KERBELÂ’NIN İSLAM TARİHİNDEKİ YERİ (I)

ABONE OL
18:46 - 01/10/2020 18:46
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Muharrem ayındayız, bu vesile ile Hz.Hüseyin ve Kerbelâ’yı yeniden anlamak gerekir. Kerbelâ olayının İslâm tarihindeki yeri ve sonuçlarını Prof.Dr.Adem Apak yazmış, çok da güzel yazmış. Bana düşen bu araştırmayı okuyucularımın istifadesine sunmaktı. Ben de öyle yapıyorum:

Kerbelâ hadisesi sadece siyasî neticeler doğurmamış, politik nitelikli başlayan Şia hareketi ideolojisini belirleyen en önemli âmil olarak kabul edilmiştir. Şiilik bundan sonra sadece Ali taraftarı olma boyutunu aşmış, ona bağlı olanları, Müslümanları yönetmeyi Hz. Ali evladının devredilmez hakkı olduğu inancını bir dinî hüküm olarak kabul eden bir grup haline getirmiştir. Şiiler, Emevîlerin veraset yoluyla iktidarın devri anlayışına tepki olarak hilâfetin sadece Hz. Ali soyundan gelenlerin hakkı olduğu tezini savunmaya, hatta bunu bir akîde olarak benimsemeye başlamışlardır. Nitekim daha sonraki süreçte Ehl-i Beyt adına atılan bütün siyasi adımların ve fikrî temellendirmelerin referans noktası Kerbela hadisesi olmuştur. Hulasa Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi Şia mezhebinin siyasi hayat kaynağı, adeta doğum tarihi olarak telakki edilmiştir. Nitekim Şiiliğin temel şahsiyeti ve hareket noktası resmiyette Hz. Ali olmakla birlikte, bu olay sebebiyle Hz. Hüseyin’in adı daha öne çıkmıştır. Şiiler tarafından Hz. Hüseyin’in şehit edildiği tarih büyük ihtifallerle hatırlanır ve görkemli törenler yapılırken Hz. Ali’nin şehit edilmesi hadisesi ve yıldönümü aynı ilgiyi hiçbir zaman görmemiştir. Gerçekten günümüzde de İmâmiyye’nin gönül ve duygu dünyasını Hz. Hüseyin sevgisi yönlendirmektedir. Onun trajik sonu İslam edebiyatında başlı başına bir tür oluşturmuş ve özellikle taziye törenlerinde okutulmak üzere “maktel”, “Maktel-i Hüseyin” adı verilen mersiyeler kaleme alınmıştır.

Hz. Hüseyin’in Emevî yönetimine karşı harekete geçmesinin sebebi olarak, tek başına Kûfelilerin davetlerini göstermek doğru olmaz. Zira o, daha kendisine herhangi bir mektup ulaşmadan Medine’den ayrılıp Mekke’ye gitmiş, şûrâ ve seçim prensiplerine aykırı olarak kendisini halife ilan ettiği için Yezid’in meşruiyetini kabul etmemiştir.

Muaviye’nin ölümünden sonra Yezid’in halife olmasıyla birlikte Kûfe’deki yönetim muhalifleri, derhal harekete geçerek Mekke’de bulunan Hz. Hüseyin’i şehirlerine davet etmeyi kararlaştırdılar. Bu amaçla Kûfe’deki muhalifler Süleyman b. Surad’ın evinde toplanarak Hz. Hüseyin’e hitaben bir mektup kaleme aldılar. Mektupta, onu Kûfe’ye gelerek dağınık durumda olan insanları Yezid’e karşı toplamaya çağırıyorlar, şayet gelirse kendisini halife ilan ederek Yezid’e karşı savaşacaklarına dair söz veriyorlardı. [1]

Bu mektubu benzer talep ve vaatler taşıyan başka davet yazıları takip etti. Hz. Hüseyin, gelen çağrıların yoğunlaşması üzerine Kûfelilere hitaben şöyle bir cevap yazdı: “Bütün anlattıklarınızı anlamış durumdayım. Sizlere amcamın oğlu Müslim’i gönderiyorum. Ona halinizi, durumunuzu ve görüşlerinizi bana yazmasını emrettim. Eğer o da sizin ileri gelenlerinizin bana gönderdikleri haberlerdeki görüşler etrafında birleşmiş olduklarını yazacak olursa Allah’ın izniyle pek yakında yanınızda olurum.” [2]

