İSLÂM’IN GELECEĞİ, GELECEĞİN İSLÂMI’NA BAĞLIDIR (II)

ABONE OL
18:45 - 01/10/2020 18:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

“Dînî düşüncenin yeniden inşası, Müslümanların bir davalarının olduğunu hatırladıkların-da mümkün olacaktır. Bugün Müslümanlar, masa, kasa ve nisa’yla uğraşıyorlar. Artık dava unutuldu, zira mücahitler müteahhit, tasavvuf ehli tasarruf (holding, şirket, banka v.s) ehli oldu, dünyevileşti.”

Metin tenkidi

Sünnet’i, daha doğrusu asırlarca Müslümanların İslâm tasavvurlarını belirleyen pek çok rivayeti 20. yy mentalitesine sunabilmek giderek zorlaşmış ve son iki yüzyılda çeşitli alanlardaki gelişmeler ışığında bunların değerini belirleyebilmek amacıyla bir yöntem olarak metin tenkidi gündeme gelmiştir. Aslında metin tenkidi, zannedilenin aksine kronolojik olarak isnad tenkidinden öncedir, zira isnad kavramının ve sisteminin olmadığı Sahabe döneminde genellikle metin tenkidi uygulaması yapılmıştır. Hz. Aişe ve Hz. Ali bu alandaki en gözde ve önemli metin tenkitçileridir. Son iki yüzyılda yaşamış olan hemen bütün çağdaş İslâm düşünürlerinin de gözde yönteminin metin tenkidi olduğu söylenebilir. Bu meyanda Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mehmet Akif Ersoy, İsmail Hakkı İzmirli, Ahmet Hamdi Akseki, Maurice Bucaille, Mevdûdi, Fazlurrahman v.b. pek çok isim zikredilebilir.
Müslümanların en önemli ihtiyaçları içtihat konusundadır. İçtihat aklı çalıştırmakla alâkalıdır. Rivayete sarılıp da aklı bir kenara bırakanlar İslâm’ı 20. yy.‘ da sorunlara cevap veremez hale getirmişlerdir. Oysa Peygamberimiz, Yemen’e vali tayin ettiği Muaz ibn Cebel’in, Kur’an’da ve Hadis’te muhatap olduğu bütün soruların cevabını bulamayacağını açıkça kabul etmiş ve Muaz’ı kendi içtihadına yönlendirmiştir. Bu, bugün İslâm Dünyası’nın şiddetle ve acilen muhtaç olduğu çok önemli bir yöntemsel bilinçlendirmedir.

En fazla hadis uydurulan alanlar

Uydurma hadis rivayetlerin kapsadığı alanlar, akaitten ahlaka, siyerden fıkha, siyasetten tıbba kadar hemen hemen insan hayatının bütün alanlarını kapsayacak kadar geniştir. Ama pek çok ulemanın salih amellere teşvik ve günahlardan sakındırma alanında rivayetlerin çok sıkı elenmesi gerekmediği, bu alandaki rivayetler konusunda daha gevşek davranılabileceği şeklindeki tutumları uydurma hadis rivayetlerinin bu alanın da dışına taşarak, sahih ve güvenilir rivayetleri gölgede bırakmasına yol açmıştır. Nitekim bugün İslâm dünyasındaki egemen İslâm tasavvurları büyük ölçüde bu gibi son derece çürük ve hatta asılsız ve uydurma rivayetlere dayanmaktadır. Dolayısıyla bugün uydurma, asılsız ve çürük rivayetler üzerinde durmak, sahih ve güvenilir rivayetler üzerinde durmak kadar, hatta -” Def-i mefasid celb-i menfaattan evladır.” ilkesi uyarınca – ondan da önemlidir.
Bu problemli rivayetler içerisinde günümüzde de önemli bir tartışma konusu olan kadın hakları ve kadının statüsü konusunda oldukça fazla uydurma veya son derece problemli rivayet malzemesi söz konusudur. “Kadınları başlarına idareci seçenler helak olmuştur” hadis rivayetine dayanarak kadınlar asırlarca siyaset ve yönetimden dışlanmıştır. Kadının siyasette yer alamaması tek bir hadise bağlı olarak açıklanmıştır. Kadın bu tek hadis rivayeti yüzünden toplumda devre dışı kalmıştır. Çağın meydan okumalarına cevap verebilecek çözümler üretmek yerine, kadının toplumun dışına bırakılması çok yanlıştır.

Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Ümmü Seleme vb. birçok sahabi hanım aktif olarak hayatın hemen her alanında yer aldığı halde, ilerleyen asırlarda ataerkil/erkek egemen zihniyetin ürünü olan birtakım uydurma rivayetlerle kadın toplumsal alandan adeta dışlanmıştır. Bir tek uydurma rivayetin yaptığı tahribat bu kadar büyüktür. Mesela Türkiye dışındaki İslâm ülkelerinde kadınlar camilerde namazlarını, Cuma namazlarını rahatça kılarlar. Ülkemizde olduğu gibi engellenmezler.
Sözün kısası uydurma, asılsız, çürük ve problemli hadis rivayetlerinin yaptıkları tahribatlar çok büyük olmuştur.

En fazla hadis uydurulan alanların başında, Kur’an okumanın fazileti ve ibadetlerin faziletleri hakkındaki hadisler de gelir. Peygamber kıssalarına dair rivayetlerin çoğu Yahudi ve Hristiyan kültürünün mührünü taşır.

Esbâb-ı Nüzûl (Nüzul sebepleri) alanındaki rivayetlerin de çoğu problemlidir. Keza bazı hadis rivayetlerinde kader imanın şartlarındandır, bazılarında değildir. İnsanın iman veya küfrü, iyi veya kötüyü, sevap veya günahı seçmede özgür iradesiyle hareket edip etmemesi bağlamında kader meselesinin imanın şartlarından olmaması – açıkça zikretmesine engel olmadığı ve diğer esasları açıkça zikrettiği için – Kur’an’a daha uygundur. Şefaatle ilgili hadislerde de problem vardır. Bu rivayetler hem isnat hem de metin açısından problemlidir.

Mesela tasavvuf ve tarikat çevreleri kadar ilahiyat ve diyanet çevrelerinde bile yaygın olarak ciddiye alınan; “Sen olmasaydın (ya Muhammed) ben bu alemleri yaratmazdım.” rivayeti de bir başka örnektir. Bu hadis rivayeti hiçbir hadis kitabında yoktur, uydurmadır. Ama siz bu hadisin uydurma olduğunu tasavvuf erbabına tarikat erbabına asla anlatamazsınız.

Salih amellerin faziletlerine dair hadis rivayetlerinin de çoğu uydurmadır. Kandil geceleriyle ilgili hadis rivayetlerinin neredeyse tamamı uydurmadır, bu gecelerde yapılan ibadetlerle ilgili hadisler uydurmadır. Tespih namazıyla ilgili rivayetler uydurmadır. Miraç hadisiyle ilgili detaylar ya uydurmadır ya da fevkalade çelişkili ve problemlidir. Mamafih bu rivayetlerden genel olarak Mirac’ın bir vizyon ve manevi bir tecrübe olarak kabul edilebileceği ifade edilebilir.

Recm ile ilgili hadislerin bir büyük kısmı son derece problemli ve bir kısmı açıkça uydurmadır. Mesela çok yaygın olan ve yaygınlaştırmak için bazı çevrelerin özel gayret sarf ettiği Cevşen duası uydurmadır. Peygamberimiz zaten bu kadar uzun dua etmezdi. Cevşeni yanında taşıyana kurşun isabet etmez derler, bunu önce bu iddiada bulunanlar üzerinde denemek gerekir, kurşun işliyor mu işlemiyor mu? emin olmak için.

Hadis kitaplarının yok olduğunu farz etsek Müslümanlığımızdan bir şey kaybeder miyiz?

