KARS

ABONE OL
18:13 - 01/10/2020 18:13
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

KARS


VENİ VİDİ SCRİPSİ (X)
“Geldim, gördüm, yazdım” 2015


“Mektup yazarum mektup / Üzerini pullama / Ben yazarken ağladum / Sen okurken ağlama”

Ani’den bizi o, onurlu, geçmiş 22 medeniyetten süzülüp gelen halkın ço-cukları uğurladı. Hoşcakal Ani. 48 km. ilerde Kars şehri var. Orada konak-layacağız.  Ani üzerinde yapılan yorumların hararetiyle Kars’a geldiğimizi fark etmedik. Şehre girerken Yaşar Cimşit aldı mikrofonu eline, anlattı Kars’ı bize: “İmam Hatip Lisesi’ni Kars’ta okudum. O zamandan bu zama-na fazla bir değişiklik olmamış Kars’ta. 
Kars’ın peyniri, hele kaşar peyniri, küflü peyniri ve balı çok meşhurdur. Kars kazı da meşhurdur. Kars ekonomisi bu ürünler üzerinden dönüyor dersek abartmış olmayız. Kars’ın bir tane önemli caddesi vardır, ziyaret dönüşü alışverişimizi oradan yapabiliriz.” 

Rehberimizin planına göre, gün batmadan Hasan Harakani’nin türbesini ziyaret etmemiz gerekiyor. İsteyenler Kars Kalesi’ne de çıkabilecektir. Da-ha otele yerleşmeden Yasin çekti bayrağı, istikamet Hasan Harakani tür-besi. Hasan Harakani’yi anlattı Yasin. ‘Eksik kalmış bir bilgi var mı hocam?’ diye de sordu bana. Dini bir motif olduğu için saygısından sordu mutlaka. Anlattıkları yeterliydi. Teşekkür ettim.




Önceki gezilerimizde de rehberlerin anlattığı konulara ilavelerde bulunma-dım. Ben rehberlere müdahil olmam. Eksik anlattın, şurası yanlıştı demek saygısızlık olur. Ancak ikinci bir versiyonu varsa anlatılan konuların, onu anlatırım. Urfa’da Hz. İbrahim ile ve Eyüp Peygamber’le ilgili kinci versi-yonlar vardı, rehberimiz İmran’dan izin isteyerek anlattım. Bu gezimizde de Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ile ve Topal Osman’ın hikayesiyle ilgili ikinci versiyon vardı. Ancak zaman bulup da ikinci versiyonları anlatama-dım. 

Hasan Harakani

Hasan Harakani, Selçuklu Sultanı Alparslan’dan(1064) 40 yıl önce Kar’sa gelmiş ve Anadolu’nun Müslümanlaşması için gönüllerin fethiyle uğraşmış bir tebliğci, derviş, Allah dostu, akıncı, ne derseniz, hangi sıfatı yakıştırır-sanız işte o dur Hasan Harakani. 
İran’ın, Bistâm şehri yakınlarındaki ‘Harakân’ köyünde 962 yılında doğ-muş. Ünlü mutasavvıf Beyazid Bistâmî’nin rahle-i tedrisatından geçmiş. O’nun manevi terbiyesi altında yetişmiş bir mücahittir, gönül dostudur.  Mezarı 1580’de Vezir Mustafa Paşa’nın memur olduğu Acem seferi esna-sında Kars yakınlarında bulunmuş. Gazneli Mahmud başta olmak üzere İbn-i Sina gibi ünlü filozoflar tarafından ziyaret edilmiş bir kişiliktir. 

Kars’ta kendi adına bir külliye yapılmış. Bu külliye, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından (‘93 Harbinden) sonraki Rus hâkimiyetinde büyük zarara uğramış. Cumhuriyet’in ilanından sonra tekrar onarılmış. Türbesinin çevre-sinde 21 adet daha mezar bulunmakta. 

