İSLAM DÜŞÜNCE TARİHİ

ABONE OL
18:49 - 01/10/2020 18:49
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türk Eğitim Derneği’nin bu yıl 4.sünü düzenlediği eğitim kampında Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’le beraberdik. İslâm’ın Mekke döneminden Medine dönemine, oradan Şam’a, Anadoluya, Endülüs’e, Asya’ya oradan da günümüze kadar olan serüveninde insanlığın kazanımlarını örneklerle çok güzel bir şekilde katılımcılara anlattı. Haramlar, helaller, ibadetler, ölüm, kabir, cennet ve cehennem de anlatılan konular arasındaydı. Neler söyledi Şaban Ali Düzgün özet olarak okuyalım:

„İslâm’ı doğru yaşamak için doğru anlamak lazımdır. Kur’an elimizdedir. İlim sahipleri doğru çevirilerle Kur’an’ın doğru anlaşılmasını sağlayacaktır. Ben bu kadar fazla Kur’an çevirisinin olmaması gerektiğini savunuyorum. Eline kalemi alan Kur’an meali yazıyor. Bazı kavramlar yanlış anlamlandırılıyor. Neredeyse her cemaat için bir meal yazılıyor. Bazı uydurma hadislerle de yanlış anlamlandırılan Kur’an ayetleri desteklenebiliyor. Bu durumda anlaşılması zor bir din ortaya çıkıyor.

Allah kimin için hayır dilerse onu dinde fakih kılar.” Böyle bir hadis vardır. Fakih hukuk adamı demektir. Siz çalışmanızla değil de Allah’ın dilemesiyle fakih olacaksınız, bu durumda verdiğiniz kararlar da tabiatıyla Allah’ın istediği uygun gördüğü (!) kararlar olacaktır. Yani sistemin uygun gördüğü dokunulmazlığı olan kararlar. Böyle bir hadis uydurma bir hadistir.

Allah’ın övdüğü insanlar ilim adamlarıdır, Kur’an onlara Râsihûn der: İlimde derinleşenler. Büyük ve özlü bir kavrayış yeteneğine sahip olanlar. İnce sezi ve derinlik sahibi yüksek düzeyde bilginler, derin anlayış sahipleri demektir.

Ağaç herkes için aynı değildir. Kimisi ağacı gölge yapan bir nesne olarak görür, kimisi ağaçtan nasıl bir kereste olacağını düşünür, kimisi için ağaç şöminede yakılacak bir odundur, kimisi de onun oksiyen kaynağı olduğunu düşünür… Ayetleri yorumlamak da aynen böyledir. Ağacın oksijen kaynağı olduğunu, ekolojik dengenin sağlanmasındaki rolünü düşünmek derinlik isteyen bir anlayışı gerektirir. Bu anlayışın sahipleridir Allah tarafından övülenler.

Hz. Nuh’un oğlu Nuh’un akrabası değildir. Akrabalık sadece sıhri bağ değildir. Akraba insanın kendine yakın hissettiğidir. Gönül birlikteliğidir. “Kurb” o demektir. Bu yakınlığı bilen kişi Seyyit falan takmaz. O ona yakın değildir.

“Sorun birine cihad nedir diye, savaş diyecektir. Ama öyle değil. Kuran-ı Kerim’de hem cihaddan bahsediliyor hem de savaştan. “Kıtal” diyor savaş için, “katil” de buradan geliyor. Nedir o zaman cihad?

