İŞTE O NOKTADA

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

İŞTE O NOKTADA

 
“Israr ve azimle üzerine gidildiğinde, uğraşıldığında, emek verildiğinde başarılamayacak şey yoktur” ya da “Her dibe vuruş, daha güçlü kalkışın başlangıcıdır” gibi laflar edilmekte ya…
 
Her zaman için, her konuda geçerli değil ne yazık ki. İlk defası ve sonrasındaki birkaç defada doğru, hemen pes etmemek, umudu yitirmemek, vazgeçmemek gerekli ama bir yere kadar, sonsuza kadar değil.
 
İnsan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar azmederse etsin, olmayınca olmaz bazen. O güne dek, her dibe vuruşta, daha büyük hırs ve azimle ayağa kalksa da, öyle bir an gelir ki değil tekrar ve daha güçlü kalkmak, düştüğü yerden doğrulamaz bile bir daha. Hatta kıpırdayamaz, düştüğü yerde öylece kalır. Umudu tükenir çünkü ve insan umudunu yitirdiğinde biter ve de bir daha kalkacak, doğrulacak gücü bulamaz kendisinde.
 
Düşününüz ki sabah büyük hayaller, umutlarla kalkıp kollarınızı sıvayarak başlıyorsunuz hayalinizdeki evi inşa etmeye. Büyük hevesle başlıyorsunuz topağı kazmaya, temel atmak için yeterli boyuta gelince, daha bir şevk ve umutla sarılıyorsunuz bu işe, temeli atıyorsunuz, duvarları örüyorsunuz, inşaatınız yükseldikçe, umutlarınız da yükseliyor, bir heves, bir heves ve umut ki sormayın gitsin. Çatıyı kapatıyor, tesisatı döşüyor, sıvayı, badanayı yapıyor, temizleyip döşüyorsunuz da evi. Huzurla yatıyorsunuz o akşam, yorgun ama mutlu koyuyorsunuz yastığa başınızı. “Tamam” diyorsunuz, “Tamam, oldu bu iş”
 
Sabah daha büyük umut ve şevkle kalkıyorsunuz yatağınızdan, doğru yeni evinizin başına… Hayalim gerçekleşir, gerçekleşmeli de. Artık o evde yaşayacağım, o evde yeni bir hayata başlayacağım, yepyeni bir yol açılacak bana o evle birlikte, bundan böyle de, daha bir şevk, daha bir heves ve umutla koşacağım o yolda. Ben o evde, ne konuklar ağırlayacağım, ne ikramlarda bulunacağım, neler sunacağım onlara…
 
Ardından yine birbirinden güzel, birbirinden görkemli evler yapacağım ve hepsi de yaşadığım zorluklara, emeğe değecek.
 
Yol boyu hayallerinize bin birini katarak, umutlarınızı daha bir yeşerterek gidiyorsunuz yeni evinize, bir de ne göresiniz, birileri gelip yerle bir etmiş onca emeği…
 
Yıkılıp kalıyorsunuz… Önce umutlarınız yitip gidiyor, sonra hevesiniz ama çabuk toparlıyorsunuz kendinizi, hayalleriniz, umutlarınız kırılmış da olsa, henüz yaşamlarını yitirmemiş çünkü. Başlıyorsunuz yeniden inşaata…
 
Yine tamamlıyorsunuz inşaatı, yine oturulur hale getiriyorsunuz, yine akşam oluyor, yoruluyorsunuz… Sabaha devrediyorsunuz hayallerinizi, umutlarınızı ve yine huzurla, umutla uykuya teslim ediyorsunuz kendinizi…
 
Sabah yine karşılaştığınız manzara aynı…
 
Ertesi sabah yine, ertesi yine…
 
Artık eski şevkiniz kalmıyor, her geçen gün biraz daha umutlarınız tükeniyor, hayalleriniz soluyor, renklerini kaybederek, süratle griye yol alıyor ki görünüşe göre de hızla siyaha dönüşüyor…
 
Sonrasındaki her sabah biraz daha isteksiz yeniden alıyorsunuz kazma küreği elinize ama sonuç hep aynı, karşınıza çıkan her defasında koca bir enkaz!
 
Gün geliyor, sürekli evinizi yıkanların, umutlarınızı da enkaza dönüştürdüğünü görüyorsunuz. Bu defa, enkaza bir tekme de siz vurarak, dönmemek üzere terk ediyorsunuz inşaatı.
 