963 ile 1033 yılları arasında yaşayan Ebu’l Hasan Harakani’nin asıl ismi Ali b. Ahmet b. Cafer’dir. 1033 yılında Kars’ta bulunan Yahniler Dağı’nda düşmana karşı savaşırken şehit düşmüş. 
İranlı Şair Ferîdüddin Attâr onun halini şöyle anlatır: “Âlim sabah kalkar, ilmini artırmak için çabalar; zâhit de zühdünü artırma peşine düşer; Ebu’l Hasan da bir kardeşin gönlünü mutlu etme derdindedir…”

Ebu’l Hasan Harakani insanlara hizmeti kendi varlığının gayesi olarak kabul etmiştir, o şöyle der: “Keşke bütün halkın yerine ben ölseydim de, halkın ölümü tatması gerekmeseydi… Keşke Allah bütün halkın hesabını benden sorsaydı da, halkın kıyamette hesap vermesi gerekmeseydi… Keşke Allah bütün halkın cezasını bana çektirseydi de, insanların cehennemi görmeleri gerekmeseydi. Türkistan’dan Şam kapısına kadar birinin parmağına bir diken batarsa, o diken benim parmağıma batmıştır; aynı şekilde Türkis-tan’dan Şam’a kadar birinin ayağı taşa çarpsa, onun acısı benim acımdır; eğer bir kalpte bir hüzün olsa, o kalp benim kalbimdir…” 




Harakani’nin gönül dostlarına vasiyeti de şöyledir: “Her kim bu eve gelirse ekmeğini verin,  adını ve dinini sormayın; zîra Ulu Allah’ın dergâhında ruh taşımaya lâyık olan herkes, elbette Ebu’l-Hasan’ın sofrasında ekmek ye-meye de lâyıktır.” (Şeyh Ebu’l Hasan Harakanî, cilt 1, s. 18-21)

Ebu’l Hasan Harakani’nin bir de eseri varmış.  “Nuru’l Ulum’’ . Bu yazma eser tek nüsha halinde maalesef Britanya Müzesi Kütüphanesi’nde bulun-maktaymış. Şerafettin Sabuni’nin eserinin aslı da Fransa’daydı. Bergama sunağı da Berlin’de…Yorumsuz.

Kars Kalesi’ne çıkacak halimiz kalmadı. Hopa’dan beri yoldayız. Artvin, Şavşat, Laşet, Ardahan, Ani Harabeleri ve Kars Hasan Harakani. Çok fazla da önemsemedik kaleyi aslında. Kalelerden bir kaledir diye düşündük. 

Kars kalesi ile ilgili kısa bilgi

Kars Kalesi’ni Saltuklu Sultanı Melik İzzeddin’in emri ile veziri Firuz Akay 1153 yılında yaptırmış.
Timur’un Anadolu’yu işgali sırasında yıkılmış, Osmanlı döneminde Sultan III. Murat’ın isteği ile Lala Mustafa Paşa tarafından 1579 yılında yeniden yaptırılmış. 1606 yılında İran Şahı I. Abbas tarafından bir daha yıkıl-mış,1616 ve 1636 yıllarında iki kez onarılmış. Kale 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ise çok ağır bir tahribata uğramış.

Böylesine önemli bir kale var Kars da. Ancak sahipsiz, bakımsız halde, mahzun. Gece ışıklandırması bile yapılmamış. Gülümseyemiyor, selamla-yamıyor misafirlerini. Belediye mi yapacak, Kültür ve Turizm bakanlığı mı yapacak, kim yapacaksa yapmalı, ama tarihe saygısızlık yapılmamalıdır. Mardin’de kurumlar arası bir çekişmeye şahit olmuştuk, aynı çekişme bu-rada da var galiba. Mardin’de İl Turizm Müdürü’ne; „Bu tarihi Kasımiye Medresesi neden bu kadar bakımsız ve pislik içinde“ diye sormuştum. O da bana „O medrese Vakıflar Müdürlüğü’ne ait bize değil“ demişti.

 


Tarihi eserlerle ilgili bir devlet politikası olur, bütün kurumlar bu politikaya uygun bir şekilde dizayn ederler tarihi eserleri. Her kurum aynı hassasiyeti gösterir: Çünkü tarihi eserler bir anlamda devletlerin, yüzüdür, tarihe açı-lan, medeniyete açılan penceresidir. Devletin memurları siyasetle iç içe olmamalıdır. Böyle olursa, devlet memurları devletin değil, siyasi partilerin memuru oluyor. Sonuç ortada.

Kars

Neyse, dönelim biz Kars’a. Ruslardan kalma evler hâlâ sağlam ve gösteriş-li. Sonradan yapılanlar o görkemli binaların yanında çok basit kalıyor. So-kaklar bakımsız. Bazı yerlerde çocuk mezarları gibi çöküntüler var, aynı zamanda pis. Belediye’nin çalışmadığı, başka işlerle uğraştığı her halinden belli. Seyfi Bey’le kaz yemeği yemek istedik. Ne olduysa bu isteğimiz ara-da kaynadı gitti. 
Peynir ve bal derdine düştük galiba. O dükkân senin bu dükkân benim başladık dolaşmaya. Peynirin ve balın kalitelisini arıyoruz. Sanki hangi es-naf daha kaliteli mal satıyor biliyoruz da… Laf olsun torba dolsun hesabı bizimki. 




