İSLÂM KONFERANSI SONA MI ERDİ?

ABONE OL
18:48 - 01/10/2020 18:48
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Alman İslâm Konferansı’nın fikir babalarından Dr. Wolfgang Schäuble, “Hedefimiz ve amacımız geleceği beraberce biçimlendirmek” demişti 2006’da.

Schäuble devamla: “Koalisyon sözleşmesinde belirtildiği gibi biz uzun süreli bir diyalog istiyoruz, çünkü Almanya’daki Müslümanlar artık bu ülkede yaşayan yabancılar olmaktan çıkmış ve toplumumuzun bir parçası haline gelmişlerdir.” şeklinde konuşmuştu.

Aradan 7 sene geçti ve bugün gelinen noktada, konferansın amacı olan diyalog çalışmalarına başlanamadı. Devletin televizyon kanallarından Müslümanlarla yapılan diyalog çalışmalarının getirdiği veya getireceği faydalar anlatılamadı, gazeteler daha Müslümanları onore edecek olumlu bir manşet bile atamadılar. Alman halkının korkularını, düşmanlıklarını azaltacak, bir paragraf haber bile yapamadılar. Bir Almanla bir Müslümanı gelecekte birlikte oluşturacakları Almanya’nın mutluluk karelerinin içine yerleştiremediler… Müslümanlarla Almanlar televizyon dizilerinde birbirlerine misafirliğe gidip gelmiyor hâlâ. Almanlarla Müslümanlar, kız alıp vermiyorlar birbirlerinden.

İslam Konferansı’nın asıl amacı, ülkedeki Müslümanlarla devlet arasındaki işbirliğini güçlendirmeyi hedefliyordu. Schäuble öyle demişti. Bu amaca ulaşabilmek için Müslüman dernekler, „Caminin, kiliseler gibi eşit muamele görmesi, Almanya’daki okulların müfredatına İslam din dersinin dahil edilmesi, cami ihtiyaçlarının karşılanması,” gibi konuları daha ilk toplantıda teklif olarak sundular. Dönemin İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble de, „İslamcı gruplardan gelen tehlikeler”i gündeme eklemişti.

Sevinçliydi Müslümanlar. Muhatap alınmışlardı, camiler fabrika katlarından, bodrumlardan çıkacak, minareler yükselecek ve ezanlar okunabilecekti. Okullarda İslâm din dersi verilebilecekti.

Schäuble’den sonra göreve gelen Thomas de Maiziere ile Hans-Peter Friedrich, dernek temsilcilerinin teklifleri olan ilk üç konuyu konferansın gündeminden büyük ölçüde çıkararak sadece Schäuble’nin güvenlik endişesi taşıyan teklifi üzerinde yoğunlaştılar. Zaman zaman da sertleşerek konferansa katılan Müslüman cemaatlerin temsilcilerine aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmediler.
Tartışmalar alevlendi ve bundan iki yıl önce iki büyük Müslüman kuruluş konferans dışında kaldı. Almanya Müslümanları Merkez Konseyi, Müslümanların dinî bir grup olarak tanınmadığı gerekçesiyle ayrılma kararı aldı. İslam Konseyi de bünyesinde yer alan Milli Görüş hakkında güvenlik soruşturması yürütüldüğü için konferansa davet edilmemeye başlandı.

Bu arada Almanya’da İslâm düşmanlığı korkusu sıklıkla gündeme getirilir oldu. Selefiler birden bire gündeme taşındı, çatışmalar medyaya malzeme oldu. Halk provoke edildi.

Bertelsmann Vakfı gibi bazı merkezlerin yaptığı araştırmalar ön plana çıkarıldı, “Almanya’nın batısındakilerin yüzde 51’i, doğudakilerin ise yüzde 57’si İslam’ı bir tehdit olarak algılıyor.” (29.04.2013) şeklindeki sonuçlar gazetelerde rahatlıkla yer buldu.

Müslümanlar terörist olarak gösterildi ve manşetlere taşındı, “İslâm terörü” diye bir kavram icat edilerek, İslam düşmanlığı körüklenmeye çalışıldı.

Bu 7 senelik süreçte, yukarıda zikrettiğim temel çalışmalar yapılmadığı gibi, “İslâm Konferansları”
sanki, potansiyel suçluların temsilcilerinin hesaba çekildiği bir platform haline geldi. Yazık, hem de çok yazık. Almanya’ya hiç yakışmıyor bu tür uygulamalar.

