KADIN VE KADIN

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Kapitalist toplumlarda emeğin sahibi güçlü bir örgütlenme yapmamışsa ülkenin çağdaşlık düzeyine göre köle insan olarak yaşamını sürdürmeye mahkûmdur.

Dünyayı ve günlük yaşantıyı din kuralları ile yönlendiren, yasaları bir din ekseninde uygulayan ülkelerde yurttaş kavramı, birey kavramı yoktur, ümmet vardır.

Düşünmek, eleştirmek sorgulamak gibi bir hak yoktur.

Kayıtsız şartsız biat etmek vardır.

Bu biat kültüründe tüm insanlar cemaatlerin düşünemeyen köleleri durumundadır.

Bu çağdışı düzende en fazla acıyı çeken, baskı altında en ağır yükü, en ağır bedeli kadınlar ödemişlerdir.

Dünya kadınları haklarını almak için ağır bedeller ödediler.

8 Mart 1857 yılında Amerika’da ağır çalışma koşullarını beğenmeyen kadın erkek işçilerin grev kararına polisler, zor kullanarak işçilere saldırdılar. Fabrika kapılarını kilitleyerek yangın çıkardılar ve o yangında çoğu kadın yüzlerce işçi hayatını kaybetti.

26 Ağustos 1910 yılında Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında Alman Sosyal Demokrat Partisinden Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak anılmasına oybirliği ile karar verildi.

Türkiye’de ise 1921 de Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başladı.

Oysa 1907 yılında Osmanlı döneminde yapılan nüfus sayımında erkekler ve büyükbaş hayvanlar sayıldığı halde kadınlar sayılmamıştı.

İşte özlemini duydukları Osmanlı’da kadın büyükbaş hayvandan daha değersiz sayılıyordu.

Büyük Ozan Nazım’ın Kuvayı Milliye Destanında yazdığı gibi:

Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

Anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen

ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız.

Türk Kadını İslam’dan önce asker olabiliyordu, kale komutanı olabiliyordu. Hatta Han olabiliyordu. Kadınların onayı olmadan savaş kararı bile alınamıyordu.

İslamiyet, Arap kadınına Arabistan koşullarında yeni haklar getirmişti. Ama Osmanlı’nın Halifeliği Mısırda Memluk Halifesinden satın alınca Osmanlı, İslam’ı Araplaştırdı ve kadın hareme sokuldu.

Kadınların ancak binde yedisi okuma yazma biliyordu. Çok eşlilikte kadının geleceği kocasının iki dudağı arasına konmuştu. Erkek ‘’Boş ol!” dediğinde kadın eski bir mendil gibi atılmaya mahkûmdu.

Kurtuluştan sonra, Avrupa’da bile birçok ülkede olmayan erkek-kadın eşitliği, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi.

Şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde.
İnce boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru.

Zaferden sonra, Mustafa Kemal in ilk yaptığı iş, haremlik-selamlık durumda ayrı ayrı oturan öğretmenlerin birlikte oturmalarını istemesi rastlantı değildi.

O, kadının özgür olabilmesi için onu hapseden, tutsak eden tesettürden kurtulması gerektiğinin bilincindeydi. Bu nedenle, çarşafı, peçeyi kadının beynine, ruhuna vurulan zincir olduğundan tesettürü kadın yaşamından çıkarmak istedi.

Bu nedenle medeni hukuku getirerek, kadın erkek eşitliğini getirdi. Kadınlara seçme ve seçilme hakkını yasalaştırdı. Ki, Avrupa’da bile kadınlar seçilme hakkını almamışken, Türk kadının bu hakkı alması çok önemlidir. Böylesine cesur bir kararı da ancak Mustafa Kemal gibi bir devrimci alabilirdi. Kemalist devrimin özünde çağdaşlık, bireyin, özellikle kadınların özgürlüğü, eşitliği vardı. Kurtuluş savaşında erkeğinin yanında cephane taşıyan, yaralıların yarasını saran Ayşe Kadınların, Nene Hatunların, at sırtında işgalcilerin korkulu rüyası olan Kara Fatmaların hakkını verdi. Çünkü bir ailenin, bir ulusun çağdaşlaşmasının, kalkınmasının temelinde eğitilmiş, özgür kadınların çoğalması vardır.

