KUR’AN, VERSİYONU OLMAYAN BİR DÜNYA KLASİĞİDİR

ABONE OL
18:50 - 01/10/2020 18:50
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türk Eğitim Derneği’nin davetlisi olarak Berlin’de bulunan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Profesör’ü M.Akif Koç, “Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri” konusunu işledi. Koç’un altını çizdiği hususları şu şekilde özetlemek mümkün:

“Kur’an’ın tefsirine geçmeden önce O Kitabı bize getiren peygamberi tanımak lazım. Bu tanıtımı Kur’an yapar. O nun insan peygamber olduğunu haber verir. Israrla peygamberin insan olmasının üzerinde durur. Çünkü insan olmayan peygamber örnek alınamaz. İmtihanın gerçekleşmesi için peygamber, insanlar içinden seçilmiştir. Melek bir peygamber imtihanı ortadan kaldırırdı.

Peygamberler mücadele ederler, bu mücadeleler zorludur, yorucudur, tedirgin edicidir, sabır gerektirir. Onlar kendilerine yapılan kötü muamelelerden ötürü acı çekerler. Sıkıntı çekmeyen acı çekmeyen peygamber yoktur. Çünkü, peygamberler kurulu köle düzenlerine başkaldıran insanlardır. Görevleri arasında insanlar arasında adaleti sağlamak vardır. Bu görevi yerine getirirken, işkence görürler ve acı çekerler.

Hz. Aişe “Kim peygamber Allah’ı görmüştür derse yalan söylüyordur.” der. Ayrıca Hz. Aişe Lokman suresinin 34’üncü ayetini, “Son Saat’in ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir; yağmuru yağdıran O’dur; rahimlerde yer alanı O bilir; Halbuki kimse yarın ne kazanacağını ve hangi topraklarda öleceğini bilmez. (Yalnız) Allah, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.” delil göstererek ” Peygamberin geleceği bilmediğini” söyler ve bu kapıyı kapatır.

Allah her peygamberi mucize ile gönderir. Mucize ihtiyaca göre verilir. İnsanlara bazen şok edici şeyler gerekir. Mucize ile peygamberlerin farklı oldukları anlatılmak istenir. Ancak Kur’an’da Peygamber’e verilen mucizelerden bahsedilmez. Peygamberimiz’e verilen en büyük mucize Kur’andır. Kur’an kendisinin dışında Peygamber’e verilen başka bir mucizeden bahsetmez.

Kur’an müşriklere meydan okuyarak onları aciz bırakmıştır. “Gücünüz yetiyorsa bir benzerini getirin”…Güçleri Kur’an’ın benzerini getirmeye yetmedi. Bundan dolayı onlar tercihlerini onunla savaş yapmaktan yana koydular.

Kur’an muhataplarına meydan okur

Corpus Quranicum projesi Kur’an’ın değişmiş olabileceği ihtimali üzerinde araştırma yapmak üzere 1870 yıllarında planlanan bir çalışmanın devamıdır. Bu kurumun merkezi Berlin’dedir. Kurulduğu tarihten bu tarafa Kur’an üzerine yaptığı araştırmalarda bir değişim tespit edemedi.

Onlara göre, Kur’an versiyonu olmayan bir dünya klasiğidir.

Allah Kur’an’da hep akla hitap eder. İbrahim peygamberin kıssası bu konuda en önemli örnektir. İslâm’da inanç tartışılır, hem de sonuna kadar tartışılır. Hristiyanlıkta inanç tartışılmaz. Kur’an bu konuda kendisine çok güvenir. Mesela Ahiret inancı konusunda Allah bize, ilkbahara bakmamızı söyler. Aklımızı çalıştırırsak ilkbaharda Ahiret inancımızı güçlendirecek örnekler buluruz. Bütün peygamberlerin getirdikleri inanç esasları aynıdır, inanç esaslarında değişiklik yoktur, değişiklikler ameli hükümlerdedir.

Tefsir

Tefsir, anlaşılamayan bir metni anlaşılır kılma çabasıdır. Sahabe döneminde tefsir faaliyetlerine rastlamıyoruz. Çünkü, onlar Kur’an’ı anlıyorlardı.