Maturidi tanımlıyor:
Savaş başlayana kadar savaşın meydana gelmemesi için yapılan bütün faaliyetler cihaddır. Entelektüel faaliyetler, diplomasi, konuşmak, fikir üretmek, hakikat peşinde koşmak, savaşa giden yolu tıkamak, bunların hepsinin adı cihaddır. Kuran-i Kerim’e göre cihad bittikten sonra zorunlu olarak savaş olur, o da çirkin bir şeydir. “Savaş size zorunlu hale geldi çünkü size saldırılmaktadır. Ama o bir çirkin şeydir.” Maturidi diyor ki, “Çirkin bir şey devletin kendini savunma aygıtı olabilir ama dinin yayılma aygıtı olamaz.” Gördüğünüz gibi mesele enstruman olarak kullanılan unsurlara kadar geliyor…

Mele’
Mele kavramını molla, ilim tahsil eden kişi, talebe olarak da kullanılır. Kur’an Mele’ kavramını toplumu sülük gibi emen, obur, ihtikârı seven tipler olarak takdim eder. Bu açıdan bakarsak, Güneydoğu’daki mele’ler İslâm’ın mele’leri değildir. Namus cinayetlerine bile mani olmuyorlar. Seyyitler günah işlemez anlayışı var onlarda. Allah’tan mı daha çok korkarsın, seyitten mi? dediğinizde düşünmeye başlarlar. Cevabı zor olan bir sorudur bu onlar için.

Mesela İshak Paşa sarayı vardır:
Muazzam bir yapıdır. Şaheserdir. Musluğunun birinden su öbüründen süt akarmış. Haramla cebi şişmiş olanlar/Mele’ler yaptırmış bu sarayı. Sülüklerdir onlar…
Bire aldığını on’a satan adam ekonomik fahişedir, verdiği sözü yerine getirmeyenler siyasi fahişelerdir.

İnsan onuru çok önemlidir, kim insan onurunu zedeleyici bir davranış içine girerse, insan onuruyla uğraşırsa Allah onu rezil eder, onu ele verir, peygamber de olsa rezil eder. Abese suresi insan onurunu hiçe sayan bir tavır karşısında nazil olmuştur ve peygamberi ele vermiştir. Ekonomik fahişeleri onurlu insanlara tercih etmenin örneği verilir burada.

Ben zaman zaman İslam ve şiddet üzerine NATO’da seminerler veriyorum, bu seminerler esnasında elime bir test geçti. Sorulardan birkaç örnek vereyim:

“Gerdek gecesi bakire çıkmayan kız öldürülür. Bu aşağıdaki hangi kitapta yazar.”

a-İncil
b-Tevrat
c-Kur’an
d-Hiçbiri

Cevap enteresan. İstisnasız herkes Kur’an cevabını veriyor. Oysa bu hüküm Tevrat’ın hükmüdür.

Bir başka örnek:

Dinde zorlama yoktur. Bu hüküm hangi kitabın hükmüdür?
a-İncil
b-Tevrat
c-Kur’an
d-Hiçbiri

Cevap yine enteresan. İstisnasız herkes İncil cevabını veriyor. Oysa bu hüküm Kur’an‘ın hükmüdür. İslâm karşıtlarının yaptığı propaganda tutmuş demektir. Müslümanlar mele’leştikçe ve mele’lere destek verdikçe İslâm’ın doğru anlaşılması mümkün olmayacaktır.

Düşman İslâm’dır
Şu anda İslâm ülkelerinde devam eden savaş, İslâm’la yapılan bir savaştır, Müslümanlarla değil. Müslümanlar çok kolay manipüle ediliyorlar. „Allah sizi Müslüman olarak isimlendirdi” ayeti Müslümanlara yetmiyorsa ki yetmiyor, bu durumda, İslâm ülkelerinde olanlara hayret edilmemelidir. “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz?” (Ali İmran 144)

Müslümanlar bugün paramparça, hepsi kendisini başka türlü isimlendirmiş. Bu topuklar üzerine geriye dönüş değil de nedir? Müslümanlar tarihten de mi ibret almazlar: Endülüs’te 780 sene kaldılar, bölündüler parçalandılar ve yok oldular, Selçuklular bölündüler parçalandılar ve yok oldular, Osmanlılar bölündüler parçalandılar ve yok oldular.

Peygamberler model insanlardır:
Peygamberin modelliği, sakal mıdır, sarık mıdır, öncelik nedir? Modellik/şahitlik sarıkla, sakalla olsaydı çok şahit bulabilirdik. „Bizi aldatan bizden değildir.” hadisi vardır. Huntington, „ Bundan sonra Batı’nın savaşı İslâm’ladır, ikinci noktada Müslümanlar kendi aralarında savaşacaklardır.” diyor.