Peynirciler caddesine girince, Kars’ta peynirden başka bir şey satılmadığını düşünüyorsunuz. Vitrin düzenlemeleri çok güzel. Keyif alıyorsunuz seyre-derken. Albenisi var. Daldık dükkânın birine. Ramazan Gezer, dükkan sa-hibiyle, peynirlerin pahalı olduğunu söyleyerek ağız dalaşına girse de biz kaşar çeşitlerinden biraz biraz aldık. Ben küflü peynir almak istedim 1 kg. ancak hanım yarım kilo almam konusunda ısrarcı oldu. Yük hakkımız belli diye söylendi. Haklıydı. Ancak Berlin’e geldikten sonra hayıflandık: Keşke fazla alsaydık. 

Kars, Türkiye’nin Kafkasya’ya açılan kapısı konumunda. Kafkas Üniversite-si’nin açılmasıyla hızla gelişmeye başlamış ve zaman içinde bir öğrenci kenti durumuna gelmiş. Bunun dışında kara ve demiryolu ağlarıyla ülkenin diğer yerleşim birimlerine ulaşımda da önemli bir yeri varmış.

İklimi, tarihi, ekonomisi

Kars’ta kışlar çok sert geçermiş. Zaman zaman -39 °C’ye kadar düşermiş. Karsın tarihi yaklaşık iki milyon yıl öncesinde yaşanan Yontma Taş Devri’ne kadar uzanırmış. Ani şehrinde el baltaları ve büyük yongalar bulunmuş. Özellikle, Yazılıkaya Mağaraları’nda bulunan duvar resimleri insanların yörede avcılık ve toplayıcılıkla uğraştıklarını ortaya koyuyormuş. 

Ekonomisi büyük oranda tarım ve hayvancılığa dayalı. İl genelinde buğday ve arpa üretimi olmak üzere yem bitkileri ve endüstri bitkileri yetiştiril-mekteymiş. Digor ve Kağızman ilçelerinde meyve ve sebze üretimi de ya-pılmaktaymış. 
Bunun dışında arıcılık, kümes hayvancılığı, özellikle de kaz il halkının ge-çimine katkı sağlamaktaymış. Kars kaşarı ve balı ekonomide önemli bir yere sahipmiş. 

Sarıkamış




Sabah saat 8’de besmeleyi çektik. Cezalar caydırıcı oldu galiba. Geç kalan olmuyor artık. Karsı boynu bükük bırakarak, Sarıkamış’a doğru yola çıktık. 1876-1877 Osmanlı Rus Savaşı’nda Kars ve Ardahan Rusların eline geçmiş ve Sarıkamış’ta Ruslar güçlü bir garnizon kurmuşlar. Birinci Dünya Sava-şı’ndan sonra Osmanlı Hanedanı’nın damadı “Harbiye Nazırı ve Başkomu-tan Vekili” Enver Paşa, Doğu Anadolu’yu Rus işgalinden kurtarıp Kafkasla-ra uzanmayı hayal ederek Sarıkamış’a taarruz emri vermiş.  
Yemen cephesinden gelen askerlere vermiş bu emri Enver Paşa. +50 de-receden -35 dereceye. Üzerlerindeki yazlık elbiselerle. Aralık ayının son günleri. 2450 rakımlı karlarla kaplı Allahüekber ve Soğanlı Dağları’na. Ve beklenen son gelir. 90 bin Mehmetçik orada donarak şehit olur. Osmanlı İmparatorluğunu bir hayal uğruna savaşa sokan Enver Paşa, bu hezimet İstanbul’da duyulmasın diye bir de sansür uygulatır. 
Sarıkamış Muharebesi’nde şehit olanların cenazeleri kar kalkıncaya kadar 4 ay boyunca defnedilememiş. ‘Karlar eridiğinde ise muharebenin ne kadar vahim ve büyük bir dram olduğu ortaya çıkmış. 

Şehitlik Anıtı

Anıt mezar Erzurum yolu üzerinde. Nisan ayındayız. Kar yağıyor. Rüzgâr esiyor. 2 dakika duramadı arkadaşlarımız şehitlikte. Fatihalarını okur oku-maz otobüse bindiler. Nisan ayındaki soğuğa katlanılamıyorsa Aralık ayın-daki soğuğa nasıl dayanılacak diye düşündük. Zaten dayanamamışlar ve hepsi donarak ölmüşler. 

