İSLÂM’IN GELECEĞİ, GELECEĞİN İSLÂMI’NA BAĞLIDIR (I)

ABONE OL
18:45 - 01/10/2020 18:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Lâ yeslemu kitâbun mine’l-ğalatı illa’l-Kur’ân
-Kur’an dışında hatasız kitap yoktur-

“Geleceğin İslâmı’nı inşa edebilirsek, İslâm Dünyası’nın geleceği var demektir. Geleceğin İslâm’ının inşası da özellikle hadis rivayetlerinden kaynaklanan problemleri çözmek, Kur’an-Sünnet bütünlüğüne ters düşmeyen güvenilir hadis rivayetlerini doğru anlamak ve yorumlamakla mümkündür.”

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, İslâm’ın ilk dönemlerinde bilgiye ve ilme büyük önem verildiğini, yabancı medeniyet ve kültürlerden tercüme yapılması için başta Süryaniler olmak üzere diğer din ve kültürlere mensup mütercimlere bugünün parası ile yaklaşık 20 bin dolar maaş ödendiğini belirtti.

Berlin-Türk Eğitim Derneği’nde (TED) özel bir seminer veren Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Ana Bilimdalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, Kur’an ve Sünnet’in ve keza sağlam ve güvenilir hadis rivayetlerinin Müslümanların bugünkü problemlerine çözüm arayışında bizlere ışık tutması gerekir, ancak bugünün meselelerine tikel çözümleri üretmek Müslümanların görevidir, bunun da yöntemi yeni meselelere yeni yorum ve çözüm üretme aracı olarak “içtihat” tır.” dedi. ” Nitekim Peygamberimiz daha hayatında içtihadın yapılması gerektiğini Muaz hadisi rivayetiyle bize işaret etmişken bizim içtihattan uzak durmamız düşünülemez.” diyen Kırbaşoğlu, İslâm’ın ilk zamanlarındaki ilmî gelişmelerde gayr-i müslimlerin İslâm medeniyetinin inşası yolunda yaptıkları çalışmalara ve katkılara işaret etti. Kırbaşoğlu bunun yanı sıra o dönemde ilmî çalışmalara büyük destek veren devlet adamlarının yanı sıra ilim ve bilgi dostu servet sahiplerinin varlığını da vurguladı.

Aylık 20 bin Dolar Maaş
Kırbaşoğlu, “Mesela Süryaniler, Süryaniler ve diğer yabancı dil bilen gayr-ı müslimler olmasaydı, İbn Sina olmazdı, İbn Rüşd olmazdı. Yunan filozoflarının eserlerini Arapça’ya Süryaniler başta olmak üzere pek çok gayr-ı Müslim uzman çevirdi. Hem de o zamanın şartlarında Müslüman yöneticiler ve servet sahipleri Süryani mütercimlere bugünün parasıyla, yaklaşık 20.000 Dolar aylık maaş veriyorlardı. İlme verilen önemdir bu… Ama bugün ülkemizde İslâmi ilimler alanında çalışan akademisyenler arasında fakirlik sınırında maaş alan yardımcı doçent ve doçentler olduğunu kaç kişi biliyor?” şeklinde konuştu. 3 gün süren seminerde “Hadis tarihi yeniden yazılmayı bekliyor.” diyen Kırbaşoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Geleceğin İslâmı’nı inşa edebilirsek, İslâm Dünyası’nın geleceği var demektir. Geleceğin İslâm’ının inşası da sağlam ve güvenilir hadisleri iyi tespit ederek, bunları doğru anlamaya ve yorumlamaya bağlıdır. Aslında İslâm dünyası peygamberini gereği gibi tanımıyor. O’na ait olan sözlerin ona ait olmayanlardan tam olarak ayrılamadığı mevcut durumda, onun sünnetlerini doğru bir şekilde nasıl tanısın ?.”

