KONSOLOSLUK VE TÜRKÇE DERSLERİ

ABONE OL
11:51 - 23/10/2020 11:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

KONSOLOSLUK VE TÜRKÇE DERSLERİ



Bir önceki yazımın devamı niteliğindeki bu yazımı aslında daha önce sunacaktım. Yazamadım. Yaşadığım olumsuzluklar nedeniyle bir türlü huzurlu bir ânım olmadı. Bunun nedeni ise yine işimizle, yani Türkçe dersleriyle ilgili sorunlardı. Okulumda Türkçe derslerine yönelik olumsuz yaklaşımlar ve buna karşı gösterdiğim direniş beni oldukça yıprattı. Neyse ki şimdilik boyun eğmemenin gurur ve onuruyla derslerimize devam ediyoruz. Etmesine ediyoruz, ama nereye ve ne zamana kadar?

İki ay öncesine kadar bu konuda umudumu tamamen yitirmiştim. Türkçe derslerinin kaçınılmaz sona doğru hızla ilerlediği gün gibi ortada idi. Bunun pek çok nedeni vardı. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
Emekli olan arkadaşların yerine yine buradan, ya da buraya uyumlu bir kişinin atanmaması, 
Bu öğretmenlerin yerine Türkiye’den atanan; buraya ve buranın eğitim sistemine, en önemlisi öğrencilerin hâl ve gidişlerine yabancı olan ve bu nedenle zorlanan yeni öğretmenlerin görevlendirilmesi, (Bu konu derin tartışmaya açık olduğu için sonsuz saygı duyduğum değerli meslektaşlarımın alınmamasını ve anlayışla karşılamalarını rica ediyorum. Bu kesinlikle kişisel değil genel bir değerlendirmedir. Sizin yaşadığınız zorlukları biliyoruz.) 
Devlet yetkililerimizin bu konuda yeterli derecede bilgilendirilmemesi sonucu olsa gerek ki derslerin, önemsenmeyen bir üvey evlat durumuna düşürülmesi, 
Bunu fırsat bilen Alman hükümetinin uygulamaya çalıştığı plan doğrultusunda okul müdürlerinin ve sınıf öğretmenlerinin derslerin kaldırılması yönünde öğrencilere uyguladıkları baskı ve yönlendirici etkilerinin gittikçe artması,
Derslere devam eden öğrencilerin en önemli beklentisi olan not verme sisteminin ortadan kaldırılmış olması, (Ki bu da hem derslere hem de öğretmenlere ikinci sınıf muamelesi yapılmasına neden olmuştur.)
Tüm bu olumsuzluklar sonucu yılgınlığa düşürülen biz öğretmenlerin, dersten ziyade âdeta çocuk bakıcılığı yapma durumuna düşürülmesi; öğrencileri toparlayabilmek için verdiği onca uğraşa rağmen, istenilen ve beklenen başarıyı gösterememesinin ve dersleri istenilen içerikte yapamamasının verdiği huzursuzlukla gün geçtikçe meslekten soğuma noktasına gelmesi,
Gerek Türk gerekse Alman makamlarındaki görevlilerin yetersiz ve basiretsizlikleri sonucunda öğretmenlerin kendini sahipsiz hissetmesi. 