Herkesi hüzün kapladı. Sadece hüzünlenmedik ağladık da. Onlar bizim de-delerimiz, bu topraklar bize vatan olsun diye şehit düşmüşler buralarda. Daha hayatlarının baharında, bıyıkları yeni terlemiş gençler onlar. Vatanı-nı, milletini seven hangi insan gözyaşı akıtmaz ki heba edilen 90 bin Can’a. 

Seyfi Bey, daha çok hüzünlendi ve gözyaşı döktü.  Sarıkamış’ta babası sü-vari olarak askerlik yapmış. Çok sıkıntılar çekmiş. Sarıkamış’ın soğuğundan şikâyet etmiş oğluna. Yöre insanından duyduğu Sarıkamış hikâyelerini de anlatmış. Bizim gezi tarihimizden 3 ay önce de ebedi istiratgâhına çekilmiş. Seyfi Bozdağ’ın acısı taze. Babasının anlattıklarını hatırlayınca Sarıkamış’ta, tabiatıyla babasını hatırlamış, dolayısıyla anlattıklarını. O anlatılan hikayelerin yaşandığı yeri görünce de bırakıverdi kendisini. Biz de kendi haline bıraktık Seyfi beyi. Acısını yaşasın ve acısını kendi acısıyla dindirsin istedik.

Erzurum’a doğru gidiyoruz. Otobüsün içinde bir sessizlik var. Herkes sus-kun, kimse konuşmuyor. Sarıkamış şehitlerini düşünüyoruz, görür gibiyiz onları. İşte tırmanıyorlar Allahüekber dağına, takatleri kesilmiş, yürümekte güçlük çekiyorlar, kar yüksekliği 2 metreye yaklaşıyor. Ayaklarında kalın çorapları yok, sırtlarında paltoları yok, yırtık pantolonlarıyla, aç  susuz ve-rilen hedefe doğru yürüyorlar, biraz sonra başlıyorlar toprağa birer birer düşmeye,…  Empati yapıyoruz. 

Ne Emin ne de Yasin dağıtamadı bu hüzünlü havayı. Duygu seline kapıldık bir kere. Kurtulmamız zaman alacak. Sarıkamış’tan hemen sonra Çanak-kale Savaşı var. 250 bin şehidimizi de orada bıraktık. Bütün bunları dü-şündük. Düşündükçe bilendik. 
Her karışı şehit kanıyla sulanan bu güzelim vatanın kalbine hançer sapla-yanları da bu vesileyle bir daha lanetle andık. 



Görev bana düştü; Kur’an’dan bir bölüm okudum ve bir de dua yaptım, bize bu vatanı canlarını feda ederek hediye eden şehitlerimizin ruhuna… 
“Mektup yazarum mektup / Üzerini pullama / Ben yazarken ağladum / Sen okurken ağlama”

Ve Bedirhan Gökçe’nin Sarıkamış Destanı ile veda ediyoruz Sarıkamış’a:
Hele söyle kurban olduğum hele söyle, 
Hetim hetim donarken gecenin ayazında. 
Nefesin buhar olup çıkarken son defa, 
Çıkmamış bıyıklarından buz sarkarken yiğidim, 

Elin mi önce dondu, yoksa ayakların mı? 
Kim düştü önce toprağa sen mi arkadaşın mı? 
Doksan bin can düşerken bir bir yere 
Yükselirken sessiz çığlıklar tekbirlerle birlikte. 

Kim düştü önce aklına anan mı.. 
Hele söyle kurban olduğum.. 
Yoksa yoksa balan mı?
Şimdi ne zaman aklıma düşsen 
Gözümden yüreğime gözyaşlarım buz tutmuş.
Ne zaman seni ansam. 
İçim yanar, dışım donar. 
İçim dışım çığ tutar. 
Sarıkamış yalandır, borandır Sarıkamış, 
Sarıkamış ayazdır, destandır Sarıkamış, 
Sarıkamış evlattır tam doksan bin.
Evladı buz kesmiş, evladı toprak olmuş,
Tam doksan bin anadır Sarıkamış.
Doksan bin anadır Sarıkamış.
Yaradır Sarıkamış,
Borandır Sarıkamış,
Destandır Sarıkamış…




Ve Erzurum. Tabyalardayız… Nene Hatunların, Kara Fatmaların önünde saygı ile eğildik. Selam durduk…

Devam edecek


Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.