Iraklılar, Hz. Ali’ye destek vererek başlattıkları iktidar mücadelesini, Muaviye’nin liderliğinde hareket eden Suriyeliler karşısında kaybetmişlerdi. Bunun sonucu olarak devletin merkezi, dolayısıyla hazinesi Kûfe’den Dımaşk’e nakledildi. Daha önce kendilerini devletin asıl sahibi gören Iraklılar yeni şartlarda yönetime bağlı sıradan bir eyalet statüsüne indiler. Onların fethettikleri büyük arazilerin gelirleri artık Şamlıların kontrolüne girmişti. Iraklılar ise yönetimin keyfî tavrına göre bazen artırılan bazen azaltılan bazen de tamamen kesilen, hiçbir zaman da Şamlıların seviyesine ulaşamayan maaşlarla yetinmek zorunda kalmışlardı. Bu şartlar eski başkentin gururlu sakinlerini son derece rahatsız ediyor, onların yönetime karşı kinlerini daha da artırıyordu. Onlar bu rahatsızlıklarını göstermek amacıyla fırsatını bulduklarında yönetime karşı isyan ettiler. Emevîler aleyhine harekete geçmek istediklerinde ilk önce Hz. Ali’nin çocuklarını ve torunlarını hatırladılar. Zira gerek geçmiş günlere duyulan özlem gerekse Hz. Ali’ye beslenen muhabbet sebebiyle Iraklıların neredeyse tamamı bu faaliyetlere gönülden destek oluyorlardı. Ancak bu destek bir türlü gönül desteğinden kılıç desteğine dönüşmüyordu. Bunun neticesinde Ehl-i Beyt adına başlangıçta coşkun bir heyecan yaratan ancak kısa sürede saman alevi gibi parlayıp sönen kıyâmlar, Emevîlerin gücü karşısında hep etkisiz kaldı.

Bu faaliyetlerin pek çoğu hareketin lideri konumundaki Hz. Ali evladı için trajedi ile sonlanmıştır. İslam tarihinde bu olaylar ve trajediler zincirinin ilk halkası, Hz. Hüseyin’in teşebbüsüne karşı sergilenen kanlı Kerbelâ hadisesidir.

Burada şu hususa dikkat etmek gerekir ki Hz. Hüseyin’in Emevî yönetimine karşı harekete geçmesinin sebebi olarak, tek başına Kûfelilerin davetlerini göstermek doğru olmaz. Zira o, daha kendisine herhangi bir mektup ulaşmadan Medine’den ayrılıp Mekke’ye gitmiş, şûrâ ve seçim prensiplerine aykırı şekilde kendisini halife halife ilan ettiği için Yezid’in meşruiyetini kabul etmemiştir. Diğer taraftan Hz. Hüseyin’in Müslümanları idare etme konusunda kendisini Yezid’den daha ehil ve layık gördüğü de bilinmektedir. Yezid’in fâsık ve cahil olması sebebiyle Müslümanları yönetemeyeceği düşüncesi de onun siyasi mücadeleye girişmesinde belirli derecede rol oynamıştır. Hz. Hüseyin hareketinin sebepleri hakkında akla gelen bütün bu gerekçelerle birlikte Kûfe’den gelen davet mektuplarının ona harekete geçme konusunda cesaret verdiği, en azından onun siyasi faaliyet alanının zamanını ve istikametini belirlediği de bir gerçektir. [3]

Irak halkı nazarında Emevî halîfeliği İslam toprakları ve eski başkent Kûfe’nin üzerinde bir işgal faaliyeti olarak görülmüştür.

Hz. Hüseyin, hareket etmeden önce amcasının oğlu Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye gönderdi. Müslim, şehre ulaşınca halkın büyük teveccühüyle karşılaştı. Başlangıçta Muhtar es-Sekafî’nin evini hareket merkezi olarak belirledi. Şehrin, mülayim bir kişiliğe sahip olan valisi Numan b. Beşîr’in müsamahasından da istifadeyle Hz. Ali taraftarlarıyla toplantılar düzenlemeye başladı. Gelenlerin pek çoğu Hz. Hüseyin’le birlikte savaşacaklarına dair söz veriyorlardı. Sonuçta şehirde önemli sayıda bir taraftar grubu toplandı. Bu gelişmeler üzerine Müslim, şehre gelmesi için Hz. Hüseyin’e haber gönderdi. [5]