Ya da…
 
Yazıyorsunuz, sürekli yazıyorsunuz, neredeyse, yemek yemeksizin, uyku uyumaksızın, hatta hayattan koparak kapanıp evinize yazıyorsunuz…
 
Umutlarınız var, hayalleriniz, vermek istedikleriniz, yapmak istedikleriniz…
 
Aynen inşaatta olduğu gibi, sabah büyük hevesle, şevkle alıyorsunuz kalemi elinize…
 
Koca bir romanı, onlarca öyküyü, şiiri, makaleyi, mektubu, mensureyi bitiriyorsunuz…
 
Ertesi sabah yine aynı şevk ve umutla sarılıyorsunuz kaleme, kaldığınız yerden devam edeceksiniz, yenilerini yazacaksınız daha büyük hevesle ama o da ne? Yazdıklarınız yok bıraktığınız yerde. Ya yakılmış, ya hepsi silinmiş ya da yırtılıp atılmış…
 
Omuzlarınız düşüyor, başınız eğiliyor hafiften, gönlünüz kırılıyor, hayallerinizle birlikte, umutlarınızın renkleri solmaya başlıyor…
 
Kısa sürede toparlıyorsunuz kendinizi, yine daha bir umutla sarılıyorsunuz kaleme, “Olacak” diyorsunuz, “Bu iş olacak, bitecek bu kitaplar, yazılacak, vermek istedikleriniz, umut olmak istedikleriniz, örnek olmak istediklerinize ulaşacak…
 
Lakin her gün aynı, her akşam aynı devam ediyor yazım süreciniz…
 
Gün boyu kaleme aldıklarınız yine birilerince yakılıyor, yırtılıp atılıyor ya da siliniyor…
 
Emeğinizin heba oluşunuza mı ağlayasınız, umutlarınızınkine mi kararsızlığıyla, gözyaşınız pınarlarına, hıçkırığınız boğazınıza düğümlenip kalıyor…
 
Bir gün birileri tekrar yeşertiyor umutlarınızı, birinci seçiyor eserinizi, destekliyor, gayretlendiriyor, sadece söz değil, ödül de veriyor üstelik. Söz namustur diye bilegelmişsiniz o güne dek. Verildi mi bir kez her ne olursa olsun tutulur. Dönülmez verilen sözden…
 
Daha büyük hevesle yeniden sarılıyorsunuz kaleme… Bu defa hele yanardağ hazırlığı içine giriyorsunuz, her gün yanardağın bağrına cevheri hazırlayıp koyuyorsunuz, bir gün o yanardağın patlayacağı umuduyla yaşıyorsunuz, buna inandırılmışsınız, umutlarınız da desteklenip besleniyor, hatta sizinkilere yenileri eklenerek ve daha görkemli…
 
Uzun süre bekliyorsunuz sürekli oyalanarak ama umudunuzu yitirmiyorsunuz yine de. Söz verildi çünkü, her ne olursa olsun, patlayacak o yanardağ, varsın biraz geç olsun diyor, bekliyorsunuz…
 
Bir de ne göresiniz, o devasa patlamalar beklediğiniz yanardağ, söz verildiğince aslan doğuracak diye beklerken, doğura doğura fare doğuruyor.
 
Oyalanmışsınız, kandırılmışsınız…
 
Bu defa kalkamıyorsunuz, doğrulamıyorsunuz yıkıldığınız yerden, hayaller suya değil, okyanusun en derinine düşmüş, umutlarınız gelmemek üzere terk etmiş sizi, renkleriniz, hevesiniz, solmuş!..
 
Ayaklarının artık yazı masasının başına götürmez, eliniz kalem tutmaz oluyor…
 
Elinize almaya kalksanız bile, yazmaz, yazamaz oluyor, hatta kırılıyor, paramparça dökülüyor parmaklarınızın arasından…
Tıpkı son enkazın başındaki duygularınıza beleniyor, bir tekme de siz vuruyorsunuz kırılan masaya, yırtılan kağıtlara ve kalemin enkazına…
 
Önce kabullenemiyorsunuz yenilgiyi, hele de aldatılmışlığı, kullanılmışlığı, umutlarınızla oynanılmışlığı…
 
Tokat yemiş gibi oluyorsunuz, hatta yumruk ve tekmelenmiş, yerden yere vurulmuş, çiğnenmiş…
 
Yaşadığınız ağır şokun ve üzüntünün ardından, bir müddet sonra, kendinizi teselli ediyor buluyorsunuz kendinizi…
 
Tıpkı son günlerdeki reklamda denildiği gibi, “Baktın Olmuyor, bakmayacaksın” diyorsunuz!
 
Perihan Reyhan Alkan

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.