kur’an’daki Adem Kıssası da bunun bir benzeridir. Şeytan ve melek gibi dış dünyada gerçek varlıklar yoktur. Bunlar insana ait bir takım durumların şahıs haline getirilip konuşturulmasıdır. İçimizdeki bütün kötülük dürtüleri “şeytan” adını alır, bizdeki, Tanrı’daki ve yeryüzündeki bütün iyilik düşünceleri “melek” adını alır. Bizim gibi duyan gören, aynı türden olduğumuz kişi “Adem” ismini alır. Onlar birbirleriyle konuşurlar. Burada konuşan sadece Allah’tır. Orada Allah dışında ontolojik dünyada kendisini görmesek bile yaşayan bir varlık yoktur. Şöyle anlatılır. “Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde halife yaratacağım.’  dediği vakit onlar, ‘Yeryüzünde kan dökecek ve fesat çıkaracak birisini mi yaratacaksın.’ (…)dediler. Allah, ‘Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim.’ Dedi (Bakara, 30)” 

Bir tarafta Allah, bir tarafta melekler ve şeytan oturmuş ruhlar âleminde konuşuyorlar dediğiniz zaman teorik olarak bir sürü sorun çıkar. Allah’a yer biçmiş olursunuz. Allah’ı şeytanın karşısına oturtmuş olursunuz. Yanlıştır. Bunların hepsi semboliktir. Bize burada bir şey anlatılmaya çalışılıyor. 

Allah’ın “Yeryüzünde halife var edeceğim” demesi ne demektir? Kur’an’da halife ve emanet kelimesi birlikte kullanılmıştır. “Yarattıklarımı kendisine emanet edeceğim.” anlamına geliyor. “Biz emaneti göklere, yere dağlara teklife ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular ama onu insan yüklendi. Çünkü insanoğlu çok zalim ve cahildir. (Ahzâb, 72)” Cahil bilgisiz demek değildir. Şehvetine uyan ve inatçı demektir. İnsanoğlunun zalim, şehvetine uyan ve inatçı olduğu için kendisine yüklenen emaneti üstlendiğini fakat dağların kendisine teklif edilmesine rağmen buna sorumluluk bilinciyle yanaşmadıklarını söylüyor. 
Burada anlatılmak istenen nedir? Emanet ve halife kelimelerini kafamıza göre yorumlayamayız. Halife ve emanet kelimelerinin Kur’an’da geçtiği yelere bakmak gerekir. Buna baktığımızda emanetten maksadın mülkiyet olduğunu görüyoruz. Allah yaratmış olduğu mülkü insanoğluna emanet olarak verdiğini söylüyor. Mülk Allah’ındır. Kullanım yetkisi insana verilmiştir. Bunlarla ilgili hesaba çekileceğiz. Bana verilen bilgi, vücut, sağlık sıhhat, iktidar, para, servet, mezara girmeden önce sana ait olan her şey Allah’ın bir emanetidir. 

Adem Kıssası’nda, emanet verecek bir halife yaratacağını söylüyor. Melekler de diyor ki, “Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” Yani yaratılış itibariyle özünde bu özellikler olan, toplama, biriktirme, kontrol etme hastalığı olan birisini mi yaratacaksın? Burada melekler konuşmuyor. Allah bize yaratacağı varlığı ifşa ediyor. Bize ayna tutuyor. Sizi bu özelliklerle yarattım diyor. İnsanın psikolojik ve sosyolojik dünyasına sesleniyor. “Yerleri ve gökleri yarattım.” diyor hep Allah. Onların senin olduğunu zannetme. Onu ben yarattım zannetme. İnsanı sakın ben yarattım zannederek onu köleleştirme. Ürettiği değerlerin sana ait olduğunu zannedip sakın onu biriktirme. Sürekli yaratmanın vurgulanması, tabiat, cehennem ve cennet tasvirleri tamamı bunun içindir. 

Bir ileri aşamada şeytan söz alıyor. Şeytan dediğimiz şeyle içimizdeki 3 büyük temel dürtü temsil ediliyor. Adem’e secde et, denildiğinde etmeyip “Beni ateşten yarattın onu çamurdan.” diyen şeytanla temsil edilen şey kibirdir. Bir insan ben senden üstünüm dediği an kibir hastalığına yakalanmıştır. Yaratılıştan var olan herhangi bir şeyle kıyas yapıp seninle eşit hale gelemem dediğiniz zaman kibre kapılıyorsun demektir. Bunun sosyal karşılığı eşitliktir. İnsanların eşit olduğunu ve kimsenin kibirlenmemesi gerektiğini söyleyen dünya görüşüne tevhit deniyor. Tevhit insanları eşitliğe ve bir olmaya çağırır. 

Şeytanın Adem’e “Sana sonsuza kadar toplamanın yollarını göstereyim mi?” demesi hırstır. Üçüncüsü de “Bana değil de Adem’e güvenmenin ne kadar yanlış olduğunu göstereceğim, bana süre ver.” diyerek Adem’i kıskanmasıdır. Yani hasettir. Kur’an’a göre 3 büyük günah budur. Her üçünün de altında sahip olma ve mülk tutkusu vardır. Kendinde olanla övünme, toplamaya girişme, başkasında olanı kıskanma. Çünkü hiçbiri bize ait değil. 

Devam edecek

Rüştü Kam  

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.