KIYMALI YUMURTALI PİDENİN KERAMETİ

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Gönül dostlarım bilir, ben Almanya’da yaşıyorum ve her sene 6 haftalığına Türkiye’ye, Ankara’ya tatile gidiyorum. Pek çok özlem vardır. Saysam, kimilerine gülersiniz. “Hadi canım, bunun nesini özledin, ufak at da civcivler de yesin!” dersiniz. Eminim. İşte bir örnek: Genellikle Keçiören’de kalıyorum. Aktepe’den gelen otobüse binip o kalabalıkla otobüsün son durağına kadar gidip dönmeyi özlüyorum. O kalabalığı, itiş-kakışı, pahalı parfüm kokularına karışmış ucuz kolonya ve ter kokularının harmanlanmasından oluşan ve burnunuzun direğini sızlatan, şişelenemez, parayla, pulla alınamaz o kokuyu özlüyorum. Belki size saçma gelecektir, ama gurbette yaşamın yansıması bu olsa gerek. İşte böylesi özlemlerimden biri de “pide”dir. Burada hasret kaldığım “kıymalı pide.” Haaa üstüne yumurta kırdırmayı ihmal etmemeliyiz. Şimdi diyeceksiniz ki, “Lütfen konuya gir, kıymalı-yumurtalı pide ile nereye varmak istiyorsun?” Nereye olacak, elbette dil kirliliğine varmaktır amacım. Nasıl mı? Hemen anlatayım.
Türkiye’ye varınca ilk işim bu özlemimi gidermek için tanıdığım bir pideciye gitmek olur. Gazi Mahallesi girişinde bir pideci. Hem yolumun üstü, hem de güzel pide yaparlar. Bir önceki gidişimde yaşadıklarımdan başlayacağım anlatmaya. Tam oturdum siparişimi verdim. Sağa, sola bakınıyorum. Ne güzel çevremde herkes Türkçe konuşuyor. Uğultu gibi olsa bile garsonun müşterilerle konuşmasını, siparişleri almasını dinliyorum. Hepsi Türkçe konuşuyor. Ne güzel. Birden şaşkınlıkla donup kalıyorum. O da ne? Pidecinin adı değişmiş. Akıl almaz bir el dili sözcüğü. Olmuş mu oranın adı bilmem ne Pidecisi… Tüm özlemin ve orada içime sindirmeye çalıştığım pide kokularının verdiği iştah ve açlığa rağmen hemen kalktım. Oranın sahibini çağırarak siparişimi iptal etmek istediğimi, daha fazla kalmayacağımı ve bir daha da buraya gelmeyeceğimi söyledim. Adam büyük bir şaşkınlık içinde “Neden?” diyebildi. Tabelasını gösterdim ve “Önce siz söyleyin, neden böyle bir isim?” dedim. Kendince saçma sapan gerekçeler üretmeye çalıştı. Hiçbirinin kabul edilemez olduğunu ve dilimin döndüğünce konuya ilişkin açıklamalar yapmaya çalıştım. Zavallı, neye uğradığına şaşırdı. Olan bana oldu tabii. İştah kabartıcı pide kokularının verdiği dayanılmaz duygularım isyan ediyordu, ama dinlemedim. Yaklaşık 3000 km süren yol boyunca açlık hissine kapıldığım her an doruklara çıkan kıymalı pide yeme arzusu maalesef ertelenmişti. Onca heveslenmeme rağmen nefsime yenik düşmemiştim. Pideyi yemeden, adamın şaşkın bakışları arasında çıkıp gittim.
Aradan bir yıl geçti. Yine tatile gittim. Tam pidecinin önünden geçiyorum. Bir önceki yıl yaşananlardan dolayı durmayı hiç düşünmüyordum. Ama tam önünden geçerken içim kaynayarak yan gözle bakmadan da edemedim. O da ne? Yine şaşkınlık sardı beni. Ne görsem iyi? Pideci adını değiştirmiş ve dilimize, işine yakışır bir tabela asılmış. Hemen durdum ve girdim. Afiyetle kıymalı-yumurtalı pidemi yedim. Hem de büyük bir huzur içinde. Bir de çay ikram ettiler. Tam çayımı yudumlarken oranın sahibi “Hoş geldiniz!” diyerek yanıma geldi. Arabamı görmüş ve benim geldiğimi anlamış. Bana son olaydan, konuşmalarımızdan çok etkilendiğini ve yanlış yaptığını anlayarak benim ayrılışımdan kısa süre sonra bu değişikliği yaptığını anlattı. Bu duyarlı ve örnek davranışından dolayı kendisini kutlayıp teşekkür etmek istedim. Benim teşekkür etmeme fırsat vermeden lafı ağzıma tıktı. Düştüğü yanılgıdan kendisini kurtardığımı söyleyerek esas kendisinin teşekkür etmesi gerektiğini söyledi ve defalarca teşekkür etti. Ardından garsona dönüp “Oğlum çayları yenile!” dedi. Karşılıklı birer çay daha içtik.
Oradan ayrılırken içimde duyduğum huzurun tarifini yapmak çok zor. Bunu ancak yaşamak lazım. O gün pidenin lezzeti bir başkaydı.
Kıssadan hisseye gelirsek: Belki bazıları “Eeee ne oldu yani? Bir pideci dükkânın adını değiştirdi, başın göğe mi erdi? Ne değişti ki?” diyerek küçümseyebilir. Kim ne derse desin. Umrumda değil. Ben yıllarca bana hizmet eden dilime küçük bir katkıda bulunmuşum ya, bu bana yeter.
Eğer “Bana ne, boş ver…” diyenlerden olmazsak ve herkes kendi sorumluluğunu bilse pek çok şeyin değişeceği kesindir.
Hadi dilini seven duyarlı dostlarım iş başına. Adı, beğenmediğiniz bir el dili sözcük olan dondurmacıdan dondurma mı alıyorsun alma, kahve mi içiyorsun içme, giysi mi alıyorsun alma! Bak göreceksin. 1’ken 3, 3’ken 5, 5’ken 10… derken durumdan hep şikâyet eden ama hep susmayı yeğleyen suskun çoğunluğun sesi nelere imza atacaktır. Duyarsız ve özenti içindeki aymazlar zorunlu olarak gereğini yapacaktır. Önce kendimize inanmamız ve güvenmemiz gerekir. Gerisi kendiliğinden gelecektir.
Saygılarımla

Tahsin MELAN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.