Genel olarak sıralamaya çalıştığım bu etkenler sonucu Türkçe dersleri bugün resmen can çekişir hâle gelmiştir. Oysa gün geçtikçe daha çok önem arz eden bu derslerin çok daha etkili ve verimli olması gerekirdi. Nedeni ise gün gibi âşikârdır. Şu anki öğrenciler genellikle dördüncü kuşaktır. Bu öğrencilerin Türk dili ve kültürü konusundaki bilgi düzeyleri sıfıra inme derecesindedir. Dolayısıyla artık Türkiye için kayıp bir nesil yetişmeye başlamıştır. Zaten bu durum, üçüncü kuşakta da verdiği sinyallerle kendini göstermeye başlamıştı. Bu aşamaya gelineceği çok bariz ve kaçınılmazdı. Artık kesinlikle şunu söylemek mümkündür: Dördüncü kuşak Türk çocukları için Türkçe, ana dili olmaktan çıkmış, yabancı bir dil konumuna bürünmüştür. Ana dili özelliğini tamamen yitirmiştir. Oysa ana dili, “anasının kullandığı dil” anlamına gelmekteydi. O çocuklar için artık Almanca, rüyalara bile hâkim olan baskın dil haline gelmiştir. Aslında bir bakıma yine söz konusu ana dilidir. Fakat ne yazık ki Türkçe değil Almanca olarak. Çünkü onların anne ve babası da burada yetişmiş, buranın dili ve kültürüyle büyümüştür. Dolayısıyla evde hâkim olan dil artık Almancadır. Kaldı ki her ne kadar anne ve baba evde Türkçe konuşmaya gayret etse bile çocuklarıyla iletişimlerindeki kopukluk nedeniyle Almancayı tercih etmek zorunda kalmaktadır. Bunu görmemek, bunu kabul etmemek ve hâlâ ısrarla “ana dili” derdine düşmek kesinlikle safdillik olur. 

Yapılacak tek şey vardır: Bu derslere “2. Yabancı Dil” statüsünün kazandırılması. Dolayısıyla okullardaki ana derslerden biri niteliğine bürüneceği için not sistemi de kendiliğinden gündeme gelmiş olacaktır. Derslerin adı bile değişmelidir. Artık kesinlikle “Ana dili” değildir. “Türk Dili ve Kültürü” adını taşımak zorundadır. Çünkü bu dersler sadece “dil” dersi olmayacaktır. Derslere katılan çocuklara dil yeteneği ve öğretiminin yanı sıra Türk tarihi, coğrafyası, edebiyatı, sanatı… kısacası Türk kültürü verilmeye çalışılacaktır.

Uzun süredir yaşanan genel olumsuzluklara ve dahası yaşadığım özel baskılara rağmen ilkelerim ve meslekî edebim gereği işimi aksatmamaya çalıştım, çalışıyorum; çalışıyoruz. Fakat her şeye rağmen artık düşüncelerimin sadece hayallerden ibaret olduğuna, her senenin bir öncekinden daha da kötüye gitmekte olduğuna ve olacağına kendim bile inanmaya başlamıştım. Taa ki yaklaşık 2 ay önce yapılan bir toplantıya kadar. İşte ne olduysa bu toplantıda oldu. Yıldızlar göz kırpmaya başladı. 

Olanları anlatmaya başlamadan önce mecburen biraz eskilere dönmem gerekiyor. Yıllar önce (1989) öğretim görevlisi olarak, Ankara Üniversitesi TÖMER Frankfurt Şubesi Başkanlığıyla görevlendirilerek buraya gelmiştim. Çalışmalarım sırasında önümü kesmeye çalışan, başarılarımı küçümseyen kendini beğenmiş bir konsolos vardı. Onun yaptıkları bende büyük bir hayal kırıklığı yaratmış, her şeyi alt üst etmişti. Dolayısıyla beni o camiadan soğutmuştu. Bu nedenle daha sonraki yıllarda konsolosluğun hiçbir davetine icabet etmemişimdir. Her ne kadar uzaktan takip etsem de önemli işlerin –bizim açımızdan- gündeme gelmediğini, gelmeyeceğini bildiğim için hep uzak durmaya çalışmışımdır. Ne zaman ki bir isim duydum her şey bir anda değişti. Bu isim Şadan ÖZDİRİK’ti. Eğitim ataşesi olarak tekrar Frankfurt’a gelmişti. Tekrar diyorum, çünkü onunla yukarıda sözünü ettiğim olayları yaşadığım dönemde tanışmıştım. Yine aynı görevdeydi. Yaşadığım haksızlıklara ve olayların kişiselleştirilmesine karşın benden yardım ve desteğini esirgememişti. Özverili ve yapıcı çalışmaları ve etkin kişiliğiyle saygıyı hak eden biriydi. Dolayısıyla aramızda güzel bir dostluk bağı oluşmuştu. Görev bitiminde haliyle Türkiye’ye dönmüştü. Evet, işte o değerli kişi yine görevinin başına gelmişti. Bir davetiye göndermiş ve Türkçe dersleriyle ilgili görüşlerimizi almak amacıyla bir toplantı düzenlendiğini bildirmişti. Hastalığıma rağmen davete icabet ettik. Niyetim sadece onu görmek ve yıllar sonra kısa süreliğine de olsa iki çift laf ederek hasret gidermekti. 