Yapılan yanlışlıklar fark edildi edilmesine de çok geç kalındı. Müslümanlar İslâm Konferansı’nın oluşturduğu o olumlu havadan çoktan uzaklaşmışlardı. Hayal kırıklığına uğradılar, ümitleri tükendi, 50 yıl sonra bir ümit yakalamışlardı, ama rüyaları çok kısa sürdü. Ümitleri tekrar yeşertmek için, tribünlere oynanmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Christian Wulff „İslâm Almanya’nın bir parçasıdır” diyerek havayı yumuşattı, arkasından Gauck, ‘Müslümanlar Almanya’nın bir parçası’dır dedi ve devlette devamlılık esastır mesajını verdi. (08.03.2013)

Almanya’da İlahiyat fakülteleri açılmaya başlandı. Bu fakültelerde yetiştirilen akademisyenler, okullarda din dersleri verecekler, camilerde din görevlisi olarak vazife yapacaklar. Almanya’da yaşayan 4 milyona yakın Müslümanın dini ihtiyacını karşılayacaklar.

İslâm Konferansı bitirildi mi?

Ne yazık ki sona gelindi. Konferans Schäuble’nin dediği gibi uzun soluklu olmadı. Atılan bu olumlu adımlar, yapılan hataların telafisine yetmedi ki, bugün Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Sekreter Yardımcısı Bekir Alboğa DW Türkçe Servisi’ne yaptığı açıklamada, İslam Konferansı’nın kendileri açısından da son toplantı olacağını vurguladı.

Almanya Türk Toplumu Başkanı Kenan Kolat da “Bu şekliyle konferansların bir anlamı kalmadığını” söyledi.

Aşağı Saksonya İçişleri Bakanı Boris Pistorius (SPD), Müslüman derneklerin eleştirilerine hak verdi. Konferansın bu şekliyle devam edip etmeyeceğinin sorgulanmasını istedi. Güvenlik ve terörizmin ön plana çıkarıldığına işaret etti, duyarsız açıklamalardan dolayı geçmişte İslam düşmanlığının arttığını belirtti. Sol Parti ve Yeşiller de, konferansın bu haliyle işlevini yitirdiğini öne sürdü.

Böylece İslam Konferansı anlamını yitirmiş oldu. Müslüman kuruluşlar, özellikle İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich’in güvenlik konusunu öne çıkarmasını, İslâm Konferansı’nın güvenlik konferansına dönüştürülmeye çalıştığını, bakanlığın gündemi önceden tek taraflı olarak belirlemesini, konferansa özellikle İslam karşıtı kişilerin davet edilmesini, konferansın anlamını yitirmesine neden olan sebepler arasında gösteriyorlar.

Velhasıl, İçişleri Bakanlarının, başörtülü bayanlarla tebessüm ederek fotoğraf çektirmeleri İslâm Konferansı’nın devam etmesine yetmedi.

Ben 30.03.2011 yılında ha-ber.com da “İslâm Konferansı’nın ardından” başlığını taşıyan bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıyı iki bölümde yayımlamış ha-ber.com
Arzu edenler yazının tamamını ha-ber.com yazı arşivinde bulabilirler. O yazıdan kısa bir bölümünü alıntı yaparak değerlendirmelerinize sunuyorum:

YETKİLİ MAKAMLAR TARAFSIZ OLMALI VE ALMANYA’DA KURULMUŞ OLAN İSLÂMÎ ÖRGÜTLER DE YENİDEN YAPILANMALIDIR

“Bir İslam Konferansı daha düzenlendi. İslâm Konferansları’nın İçişleri Bakanlarının başkanlığında toplanması bu toplantılara gölge düşürüyor. İçişleri bakanlıkları güvenlikten sorumlu bakanlıklardır. İslam Konferansı’nın güvenlikle alakasının olmaması gerekir. Bu şekildeki organizasyonlar uzlaşmacı değil, kavgacı bir ortamın oluşmasına vesile olabilir.
Müslümanların düşüncelerinde terörist muamelesi yapılıyormuş gibi bir izlenimin uyanması, Müslümanları yaralar. Güven ortamı oluşmaz. İçişleri bakanlarının elinde sopa vardır. Gül yoktur, güvercin yoktur, zeytin dalı yoktur. Bu toplantıların Eğitim bakanlığının başkanlığında toplanması güven ortamının oluşması açısından daha faydalı olacaktır.
Müslümanların konumu güvenlik açısından değil de din eğitimi açısından ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bu toplantılarda Müslümanlar kendilerini potansiyel suçlu değil de, Cumhurbaşkanımız Wullf’un ve Berlin’e Hükümet Eden Belediye BaşkanımızBaşbakanımız Wowereit’ın da dediği gibi Almanya’nın bir gerçeği olarak görmeye başlarlarsa ve sorunların çözümünde kendilerine görev düştüğüne inanırlarsa, gerçekten sorunlar birer birer çözülecektir.

