KANDİL GECELERİNE DAİR

ABONE OL
18:45 - 01/10/2020 18:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Beş kandil gecesinden biri olarak kabul edilen ve yüzyıllardır Müslümanlar tarafından büyük bir coşku ile kutlanan Mevlid Kandili, sanılanın aksine ne Peygamberimiz’in (s) sağlığında ne de dört halife devrinde kutlanmıştır.

Zaten ilk iki halife zamanında fetihlerin yapılması, son iki halife devrinde de iç karışıklıkların yaşanması hasebiyle böyle bir kutlama yapmak için şartlar da müsait değildi.

Rivayetlere göre tarihte bilinen ilk resmi Mevlid kutlaması, 10. yüzyılda Mısır’da kurulan Şii Fâtımî Devleti (909-1171) tarafından yapılmıştır. Fâtımîler, Rebiülevvel ayının 12. gününde sabahtan öğleye kadar 300 tepsi helva dağıtır, öğle namazını müteakip de Kur’an tilaveti ile başlayan bir tören yaparlarmış. Bu törenlere genellikle üst düzey yöneticiler katılırmış.

Eyyûbîler (1171-1252) zamanında, Mevlid halk tarafından sadece evlerde kutlanırmış. Fakat Selahaddin Eyyûbî’nin kayınbiraderi olan, Muzafferüddin Kökbörü (1156-1232) Mevlid’i, üst düzey yöneticilerin kutladığı ve daha sonra da sadece evlerde yapılan tören olmaktan çıkarmış, halkın katılımıyla kutlamaya başlamış. Bu törenlerde ulema ve tasavvuf ehlinin ileri gelenleri de hazır bulunurmuş, Kökbörü onlara hediyeler verirmiş. Ayrıca bu törenlerde zikir ve sema meclisleri kurulur, Kökbörü de bu meclislere iştirak edermiş.

Rivayet edilir ki, bu kutlamalarda, 100 at, 5.000 koyun, 10.000 tavuk kesilirmiş ve 100.000 tabak yemek ve 30.000 tepsi helva dağıtılırmış.

Memlükler (1250-1517) döneminde de Mevlid Kandili büyük bir ihtişam içinde kutlanırmış. Rebiülevvel ayının girişi ile başlayan kutlamalar Mevlid gününe kadar devam edermiş. Hem devlet görevlileri hem de halkın iştirak ettiği törende Kur’an-ı Kerim, zikir ve evradlar okunduktan sonra devlet adamları, tasavvuf ehli ve ulemaya çeşitli hediyeler takdim edilirmiş. Ayrıca fakirlere sadakalar dağıtılırmış.

Osmanlı İmparatorluğu(1299-1923) zamanında ise Mevlid Kandili, ilk defa 1588’de III. Murad zamanında resmi olarak kutlanmış. Kandillerde, III. Murad’ın, bütün minarelerde kandil yakılmasını ve camilerde Mevlid okunmasını emrettiği bilinmektedir. Kandil geceleri ismi de buradan gelmektedir. Bu tarihten itibaren hem halk hem de devlet nezdinde gelenek haline gelen kutlamalar, evlerde-konaklarda ve selatin camilerinde kutlanmaya başlandı. Selatin camilerindeki kutlamalar, Padişahın mevlid alayı denilen merasim yürüyüşünün ardından başlardı. Padişahın katıldığı camilerde yapılan merasimlerde Fetih sûresi ve Süleyman Çelebi’nin meşhur Mevlid’i okunur, devlet büyüklerine hediyeler sunulur, cemaate buhur ve şerbet ikram edilirdi.

Evlerdeki kutlamalar da gayet görkemli idi. Önceden davetiyelerle davet edilen misafirler için mükellef sofralar ve herkese yetecek şekilde külah içinde şekerler hazırlanırdı. Akşam olduğunda avizeler, billur kandiller yakılır, davetlilere yemekler ikram edilirdi. Yatsı namazından sonra da Mevlidhanların okuduğu Mevlid-i Şerif ve ilahiler dinlenirdi. Misafirlere gül suyu ve şeker ikramının ardından gece son bulurdu.

Kandil geceleri yapılan bu törenler, İslâm’ın özünde olmayan törenlerdir. Buna rağmen bu kutlamalar güzel adetlerdendir Örflerin yaşaması, yaşatılması kimliklerin kaybolmaması için gereklidir. Bu törenler devam etmelidir. Bu törenler sayesinde müslümanlar bir araya gelmekte, paylaşım ve cömertlik duygularını, birlik ve beraberlik duygularını aktif hale getirmektedirler.

Ancak bu gecelere kutsiyet atfederek, bu gecelerde şu ibadetleri yapanların günahları affedilecektir gibi dinde zemini olmayan vaadler yapılarak insanların duygularıyla, akideleriyle oynanmamalıdır.