Hz. Hüseyin’e, davet mektuplarının Kûfelilerden gelmiş olması, esasında beklenmeyen bir durum değildir. Zira burası hem babası Hz. Ali hem de ağabeyi Hz. Hasan’ın siyasi merkez olarak kabul ettiği şehirdi. Üstelik Hz. Ali taraftarlarının büyük bir kısmı burada yaşıyordu. Daha yakın zamanda Muaviye’nin gerek Ziyâd gerekse oğlu Ubeydullah eliyle onlara yaptıkları da zihinlerde canlılığını devam ettiriyordu. Üstelik 20 yıl süresince Muaviye onların gönlünü almak için dahi bir kez bile Irak’a gelmemiş, onlara iltifat etmemiştir. Bu durumda Irak halkı nazarında Emevî halifeliği İslam toprakları ve eski başkent Kûfe’nin üzerinde bir işgal faaliyeti olarak görülmüştür. Netice olarak Iraklılar, Hz. Ali döneminde elde etmiş oldukları dünyalıkları Muaviye eliyle Şamlılara kaptırmaları sebebiyle Hz. Hüseyin vasıtasıyla bu eski imkânlarını geri alabilmek için tekrar şanslarını denemeye karar vermişlerdir. [4]

Diğer taraftan Kûfe’de bulunan Emevî taraftarları Yezid’e haber gönderilerek valinin şehirde olup bitenlere kayıtsız kaldığını, şayet Kûfe’yi elinde tutmak istiyorsa onun yerine güçlü bir valiyi görevlendirmesi gerektiğini bildirdiler. Bunun üzerine halifenin emriyle şehrin idaresi Basra valisi Ubeydullah b. Ziyâd’a verildi. Yeni vali Kûfe’ye gelir gelmez halkı itaate çağıran ve aynı zamanda tehdit içeren bir konuşma yaptı:

“Halife beni şehrinize vali ve haraç işlerinize memur tayin etti. Bana; mazlum olanınıza iyilik etmeyi, yok­sullarınızı doyurmayı, devlete itaat edene iyi mu­amele etmeyi, âsi ve fitnecilere karşı sert davranmayı emretti. Ben burada onun emrini uygulayacak, emirlerini yerine getireceğim. İyi­lerinize karşı müşfik bir baba, itaat edenlerinize karşı bir kardeş gibi davranacağım. Kılıç ve kır­bacım; emrimi kabul etmeyen, bana karşı çıkanların üzerinde olacaktır. Bundan sonra herkes dilediğiniyapabilir.” [6]

Valinin bu tehdidinin ardından Müslim b. Akîl’in yanında toplanmış olan Kûfeliler dağılmaya başladı. Bunun üzerine Müslim, şehirde Hz. Ali taraftarlarının önderlerinden Hânî b. Urve el-Murâdî’nin evine sığınarak Hz. Hüseyin adına faaliyetlerini burada devam ettirmeye başladı. Vali Ubeydullah b. Ziyâd ise onun her hareketini dikkatle takip ediyordu. Nitekim azatlı kölelerinden birisi, Hz. Ali taraftarı görünerek, Müslim’nin yanına gidip gelenlerle görüşmeye başladı. Hânî’nin evine kimlerin geldiğini, burada nelerin konuşulduğunu valiye aktardı. Ubeydullah b. Ziyâd daha sonra Hânî’yi çağırarak gelişmeler hakkındaki fikrini sordu. Muhatabı başlangıçta söylenenleri inkâr etmişse de azatlı köle ile yüzleştirince Müslim b. Akîl ile ilişkisini ve evinde gerçekleştirilen faaliyetleri itiraf etmek zorunda kaldı. Bununla birlikte Müslim’i kendisinin çağırmadığını, onu kapısından çeviremediği için misafir olarak tuttuğunu, şayet vali izin verirse gidip kendisini evinden çıkaracağını söyledi. Ancak Ubeydullah, Müslim’i kendilerine getirmesinden başka hiçbir şeye razı olmayacağını bildirince Hânî, misafirini öldürülmek için teslim etmesinin onur kırıcı bir davranış olacağı gerekçesiyle bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Ubeydullah, Hânî’yi feci bir şekilde dövdükten sonra hapse attı. [7]