Kadın, her alanda yerini aldı. O kısıtlı dönemlerde bile bugünlerden fazla kadın milletvekili meclise girebilmişti.

Ama bugün, AKP’nin uzmanları karşı devrim kalkışmalarıyla cemaat oluşturma çabasına girdiler. Birçok toplantılarında haremlik selamlık düzeninde ayrı oturmalarından başladılar. Şeriatın simgesi Türbanı Atatürk’ün makamına taşıdılar. Cemaatin uyuşturulmuş köleleri gerçekleri çarpıtarak başörtüsü yutturmacısıyla kadınları köleleştirmenin papağanlığını üstleniyorlar. Bal gibi biliyorlar ki başörtüsü ile türban aynı değildir.

Şimdi de kendi uzmanları aracılığıyla kadını köleleştirmenin temelini atmaya çalışıyorlar.

Fatih ve Eyüp Belediyesinin militan danışmanı kadın:

‘’Erkeğin dört kadın alması yasal olsun.” Diye bir çılgın projeyi ortaya attı.

Hemen yandaş mollalar, karşı devrimci yobazlar ekranlarda koro halinde alkışlarla, fetvalarla destek yarışına soyundular. Kadınların mağdur olmalarını önleme yalanıyla kadınları köleleştirmeyi, iffetlerini yok etmeyi amaçlamaktadırlar.

Diğer bir tesettürlü, makyajlı televizyon mankeni; Kız çocuklarının küçük yaşlarda evlenmelerini TV kanallarında diğer bir seçenek gibi sunuyor.

Türbanı, çarşafı özgürlük, kadın köleliğini çağdaşlık sayan bir karşı devrim sarmalında bir karanlık dönemdeyiz.

AKP’ye canını verecek Ajda Pekkan, tesettürlü Emine Erdoğan’ı Türk kadınının sembolü görüp önünde diz çöküp şarkılar söyleyen Muazzez Ersoy, hoca efendiye meftun Sezen Aksu’da kadın.

Çok eşliliğe anında tepki duyan sanatçılardan; Başak Sayan, Ayşe Özyılmaz, Şebnem Bozoklu, Akasya Asıltürkmen, Fulden Uras, Biricik Suden, Zeynep Günay Tan, Ece Erken de kadın.

İran’da Ayetullah Mekarim Şirazi, ‘’Türk devlet adamları Türk kadınlarını İslami kurallara göre giymeye, türban takmaya ve kapanmaya çağırırken İranlı bazı politikacıların İran’ı Türkiye’ye benzetmeye çalıştığını, Türkiye’de yıkılmaya çalışılan Kemalist rejimi İran’a taşımanın affedilemeyeceğini” Fetva olarak vermesi ne anlama geliyor?

İşte Türkiye gerçeğini İranlı Molla açıkça ortaya koyuyor.

Bir yanda, tesettürden kurtulmaya çalışan İranlı kadınların mücadelesi, diğer yanda tesettüre diz çöken, Türk kadınını tesettüre bürümeyi amaç edinen politikacıya canını vermeye çalışan çıkarcı sözüm ona çağdaş giyimli sözde sanatçılar. Üstelik kendileri en dekolte giysilerle ünlendikleri halde. Ne demişti tesettürü savunan Prof. etiketli adam: ‘’ Dekolte giyenler tecavüze kapı açıyorlar!”

Düşünce özgürlüğünü pornoya bağlayan devlet adamı, sergideki testiyi müstehcen bulan YÖK Başkanı, Heykeli put olarak gören bir başbakan. Çok eşliliği yasal duruma getirilmesini, kadını seks kölesi bir yaratık nitelemesiyle erkeğe sunulmasını isteyen eğitim almış Türbanı sembol olarak sunan danışman kadın.

Bir yanda ömrünü hastalarına adayan, küçük yaşta çocukları babası yaşındaki adamlara satılmasını engelleyen, eğitip; topluma öğretmen, doktor, aydın çağdaş bir kadın olarak yetiştiren ve bunun karşılığı ölümü bile umursamayan bir kadın Türkan Saylan.

Hangisi dürüst, hangisi çağdaş, hangisi Cumhuriyet Türkiye’sinin kadınıdır.

Kızınızı, annenizi, kardeşinizi hangi kadın olarak görmek istersiniz?

Hadi dürüstçe yanıtlayın.

Yıldız AKALIN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.