Peygamber efendimizin doğumu elbette kutlanmalıdır. Bilhassa peygamberimiz’in fiili sünnetleri bu gecede insanlara anlatılmalıdır. Peygamberimiz Kur’an’ı hayata hakim kılmak için neler yapmıştır, nasıl yapmıştır, hangi metodları kullanmıştır, ne gibi sıkıntılar çekmiştir? Bunlar mevlid kandilinde müslümanlara anlatılmalıdır. Bu vesileyle Peygamberimiz bütün yönleriyle müslümanlara tanıtılmalıdır.

Sadece mevlid okuyarak, salavatler söyleyerek, ilahiler söyleyerek, içi bomboş olan kutlamalar yapılmamalıdır. Peygamberimiz bir inkılap gerçekleştirmiştir. Bu inkılabın merkezinde, insan hakları vardır, kadın hakları vardır. Peygamberimiz yeryüzünde adaleti gerçekleştirmek için gelmiştir. Namaz dinin gereği, adalet ise dinin direğidir. Peygamberimizin gerçekleştirdiği inkılabın eksenini oluşturan temel esastır adalet.

İşte mevlid kandilinde Müslümanlara tanıtılacak olan peygamber böyle bir peygamberdir. Aksiyon sahibi bir peygamber, duruşu belli olan bir peygamber, yiğit bir peygamber, cesur bir peygamber, herşeyi Allah’tan beklemeyen palanlı ve programlı iş yapmayı kendine şiar edinen prensip sahibi bir peygamber. İşinde istişareye önem veren, istişareden çıkan sonuca da saygı gösteren bir peygamber.

İşte o Peygamber’in (s) tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O’na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O’nun doğduğu bu gece, insanlığın kurtuluşu için atılan ilk adımdır.

O’nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O’nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz.

İşte benim Peygamberim böyle bir peygamberdir ve ben onun bize tanıttığı nurlu yolda yürüyen ümmetlerden biriyim.

Ne mutlu Peygamberin tanıttığı bu aydınlık yolda yürümeye söz veren şuurlu müslümanlara. Kandiliniz mübarek olsun.

Yazımı Diyanet İşleri Başkanı sayın Görmez ‘in verdiği kandil mesajı ile bitirmek istiyorum:

“Bugün, topyekun insanlığımızın çok çetin sınavlardan geçtiği günleri yaşıyoruz. Yerel, bölgesel ve küresel ölçekte yaşanan sorunlar, zaman zaman insanlığın ölmekle karşı karşıya kaldığına dair bizlerde ciddi endişelere neden olmaktadır. Hassaten O’na ümmet olanların birbirleriyle olan ilişkilerindeki dikkatsizlik, özensizlik ve ölçüsüzlük, bugün biz Müslümanlar için artık acı veren birer yük olmaya başlamıştır.

Bütün insanlık için hayırlı bir ümmet ve örnek bir topluluk olarak hakka ve hakikate rehberlik etmekle yükümlü olduğumuz halde, ne yazık ki birbirimizle olan ilişkilerimiz başta olmak üzere, birer Müslüman olarak diğer insanlarla, eşyayla, tabiatla hatta topyekun hayatla olan ilişkilerimizde ciddi bir istikamet kaybı içinde olduğumuzu itiraf etmek gerekir.

Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz ‘in (s) çağlar üstü örnekliği ve rehberliği önümüzde dururken, Rabbimiz hak, hakikat, adalet, ahlak, fazilet ve erdem yolunda hizmet etmeyi hepimize emretmişken, Hz. Peygamber, insan-ı kâmil olmanın yollarını sünnet-i seniyyesiyle bizlere en güzel bir biçimde göstermişken, biz Müslümanların kardeşlik ahlakını ve hukukunu hiçe sayması, gönül coğrafyamızda ve dünyanın muhtelif yerlerinde umutlarını bizlere bağlayan nice mağdur ve mazlum kardeşlerimizin ümitlerini, beklentilerini ve hayallerini boşa çıkarmak anlamına gelecektir.

Sevgili Peygamberimiz’in (s) Mevlid-i Şerifi vesilesiyle bir kez daha hatırlatmak isterim ki bugün ülkemizde yaşanan gerilim ve çekişmeler, İslâm dünyasında yaşanan medeniyet içi şiddet ve çatışmalar, biz Müslümanların topyekun insan yetiştirme düzeneklerimizi, bilgi ve bilinç üreten mekanizmalarımızı yeniden gözden geçirmemizi zorunlu hale getirmektedir. Bu çerçevede okullarda, fakültelerde, örgün ve yaygın eğitim kurumlarında, camilerde, Kur’an Kurslarında, gönüllü kuruluşlar ve STK’larda, vakıf ve derneklerde, ailelerde, evlerde, kitle iletişim araçlarında, yazılı ve görsel basında, sosyal medyada insanlara nasıl bir İslam anlatıldığını ve hangi metotlarla öğretildiğini yeniden ele almamız gerektiğini açık bir şekilde göstermektedir.”

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.