Müslümanlar, anladıktan sonra O’na birşeyler ilave etmeyi de ihmal etmediler. Anlamaktan daha öte şeylerdi bu ilaveler. Böylece amacın dışına çıkıldı. Kur’an ısrarla kendisinin kolay bir Kitap olduğunu bize söyler, herkese söyler. Ancak bizler O’nun anlaşılmaz bir Kitap olduğunda nedense ısrar ederiz. Müslümanlar kendi doğrularını Kur’an’a onaylatmak için çalışmamalıdırlar, metni doğru anlamaya çalışmalıdırlar.

Kur’an’da herşey vardır algısı yanlıştır, 600 sayfa Kitap’ta herşey olur mu? Aradıklarını Kur’an’da bulamayanlar ondan sonra zorlama yorumlara gidiyorlar. Kur’an’da olmayan birşeyi Kur’an’da varmış gibi göstermek doğru değildir.

Son 300 yıldır neden debelenip duruyoruz. Çalışmak, didinmek, gayret etmek yerine başkalarının bulduklarına Kur’an’dan delil aramakla vakit geçiriyoruz. Ayıptır, günahtır.

Ortaçağ’da müslümanlar çalıştı ve Allah da onları hak ettikleri yere getirdi. Bugün Avrupalılar, Amerikalılar çalışıyor, Allah bu sefer onları hak ettikleri yere getiriyor. Kur’an’daki bir ayete bağlı olarak yapılmış bir icad yoktur. Olamaz da zaten. Şu icad Kur’an’ın şu ayetinden yola çıkarak bulunmuştur kimse diyemez, yok böyle bir şey. En büyük sorunumuz bu, Kur’an’ı uygulamaya koymamak ve çalışmamak.

Berlin’de üniversiteye giden çocuklarımızın oranı yüzde 7 civarındaymış. Evet işte en büyük sorun bu. Bundan daha büyük sorun olur mu? Böyle devasa bir sorun varken ortada müslümanlar birbirlerinin imanıyla uğraşıyorlar. Yazık değil mi sizin geleceğinize. Bakın biz bugün burada neyi tartışıyoruz…

Müslüman olmak Kur’an’ın doğru anlaşılmasının garantisi değildir.

Müslümanlar zirvede olduklarında tabii bilimleri kullanarak Kur’an’ı tefsir etmediler. Ne zaman dibe vururlarsa bu meseleler gündeme gelir. Bugün dibe vurduğumuz için bu meseleleri konuşuyoruz. Aşağılık kompleksidir bu. 300 yıldır biz bu komplekslerle yaşıyoruz. Bugün biz her konuda Kur’an’ı referans göstermeye çaılışmanın dışında bir şey yapmıyoruz.

Napolyon ne zaman Mısır’a çıktı müslümanların kafası karıştı, işte o karışıklık hala sürüyor. O günden beri antı tezdir müslümanlar, ortaya tez koyamıyorlar. Kur’an’ı anlamak başka birşeydir, içselleştirmek başka birşey. Müslüman olmak Kur’an’ın doğru anlaşılmasının garantisi değildir.

Arapça antik bir dil değildir, anlaşılabilir bir dildir

Arapça antik bir dil değildir, anlaşılabilir bir dildir. Bunu Allah söylüyor. “Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik.” Kur’an birebir nüzul sebepleriyle daha iyi anlaşılır. Metinle çağdaş olmak dili öncelemekle olur. Her metni çağdaşı en iyi anlar, bu böyledir. Sahabe Kur’an’ı yüzdeyüz anlamıştır, bizden daha zeki oldukları için değil, vahiy sürecini yaşadıkları için bu böyledir. Günümüze ulaşan 54.000 tefsir rivayeti vardır, bunların yüzde yedisi peygambere ulaşır. Tabiîne ulaşan ise yüzde seksendir. Abdullah ibn Abbas’ı devreden çıkarırsanız sahabeden hemen hemen tefsir rivayeti gelmez.

Taberi sadece nakleder, yanlış ve doğru ne varsa nakleder. O nakillerin değerlendirilmesi okuyucuya kalır. Eğer o nakiller olmasaydı biz o dönemde yaşayan insanları, yaşantılarını ve ruh hallerini bilemezdik. Taberi “Tarih”inin önsözünde açıkça yazar bunu. “Reddetmek veya kabul etmek okuyucuya aittir.” der.