Her mezhebin, meşrebin ayrı peygamberi var
Hz. Peygamber’in hayatını sadece Sünni anlayışa göre yazarsak, o Sünnilerin peygamberi olur. Sufi anlayışa göre yazarsak o sufilerin peygamberi olur.Selefi anlayışa göre yazarsak selefilerin peygamberi olur.Halbuki Sünniler gibi İslâm ümmetinin asli birer parçası olan Şiiler, Zahiriler, Zeydiler, İbadiler, Mutezililer v.d.ve onların kaynaklarını dışarıda bırakmak ilmi araştırma ilkeleri bakımından kesinlikle doğru bir davranış değildir.

Batı dünyası Hz. Peygamber’in hayatını yazma konusunda da İslâm dünyasından ileridedir bugün. Nitekim bu amaçla öncelikle siyerin çeşitli mezhep ve fırkalara ait kaynakları üzerinde gerçekleştirilen bir sempozyumun ardından, bugüne kadar yazılmış en iddialı siyeri yazmak için kolları sıvamış ve sona yaklaşmış durumdadırlar. Onların Peygamberimiz’in hayatını yazma konusunda bile bizi geçmelerinin sebebi , bizim uzun yüzyıllar terk ettiğimiz ilmi araştırma ruhunu, bilgiye olan merak ve iştiyakı onların hararetle ve benimsemeleri, bizlerin ise geçmişten devraldıklarımızla yetinme ve bunları papağan gibi tekrarlamakla yetinme tembelliğinden bir türlü kurtulamayışımızdır.
İkbâl ile başlayan çağdaş İslâm anlayışı niçin İslâm dünyasında etkili olamadı ve kesintiye uğradı diye bir anket yapılacak olsa, muhtemelen sonuç şöyle olurdu : “Çünkü Müslümanlar İslâm’a sahip çıkmadılar, tam aksine dünyevileştiler, bu süreçte maalesef Müslümanlar davalarını kaybettiler.”
Bu tespit bizce de doğru bir tespittir. Zira genel olarak Müslümanlar özel olarak da İslâmi hareketler büyük ölçüde dünyevileşerek, iktidarın bozucu etkilerine aldırmaksızın iktidar tutkusuyla yanıp tutuşarak davalarını unuttular, kaybettiler.

Tefsirler yetersiz kalınca…
Geçmiş çağlarda olduğu gibi 20. yy.’da da, daha önceleri yazılan tefsirlerin yetersiz kaldığını gören İslâm uleması ve çağdaş müfessirler bu eksikliğin farkına vardılar ve pek çok çağdaş tefsir yazdılar, hâlâ da bu tür tefsirler yazılmaya devam etmektedir, dolayısıyla bu tefsir yazma sürecinin devam etmesinden gururla söz edilebilir. Günümüzün şartlarını göz önünde bulundurarak yazılan tefsir çalışmaları devam ediyor. Ayrıca Malik b. Nebi, Abdullah Draz, Fazlurrahman ve Ali Şeriati gibi ilim ve fikir adamları da de Kur’an’ın nasıl algılanması ve anlaşılması gerektiği konusunda önemli çalışmalar yaptılar.

Hadis kaynakları yetersi kalınca…
Kur’an ve Tefsir alanındaki bu olumlu gelişmelere mukabil, Sünnet-hadis alanında , daha doğrusu rivayet malzemeleri konusunda yapılan çalışmalar fazla değildir. (Burada hadis kelimesini kullanmadım, çünkü Müslümanlar birtakım hadis rivayetlerinin neticede birer rivayet olduğunu unutup, sanki onları kendi kulaklarıyla Hz. Peygamber’den duymuşçasına birebir O’nun(sav) sözü olarak kabul ediyorlar, öyle olunca da bu rivayet malzemesi konusundaki birtakım ilmi değerlendirme ve eleştirilerin ne anlama geldiğini anlamıyorlar ve kızıyorlar).

