İŞSİZLİK Mİ, KÖLELİK Mİ?

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Gıda, yapı marketlerine ya da büyük giyim dükkânlarına gittiğinizde kasalarda çalışanlarla müşteriler arasında sık sık tartışmaların olduğunu görürsünüz. Özellikle son yıllarda bu tartışmaların arttığını gözlemleyebilirsiniz.

Bu tartışmaların bazıları sabırsız, doyumsuz, para şımarığı kimi müşterilerin haddini, hakkını aşan isteklerinden kaynaklanmakta. Her hangi bir işyerinde çalışan kişiyi özel uşağı gibi görmekte bu zevat. Bu nedenle de incelikten, saygıdan uzak bir davranış biçimi takınmaktalar çalışanlara. Parasının, kaynağı belli olmayan ekonomik güçlerinin verdiği şımarıklıkla karşısındakine kötü davranmayı beceri ve güçlü olmak olarak algılayan yeni varsıllar, neredeyse boğaz tokluğuna çalışmakta olan tezgâhtara saygı göstermenin bir insani gereklilik olduğunun farkında değiller.

Cüzdanın gücüne göre toplusal statünün kazanılmaya başlanıldığı ülkemizde sosyal kaynaşma da bu nedenle olamamakta. Oturulan mahalleler, yemek yenilen lokantalar, alışveriş yapılan mağazalar farklılaşmakta. İzlenen liberal politikalarla tüketime odaklı yeni bir varsıl sınıf ortaya çıktı. Bu sınıfın zenginliği genellikle iktidar olanaklarıyla beslenmekte. Yani bu servetlerde emek ve alın terinin olduğundan söz edilemez. Emeksiz gelen paralar; sömürülen, hakkı yenen, alın teriyle yaşama tutunmaya çalışanlara baskı ve gösteriş amaçlı olarak kullanılmakta.

Üretime dayanmayan, genellikle devlet olanaklarıyla zenginleşen bu yeni zümrede zevksizlik de diz boyu. Büyük mobilya mağazalarına gittiğinizde cicili bicili, bol taşlı, boncuklu oturma gruplarının çokça olduğunu görürsünüz. Zevksizlik inanılmaz boyutlarda. Her şeyin büyüğü, çoğu, gösterişlisi makbul. En büyük ev, en büyük araba (Kentlerimiz traktör diye adlandırılan ciplerden geçilmiyor.); çok para, gereksinim ötesi yüklü alışverişler, bol israf…

Tezgâhtarlarla müşteriler arasındaki anlaşmazlığın ikinci tarafına gelelim. Son yıllarda uygulanan liberal politikalarla çalışanların hakları neredeyse yok edildi. İş güvencesi sözde kalmakta. İşini beğenmeyene kapı gösterilmekte. Çünkü çalışmak için kuyrukta bekleyen on binler var. İşsizliğin çığ gibi büyüdüğü bir ülkede emek de ucuzluyor. İşyerlerinin çoğunda insanlar asgari ücretle sosyal haklardan mahrum olarak çalışmakta. Bu nedenle de çalışanlar mutsuz. Daha iyi koşullarda iş bulmak için çabalamaktalar. İyi olanaklarla iş bulunduğunda hemen iş değişikliği yapılmakta. Bu durum işte uzmanlaşmayı, çalışanların işlerine odaklanmasını engellemekte. Sevilmeyen bir işte çalışmak, iş verimini düşürmekte. “Gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş.” atasözü boşuna denmemiş.

Çalışanların en büyük sorunlarından birisi de çalışma sürelerinin çok fazla olması. Ülkemizde sekiz saat çalışanlar (Bunların da çoğunu memurlar ve devlette kadrolu çalışan işçiler oluşturmakta) neredeyse parmakla gösterilecek. Uzun çalışma süreleri çalışanları sosyal yaşamdan da koparmakta. Çalışma hayatı bir köleci düzeni andırmakta.

İşinde uzmanlaşamayan kişi, müşterisine sattığı ürünle ilgili doyurucu bilgi veremiyor. Müşterilerin çoğu ise hoşgörüsünü, anlayışını, sevgisini, saygısını yitirdiğinden sabırsızca karşısındakini azarlıyor. Hemen hemen her işyerinde tartışmalar, bağırtılar normal karşılanır oldu, sıradanlaştı.

Liberal uygulamalar, halkı hızla köleleştiriyor. İnsanlar köleci bir ortamda çalışmakla işsiz kalmak arasında seçim yapmaya zorlanmakta. İş bulan, iş koşullarına bakmadan durumuna şükrediyor. Örgütsüz toplumda hak aramak kimsenin gündeminde yok. Bu nedenle de toplumun ortak ekonomik kaynakları açıkça soyulurken hesap sorma yok. Yolsuzlukla büyüyen ekonomi(!) köleci bir yaşam tarzını da dayatmakta geniş kitlelere. Yolsuzluk, yoksulluğu büyütüyor. Yoksullar da yeni efendilerin lütfettiği birkaç lokmaya şükrediyor.

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.