Samimiyet ve güven esastır

Ayrıca toplantıya çağrılanların da din ile dini cemaatlerle alakalı olmayışı İslâmî kuruluşların mensuplarını derinden yaralamaktadır. Toplantıya davet edilen bazı çatı kuruluşlarının üyeleri arasında bir cami yoktur, din hizmeti veren bir dernek yoktur. Dahası, İslam dini ile fazla alâkası olmayan, Kur’an’ı istifade edilmesi gereken bir kitap olarak görmeyen kişilerin de bu toplantılarda taraf olarak bulunması aynı şekilde İslâmî hizmet veren kuruluşları yaralamaktadır.

Adına İslâm Konferansı denilen bu toplantılara İslâmî duyarlılığı fazla olmayan insanları davet ederek, mütedeyyin Müslümanların yaşamlarını düzenleyici kararlar almak çözüme yönelik adımların atılmaması anlamına gelmektedir.

İslam bir dinin adıdır. Bu din vahye dayalı olan son dindir. Bundan sonra peygamber de gelmeyecektir, din de. Müslümanların inandıkları Kitap’ta böyle yazar. Müslümanlar da böyle inanır. Sorun varsa eğer, bu sorun nerededir, dinde mi, O dinin mensuplarında mı, yoksa sorun bu Kitap’ta mıdır?
İslâmî bilgisi ve duyarlılığı olmayan insanları İslâm dini konusunda danışman olarak İslâm Konferansı adı altında yapılan toplantılara davet etmek, mesleği kaportacılık olan insanları inşaat konusunda danışman olarak kabul etmeye benzer. Onların verdiği bilgilerle yapılan binalar yarın birer birer çökmeye başlarsa bu çöküşten herkes zarar görecektir.

Müslüman terör yapmaz

Müslümanlar 50 yıldan beri Almanya’da yaşamaktadır. Almanya’nın en küçük yerleşim birimlerinden tutun da büyük şehirlerine varıncaya kadar Müslümanlar Alman toplumuyla iç içe yaşamaktadır. Bu güne kadar kaç tane Müslüman sadece inancından dolayı terör eyleminde bulunmuştur, kaç tane Müslüman kutsalı adına savaş çığırtkanlığı yapmıştır?
Kaç tane Müslüman Hristiyanları rencide edici, aşağılayıcı tavırlar içine girerek cephe oluşturmuştur?
Müslümanları eleştirirken biraz insaflı olmak lazım. Bazı fevri davranışları, gelenekle ilgili, örfle ilgili, töre ile ilgili bazı meseleleri bahane ederek Müslümanların potansiyel birer suçlu gibi topluma takdim edilmeleri doğru değildir, yanlıştır, yaralayıcıdır, rencide edicidir.

Müslümanlara gelince

Müslümanlar da elbette kendi davranışlarını gözden geçirmelidirler. Dinleriyle barışık olmalıdırlar. Adlarının Müslüman adı olması, toplumda Müslüman olarak bilinmeleri yetmiyor demek ki. “Ben de Müslümanım sen benim kalbime bak, benim dedem ve babam da Müslüman, hacı “v.s gibi kelimelerin arkasına sığınarak gerçek Müslüman olunmuyormuş demek ki. Müslümanlığı yaşamak gerekiyormuş demek ki… Kur’an’ın sesine kulak vermek gerekiyormuş demek ki…
İslâm, Kur’an çerçevesinin dışına çıkılarak yaşanmıyor demek ki… İslâm sosuyla hazırlanan mönülerden gerçek İslâm’ın tadı alınmıyor demek ki…

İslâm Konseyi

Daha dikkatli davranmak gereklidir. Değişik isimler altında oluşturulan kurumlar, güven ortamının oluşması açısından Alman Devleti’nin ilgili kurumlarını rahatsız ediyor olabilir. Bu durumda Almanya’da “İslam Konseyi” adıyla bir kurul oluşturmak gerekir. Adı ne olursa olsun, hangi meşrebe dâhil olursa olsun ‘Ben Müslümanım.’ diyen herkes konsey şemsiyesi altında toplanmalıdır. Resmi makamlar da böylece muhatap olarak bu konseyi tanıyacak onlarla meselelerini konuşacaktır. Müslümanların birlikte hareket etmeleri güven ortamının oluşması açısından faydalı olacaktır. Bu konsey sorunların çözümünde devletin ilgili kurumlarına yardımcı olunması açısından önemli bir yapılanma olacaktır.”

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.