Toplantıya yerel ve Türkiye’den gelen öğretmen arkadaşlar katılmıştı. Yanılmıyorsam yaklaşık 80-90 kişiydik. Bu arada Frankfurt Başkonsolosu Sayın Mustafa ÇELİK de aramıza katılmıştı. Ben haliyle diken üzerindeyim. Kahrolası ön yargım beni avucuna almıştı. O da ne? Aman Allah’ım… Mustafa Bey geldi ve bizim gibi sıradan bir yaklaşımla öğretmen arkadaşların yanına ilişiverdi. Bu nasıl bir işti? Bu nasıl bir mütevazılıktı? Bu nasıl bir içtenlikti? Hayal mi görüyordum… Benim bildiğim konsoloslar yüksekten uçardı ve burunları nerdeyse Kafdağı’na uzanırdı. Kısa bir süre sonra mikrofonu alarak bizlere hitap etmeye başladı. Derslere verdiği önemi dile getirerek yaşadığımız sorunları, nelerin yapılabilirliği konusundaki görüşlerimizi öğrenmek istediğini, birlikte el ele vererek başarılı işler yapabileceğimizi vurguluyordu. Öylesine yalın ve öylesine samimi idi ki bu durum beni inanılmaz derecede etkiledi. Ön yargılarım bir anda silinip yok olmuştu. İçimden “Ben bu kişiyle her zaman, her konuda birlikteliğe varım.” diyordum. Zaten işin içinde Şadan Bey de vardı. Heyecanlanmaya başlamıştım. Çok samimi bir ortamda güzel bir söyleşi gerçekleşti. Herkes görüşlerini, eleştirilerini, önerilerini dile getirdi. Oraya giderken hiçbir konuda konuşmayacağım diye kendime söz vermiştim. Bu sıcak yaklaşımı görünce duramadım ben de görüşlerimi dile getirmeye gayret ettim. Gerek Sayın Konsolosumuzun gerekse Eğitim Ataşemizin konuya ne denli duyarlı yaklaştıklarını hepimiz gördük. Nihayet bu konuya gereğince değer veren birileri işe el koymak üzereydi. Bu gerçekten heyecan verici bir gelişmeydi.

İnanıyorum ve biliyorum ki değerli Başkonsolosumuz Sayın Mustafa ÇELİK ve değerli Eğitim Ataşemiz Sayın Şadan ÖZDİRİK sayesinde, yaşanan olumsuzluklara çözüm arayışları başlayacak; bunca gecikmişliğe karşın olumlu gelişmelerle Türkçe dersleri hak ettiği noktaya gelecektir. Konu, aslında çok daha derin işlenilesi bir yapıya sahip. Şimdilik daha fazla uzatmak istemiyorum. Belki bir başka yazımda farklı yönleriyle tekrar ele alma fırsatı bulabilirim. Bir önceki ve bu yazımı kaleme alırken zaman zaman duygularımın ön plana çıkması kaçınılmazdı. Buna rağmen yine de objektif bir bakış açısıyla görüşlerimi -nazar-ı dikkate alınacağı kanısıyla- bilimsellik çerçevesi içerisinde ana hatlarıyla gündeme getirmeye, yansıtmaya çalıştım. 

Dilerim ki beklentilerimiz doğrultusunda bir perde aralansın, kazanan dilimiz, kültürümüz, gelecek kuşaklarımız olsun.

Tahsin MELAN
Türkolog /Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretmeni 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.