İbn Ebî Hâtim´in tefsirinin yaklaşık olarak % 74´ü Tabiînden gelen rivayetleri içermektedir. İbn Ebî Hâtim´in tefsirinde olduğu gibi Taberî tefsirinin de büyük bir bölümü Tabiîn rivayetlerinden oluşmaktadır. Bu durumda, ´rivayet tefsiri´nin aslında ağırlıklı olarak Tabiîn neslinin ürünü olduğu ortaya çıkmaktadır: Taberî ve İbn Ebî Hâtim´in tefsirleri kanalıyla günümüze ulaşan, yaklaşık 54000 tefsir rivayetini dikkate alırsak; Taberî´nin tefsirinde yüz kereden fazla tekerrür eden toplam 23 isnad içinde ve İbn Ebî Hâtim´in tefsirinde de elli kereden fazla tekerrür eden toplam 35 isnad içinde Hz. Peygamber´e ulaşan herhangi bir isnad yoktur.

Bu isnadlardan İbn Abbâs dışında bir sahabiye ulaşanı da yoktur. Bu veri, Tabiîn döneminden önceki tefsir faaliyetlerinin düzenli ders halkalarında icra edilmediğini gösterir. Eğer aksi olsaydı, Hz. Peygamber´e, ondan sonra da diğer pek çok sahabiye ulaşan ve düzenli olarak tekerrür eden isnadlarla karşılaşmamız gerekirdi. Açıkçası Tabiîn döneminden önceki zaman dilimi, tefsir ilmi bakımından yalnızca basit bir ön aşama idi.

Sahabe’nin tefsire ihtiyacı yoktu. Çünkü Kur’an onun anlaması için kolaylaştırılmıştı zaten. Bu açıdan bakarsak Peygamber onların müfessiriydi demek çok doğru olmaz… Kur’an’ı meal olarak okuyan müslümanlar Kur’an’ın kendilerine yüklediği yükümlülükleri bilir ve anlar. Tekrar ediyorum, bugünkü sorun, Kur’an’ı anlayamama sorunu değildir. Kur’an’ı uygulama sorunudur…

Kur’an’ın anlaşılmaması konusunda engel olarak görülen devletler, kurumlar, hükümetler her zaman hedef tahtasına konulabiliyor. Bu işi müslümanlar yapıyor, onlar engel olmasa İslâm daha iyi yaşanacaktır deniliyor. Oysa, asgari ücretten çalıştırdığı işçiye ücret ödeyen iş veren, asgari ücretin üzerinde bir ücret vermeyi istemez. Bu konuda tenkid ettiği devletin yanında yer alır. Bu nasıl bir müslümanlık anlayışıdır. Kur’an ekonomik adaletsizliğe başkaldıran bir kitap değildir sanki…

Cizvit tarikatında dil öğrenmek ibadet olarak kabul ediliyordu

Din çok güçlüdür, ancak müslümanlar sahip oldukları bu cevherin farkında değiller…. Fransa’da, Almanya’da, Amerika’da 150 yıldan beri kesintisiz yayım yapan İslâm’ı araştırma dergileri var… İslâm aleminde böyle kesintisiz yayım yapan bir dergi yok. Ankara İlahiyat Fakültesi Dergisi 60 yıllık… Başarısızlıklarımızın faturasını başkalarına kesmenin anlamı yok. Bir gayret bir heyecan lazım…

Almanya’da İkinci Dünya Savaşı sırasında doktora yapan insanlar var, onların eserlerini istifade edilen kaynak eserler olarak gösteriyoruz. O zor şartlarda bile adamlar ilimden vazgeçmemişler.

Cizvit tarikatında dil öğrenmek ibadet olarak kabul ediliyordu. Müritler dil öğrenmek için yarışa giriyorlardı. Bizim tarikatlar başka şeylerle uğraşıyorlar…

Namaz İslâm’ın birinci sıradaki ibadetidir, ancak sabah akşam sadece namaz kılsak ne kadar ilerlemiş oluruz…Başarının sırrı çok çalışmaktır ve çok çalışmaktır.

Müslümanların okumaması eksikliktir. Yapılan bir araştırmaya göre bir Japon’a 25 kitap, 25 Türk’e ise bir kitap düşüyormuş…Bu ne kadar vahim birşeydir. Bizler oturup ahkam kesiyoruz. Bir buluş olduğu zaman, işte bu Kur’an’da vardır diyoruz. Falan ayeti örnek gösteriyoruz. Bu anlayış çok yanlıştır. Ama realite budur. Maalesef müslümanlar bugün Avrupalının yaşadığı Ortaçağ’ı yaşıyorlar.”

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.