Kadınlar Gününde, Anaların Gözyaşları

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 TSK’nin Kuzey Irak’ta başlattığı harekât günlerinde ölen askerlerin arkasından herkes ağlıyordu, ölüme çare yoktur, ama erken ölüme çare BARIŞ’tır, teröristlerin eline silah veya para vermemektir.

Kazalara karşı önlem almak, hastalanmadan doktora gidip sağlık kontrolü yaptırmaktır.
Hayatını kaybedenlerin arkasından ağlıyan ana baba, eş, kardeş, dost ve tüm vatandaşlar için acı bir duygudur. Ama en acısı analar için ve ben onların acısını çok içten hissediyorum. Kardeşim genç yaşta öldükten sonra annem artık yaşamak istemiyordu, nitekim kısa bir süre sonra felç geçirerek vefat etmişti. Biz geride kalanlar bu acıyı hep içimizde taşıdık. Acı çekenlere sabır diliyorum.
Cenaze törenlerinde dimdik ağlamadan, ayakta durabilen, hatta yürüyebilen anaları takdir ederken, biliyorum ki onlar yalnız kaldıklarında çok ağlayıp, acılarını ve haykırışlarını dışa vuracaklardır, zira acılar paylaşıldıkça azalır.
Oğlunun, eşinin veya kardeşinin ölüm haberini alanları o anda görüntülemek isteyen basın ve televizyon çalışanlarına söyleyecek söz bulamıyorum. Bu nasıl bir ahlâktır, ana ayakta duramaz halde, hâla mikrofonla duygularını söylemesi zorlanıyordu. İnsanlık yok mu, buna kim dur diyecek?
Adsız Kahraman Kadınlarımız
Bütün Dünya’da insanlığa hizmet etmiş, kadınların bugünki haklarını almalarında önayak olan adları ile tanınan birçok kadınlar vardır, Duygu Asena ve Lili Braun gibi.
Bir de yalnız yakın çevresi ve ailesinden başka kimsenin tanımadığı kadınlar analar vardır. Bunlar Fakir Baykurt, Adnan Binyazar, Yaşar Kemal gibi büyük romancıların, yazarların, Nazım Hikmet gibi şairlerin şiirlerindeki adsız kahramanlardır.
Benim tanıdığım Müzeyyen’in ise henüz romanı yazılmadı. Müzeyyen 1944 yılında İç Anadolu’da bir köyde doğdu.Müzeyyen’in şansı dedesi idi. Dedesi Galip Hoca aydın bir hocaydı. Oğlunu yani Müzeyyen’nin babasını hergün köyden eşek sırtında şehre derse götürürdü, hem arapçayı hem de Mustafa Kemal Atatürk reformları ile başlayan yeni yazıyı öğrenmişti. Haydar 50 yaşında liseyi sonradan dışardan bitirmişti.
Böyle bir babanın oğlu sonra durur  mu? Elbette köye okul yapılmasına önayak olacaktı, bütün köylüler okulu destekledi. Ama en çok baba Haydar yardım ediyordu, elinde imkân vardı, çünkü şehirde çalışıyordu, okula gereken malzemeleri hergün eşek sırtında çekiyordu, daha sonraki yıllarda at alabilenler yavaş yavaş zengin aile gibi sayılıyordu. Menderes’in traktörleri 1960 yıllarında köye gelmişti. Zeynep bacı traktörün önüne ot koymuştu.     
İşte böyle bir aileden gelen Müzeyyen ilkokul beşinci sınıf bitirme sınavında iken bir müfettiş köye gelir ve Müzeyyen için öğretmenine, bu kız harcanmamalı, çok zeki olduğu için köyden kurtarılmalıdır,  der. Bunu duyan baba durur mu? Hemen kızını o zaman Bolu’ya köy enstitütlerinin devamı olan öğretmen okulu sınavlarına götürür, Müzeyyen böylece 1963 yılında Van’da Yatılı Bölge Okul’unda öğretmen olarak göreve başlar. Müzeyyen Mustafacık köyünden tahsil için ayrılan ilk Cumhuriyet kadınıdır.   