Hadis kitaplarının yok olduğunu farz etsek şu an için Müslümanlığımızdan çok fazla bir şey kaybetmeyiz. Zira gerek Kur’an, gerek Allah resulünün hayatı, gerekse onun Sünnet’i tevatüren nesilden nesile aktarılmaya devam etmektedir. Ancak bununla da yetinmeyip Müslümanlar Peygamberleriyle aralarında ondan rivayet edilen sözlerle de bir bağ kurmak isterler. Bu bağın uydurma rivayetlerle kurulması, telafisi zor olan bazen de mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır. Dolayısıyla en muteber addedilen hadis kaynaklarında bile şu veya bu ölçüde birtakım zayıf, çürük, asılsız veya uydurma rivayetlere rastlanması söz konusudur. Bu sebeple hangi kaynakta yer alırsa alsın rivayetler konusunda körü körüne teslimiyetçi davranmamak gerekir. Tam aksine İbn Teymiye’nin “Kur’an dışında hatasız kitap yoktur” sözü bize rehberlik etmelidir.

Geleceğin İslâm’ı

Geleceğin İslâm’ını inşa edebilirsek, Müslümanların ve İslâm Ümmetinin geleceği konusunda ümitvar olmamız mümkün demektir. İslâm dininin entelektüelleri fildişi kulelerden çıkıp, İslâm dünyasını adım adım dolaşmalıdırlar. Kur’an ve Sünnet’e dönüş anlamında muhafazakâr Selefilik değil, radikal selefilik değil, entelektüel selefilik gereklidir. Geleceğin İslâm’ını inşa etme sürecinde bam teli hadis rivayetleridir, bu rivayetler karşısında takınılacak tavırdır.

Şii ve Sünni dünyada tamamen rivayete dayalı bir İslâm anlayışı hakimdir ki bu problemli bir anlayıştır. İmam Şafii din alanında sadece nakli bilgiyi ve rivayeti esas almış ve aklı devre dışı bırakmıştır. Hâlbuki günümüzde daha ziyade Rey’e dayalı/düşünceye dayalı bir sünnet/hadis anlayışına ihtiyaç vardır.

Meselâ, tek başına bir mezhep İslâm’ı temsil edemez. Zeydi, İbadi, Şii, Sünni, Mu’tezililerin toplamı İslâm’ı ve ümmeti oluşturur. Ehli Sünnet sadece dört amelî, iki de itikadî mezhepten oluşur. Sufileri, Selefileri ve İslâm filozoflarını da Sünniler içinde sayabiliriz. Buna rağmen Ehl-i Sünnet kendilerini sadece Sünniliğin değil de İslâm’ın temsilcisi olarak görürler.
Mu’tezili imamların hemen hepsi Hanefidir. Öte yandan Zeydilik Sünniliğe çok yakındır. Bundan dolayıdır ki, sünneti sadece Sünnilerin sünnet anlayışıyla izah etmek doğru değildir. Bugün çektiğimiz sıkıntıların temelinde yatan yanlışlıklardan biri Ehli Hadis’in bu konudaki dışlayıcı tutumudur.

Bizim yapmamız gereken, tarumar olmuş bu binayı yıkıp yerine yeni bir bina yapmak olmamalıdır, sağlam kalan malzemeleri bir araya getirip binayı yenilemek olmalıdır.

Dînî düşüncenin yeniden inşası, Müslümanların bir davalarının olduğunu hatırladıklarında mümkün olacaktır. Bugün Müslümanlar, masa, kasa ve nisa’yla uğraşıyorlar. Artık dava unutuldu, zira mücahitler müteahhit, tasavvuf ehli tasarruf (holding, şirket, banka vs.) ehli oldu, dünyevileşti.

Buna rağmen hadis alanında oldukça ciddi denebilecek çalışmalar yeni yeni ve cılız da olsa canlanmaya başladı, bu çalışmaların benzerini Siyer alanında da yapmak lazımdır. Maalesef Siyer alanı henüz bakir olup yapılacak yeni araştırmaları ve denenecek yeni yaklaşımları beklemektedir.

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.