Ev sahibinin başına gelenleri haber alan Müslim b. Akîl kendisine katılma konusunda söz verenlere haber göndererek toplanma ve hareketlerini açıktan halka duyurma zamanının geldiğini bildirdi. Bunun üzerine şehirdeki Hz. Ali taraftarları valilik sarayına doğru harekete geçtiler. Toplanan insanların artmasıyla birlikte durumun aleyhine geliştiğini gören Ubeydullah, yanında bulunan, şehrin ileri gelenlerine, dışarı çıkarak kendi yakınlarını topluluktan ayırmalarını, itaat edecek olanlara mükâfat vaat etmelerini, isyan edecek olanları da korkutmalarını istedi. Kabile reislerinin dışarıya çıkıp yakınlarına hitaben konuşma yapmaları üzerine valilik sarayının etrafındaki kalabalık hızla dağılmaya başladı. O kadar ki Müslim b. Akîl’in yanında sadece 30 kişilik bir grup kaldı. Onların da kısa süre sonra yanından ayrılmaları üzerine Müslim ne yapacağını bilemeden şehrin sokaklarına daldı. Nihayet Kinde kabilesine mensup Tav’a isimli yaşlı bir kadının evine sığındı. Diğer taraftan vali, yatsı namazından sonra halka hitaben bir konuşma yaparak Müslim’i himaye edeni şiddetli bir şekilde cezalandıracağını, onu kendisine getiren veya yerini bildirenlere ise ödül vereceğini ilan etti. Aynı anda valinin muhafızları tarafından şehrin bütün çıkış kapıları tutularak evlerde arama yapılmaya başlandı. [8]

Ertesi günün sabahında Müslim’in, evine sığındığı yaşlı kadının oğlu, onun kendi evlerinde saklandığını valiye haber verdi. Bunun üzerine Müslim yakalanıp valinin huzuruna getirildi. Daha sonra da sarayın damına çıkarılarak burada öldürüldü. Onun ardından daha önce tutuklanmış olan Hânî b. Urve de valinin emriyle katledildi. (H.9 Zilhicce 60 / M.10 Eylül 680) [9]

Devam edecek…

Rüştü Kam

[1] Ebû Mihnef, Maktelü’l-İmam el-Hüseyn, (thk. Hasen Abullah Ebû Salih), ? 1997, s. 17; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl,(nşr. Ömer Faruk Tabbâ), Beyrut ts. (Dâru’l-Erkam), s. 207-208, 212; Ya‘kûbî, Tarih,I-II, Beyrut 1960, II, 241-242; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, I-IV, (thk.Muhammed Muhyiddin Abdulhamid), Mısır 1964, III, 64; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,I-XIV, Beyrut-Riyad ts. (Mektebetü’l-Meârif–Mektebetü’n-Nasr), VIII,151-152.

[2] İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse,(thk. Tâhâ Muhammed Zeynî), I-II, Kâhire 1967, II, 4; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 212-213; Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk,(thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Bey-rut ts. (Dâru’s-Süveydân), Tarih, V, 347-348; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih,I-IX, Beyrut 1986, III, 266-267.

[3] Bu konuda bilgi ve değerlendirmeler için bk. Demircan, Adnan, İslam Tarihinin İlk Asrında İktidar Müca-delesi, İstanbul 1996, s. 339-350; Kılıç, Ünal, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezid b. Muaviye, İstanbul 2001, s. 215-222.

[4] Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslam Tarihi, (çev. Hayrettin Yücesoy), İstanbul 1991, s. 113; Vida, Della, “Emevîler”, İA, IV, 243.

[5] Ebû Mihnef, Maktelü Huseyn, s. 19; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 4; Ya‘kûbî, Tarih, II, 242; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk,(thk. Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Bey-rut 1992, V, 325; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 152.

[6] Halîfe b. Hayyât, Tarih, (thk. Süheyl Zekkâr), I-II, Beyrut 1993, s. 176; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 213-215; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 64; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 326; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 267-269; İbn Kesîr,el-Bidâye, VIII, 152-154.

[7] İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 4-5; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 215-219; Ya‘kûbî, Tarih, II, 243; İbn Abdi-rabbih,KitabuIkdi’l-Ferîd, I-VII, Kâhire 1965, IV, 378; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 66-67; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 154-155.

[8] Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s.220-221; Ya‘kûbî, Tarih, II, 243; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 67-68; İbn Kesîr,el-Bidâye, VIII, 155.

[9] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 176; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 5; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 221-223; Ya‘kûbî,Tarih, II, 243; Taberî, Tarih, V, 347-393; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 378-379; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 68-70; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 326-327; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 269-275; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 155-157.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.