Bugün kırk yıllık emeği arkasında bırakan Müzeyyen’in çalışma hayatı, öz verisi ayrı bir biyografi konusudur. Kırk senede kimbilir kaç öğrenciye okuma yazma öğretmiştir. Ama en önemlisi o köye olduğu örnektir, bu köyde Müzeyyen’den sonra gelen nesiller hep okumuştur. Yalnız erkekler değil, bugün sayısını tam bilemediğim kadınlar doktor, hakim, öğretmen ve mühendis olmuşlardır.
Müzeyyen’in kırk sene sonra bir edibiyat etkinliğinde Didim’de karşlaştığı bir sınıf arkadaşının ilk sorusu şöyleydi: “Senin babana hepimiz çok imrenirdik, o bilim aşığı halâ yaşıyor mu?”
Bu nedenle öğrencilerimizin iyi örneklere ihtiyacı olduğunu bıkmadan tekrarlıyorum.
8 Mart Kadınlar Günü’ne ulaşılması için onları erkekler desteklemiştir. Galip Hoca olmadan Müzeyyen okur yazar olamazdı, Sigmund Freud olmadan  Anna Freud, Jean Paul Sarte’sız da Madam Simone de Beauvoir başaramazdı.
Leylâ [1]
Romanı yazılan Leylâ birinci nesil, yani yazar Feridun Zaimoğlu’nun annesinin hikâyesidir.
Anadolu’da bir köyde doğan Leyla köyden gitmeyi hayal eder ve sonunda Almanya’ya gelmeyi başarır.
Bir kız çocuğunun, yetişkin oluncaya kadar geçen renkli hikâyesidir. Kucağında küçük çocukla Almanya’ya gelişine kadar olan zamanı anlatılıyor. Leyla’nın Almanya’daki hayatı, romanın ikinci kısmı yazılmayı bekliyor.
Leylâ’nın babası alkol sorunu olan, zaman zaman karanlık işlerde ailenin geçimini sağlarken hapise düşen bir erkektir. Eşine yani Leylâ’nın annesine şiddet uygular, başarısızlığının hıncını ondan alır. Bu genç kadın babasını sevebilir mi, yoksa nefret mi eder? Babası ölünce onun için, kardeşleri için bir kurtuluş mudur, romanı okuyunca göreceksiniz. Başarılı kadın olmak için üniversiteyi bitirmek gerekmiyor,  üniversite diploması olmasada Leylâ başarmıştır, kendini yetiştirmiş ve hürriyetine kavuşmuştur.
Feridun Zaimoğlu romanı yazarken çok emek vermiştir, öyle ya erkek olarak kadınlar dünyasına girip en ufak ayrıntılarına kadar yazmak kolay bir iş değildir.
Feridun Zaimoğlu Almanya’ya gelen birinci neslin Türkiye’de gelmeden önce bir hikâyeleri olduğunu işaretleyen ilk ve şimdilik tek yazardır.
Leyla romanı tiyatroya da uyarlanmıştır. Oyun Potsdam’da
kelebek görüntüsünde, inşaatı bir türk firması tarafından yapılan
Hans Otto Theater’da Mart 2007’de oynanmıştır.
                       
Yazarın 2008 de yayınlanan kitabı “Aşk Ateşi = Liebesbrand” [2] onu edebiyatta olabilecek en başarılı noktaya, yani zirveye taşımıştır.
Feridun Zaimoğlu almanca yazan ikinci nesilden başarılı bir yazardır. Okumaları çok hoş geçtiğinden zaman zaman yer bulamadığımdan dolayı geri eve gittiğim olur.
Okuma alışkanlığımızı geliştirirken başarılı insanlarımızı, yazarlarımızı kitaplarını alarak, okuyarak ve tavsiye ederek destekliyelim. Kitapçılarda yazarın adını söyleyerek kitaplarına ulaşabilirsiniz.
İlter Gözkaya-Holzhey
Emekli Öğretmen

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.