Sünnet ‘in de Siyer’in de birinci kaynağı Kur’an’dır.
İmam-ı Azam’ın da “el-Âlim ve’l-Muteallim” kitabında dediği gibi Hz. Peygamber Kur’an’a aykırı bir söz söylemez, söylerse zaten peygamber olamaz” Dolayısıyla Hz.Peygamber’e izafe edilse de Kur’an’a rağmen söylenen söze hadis denmez.
Peki mevcut Hadis rivayetlerinin hepsi de gerçekten Hz. Peygamber’e ait olduğu kesin olan sözler midir? 20. yy’ da bu hadis rivayetleri İslâm Dünyasının problemlerinin çözümünde Müslümanlara ne gibi imkânlar ve açılımlar sunuyor? Hadis rivayetleri ışığında 20.yy’a , 20. yy gelişmeleri ışığında hadis rivayet malzemesine nasıl bakılıyor,ya da bakılmalıdır? Bu soruların cevabı henüz verilememiştir. Çağdaş anlamda bir hadis kitabı da henüz yazılamamıştır. Çağdaşlık iddiasıyla yazılmış olanlar ise adı çağdaş olmak dışında, eskilerin kötü birer tekrarı olmaktan öte geçememektedirler. Kur’an konusunda yüzlerce tefsir yazan Müslümanlar, hadis rivayet malzemesi söz konusu olunca anlaşılmaz bir şekilde hemen muhafazakârlaşıyorlar ve hadis alanında yenilikten ve yeni denemelerden uzak duruyorlar.

Sünnetin ikinci kaynağı mütevatir sünnetlerdir.
Bunlar canlıdır, diridir,her gün dünyanın her yerinde sürekli olarak tekrarlanan uygulamalardır, yüz binlerce milyonlarca Müslüman tarafından yüzyıllarca fiilen yaşanarak nesillerden nesile aktarılmış ve aktarılmakta olan uygulamalardır. Klasik literatürde sünen-i ameliye, sünen-i mütevarise, sünen-i mütevatire de denilen hadis rivayetlerinden daha güvenilir zengin bir bilgi kaynağıdır. Mesela herkes İslâm’da ezan uygulaması olduğunu ya da bayram namazları kılındığını bilir, daha küçük yaşlarda ve okuma yazma bilmez iken,- dolayısıyla ilgili Kur’an ayetlerinden ve hadis rivayetlerinden bihaber olduğu bir yaşta – İslâm’da ezan ve bayram namazları diye bir uygulama olduğunu ana-babasından ,mahallesinden ,çevresinden görür,duyar ve öğrenir, büyüyünce namaz kılmadan önce namaz vakitlerini ilan etmek ve namaza Müslümanları davet etmek için ezan okumanın gereğine inanır, tıpkı bunun gibi.

Üçüncü sırada hadis kaynakları adı verilen kitaplar vardır.
Bu kitaplar genellikle kendilerinden önce yazılan derlemelere dayanılarak yazılmıştır. Buhari, Müslim, Tirmizi birebir ravilerden ve şahıslardan sözlü olarak, sözlü rivayet usulüyle toplanıp yazılmış değildir. Önceki yazılan kitaplardan kendi metotlarına uygun olan rivayetlerden derlemedir bu kitaplar büyük ölçüde.

Sünnet’in dördüncü kaynağı kaya yazıtları ve arkeolojik kazılardır.
Hicaz yarımadası ve civarında ,çoğu Müslüman olmayan ilim adamları tarafından gerçekleştirilen, pek azı Müslüman bilim adamları tarafından yapılan bu tür arkeolojik çalışmalar henüz tamamlanmış değildir. Tamamlanınca elimizdeki rivayet malzemelerinin ihtiva ettiği bazı bilgilerin ne kadar sağlam olduğu daha net olarak ortaya çıkacaktır, tablo netleşecektir. Ama dediğim gibi bu çalışmalar pek çok ilahiyatçı ve İslâm araştırmacısı için meçhul, az sayıda bilenler için ise hayli yeni bir gelişmedir.

Beşinci sıradaki kaynak Müslüman olmayan devletlerin elindeki o döneme ait tarihi malzemelerdir.
Hz. Peygamber dönemini kapsayan Sasani, Bizans ve Habeşistan tarih kaynakları da Hz. Peygamber dönemi hakkında bize bilgi veren kaynaklar arasında yer alması gerektiği halde, henüz bunlara da gereken ilginin gösterildiği ve bunlara ulaşıldığı söylenemez. Bu kaynaklar incelenip taranınca hadis rivayetleriyle ilgili birçok husus daha da netleşecektir.

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.