Şiddet ve İslâm
İslâm şiddete karşıdır, şiddet yasaktır İslâm’da. İslâm intihar komandolarına sıcak bakmaz. Dinen cevaz da verilemez intihar komandolarına. Ancak bazı Müslümanların canlı bomba olduğunu görüyoruz. Yanlış yapıyorlar, Kur’an’a rağmen yanlış yapıyorlar. Bu durumda şöyle bir soruyu sormadan da geçemiyoruz: Bu adamın canını bu kadar ne yaktı ki, intihar ediyor, canından vazgeçebiliyor? Onun peygamberinin karikatürünü yapıp başının üstüne el bombasını koyanlar var, kutsalına hakaret edenler var, ırzına geçen, çoluk çocuk demeden kurşuna dizenler var ki, o canından vazgeçebiliyor.

Antisemitizm yasaktır, ama kutsala hakaret serbesttir, böyle olmaz. Bu çifte standart olur. Kültürel şiddeti tetiklememek gerekir. Müslümanların dinleriyle, kılık kıyafetleriyle dalga geçmek, onları küçümsemek kültürel şiddet demektir. Bu yanlıştır bir uygulamadır.

Öte yandan canlı bomba aracılığıyla cihad ettiklerini sananlar da yanlış yapıyorlar. Peygamberin yolunda yürümek isteyenler onun sünnetinin içinde bu şekilde bir uygulama bulamazlar. Kur’an’ın buyrukları içinde de bulamazlar. Bu yol yanlış bir yoldur. Peygamberimiz diplomasiyi esas alır uygulamalrında, Çünkü Allah’ın buyrukları bu yöndedir. Mekkî ayetlerde cihattan bahsedilir. Bu cihad bazılarının anladığı anlamda bir cihad değildir.

Peygamber Mekke’de yalnızdır. Sokağa bile çıkacak gücü yoktur, çarşıda pazarda açıktan tebliğ bile yapamaz haldedir. Kiminle cihad edecektir, kaç kişi ile cihada çıkacaktır, hangi silahla, hangi parayla, hangi askarle cihad’a çıkacaktır? Bunu iyi düşünmek lazım, İslâmî doğru anlamak lazım. Yanlış anlayışlar yanlış sonuçlar doğurur. Cihad kavramı maalesef yanlış anlamlandırılmıştır. Oysa cihad savaş değil, savaşı önlemeye yönelik faaliyetlerin adıdır. Kur’an’da Cihad teşvik edilir, kıtal ise emredilir. Cihad kıtal olsaydı hiç teşvik edilir miydi?

Allah’ın istediği savaş değil barıştır: “Ey iman edenler, hep birlikte barışın peşinden koşun. Şeytanın adımları ardına düşmeyin. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Bakara 208)

Kerihe
“Size savaş zorunlu hale geldi, ancak o çirkin bir şeydir.”Dinimi imanımı kurtarayım diye savaş ilan edilemez. Din ulvi bir şeydir. Ulvi bir şey çirkin bir şeyle ilan edilemez.

O gün iki büyük İmparatorluk vardı. Sasânî İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu. Bunlar sömürge imparatorluklarıdır. Henry Pirenne diyor ki: Muhammed’in orduları nasıl oldu da hızlı bir şekilde yayıldılar bu kadar kısa zamanda.” Cevabını da kendisi veriyor:
“Halk mazlumdu, İber Yarımadası’nı Bizanslılar ele geçirmek için 200 sene uğraştılar, Tarık b. Ziyad ise Endülüs’ü 3 yılda ele geçirdi. Nasıl oldu bu iş: Çünkü imparatorlukların ağır vergi yükü altında inliyordu halk.”
Devam ediyor Pirenne, “Avrupalılar çamur içinde yürürken, Endülüs sokaklarına taşlar döşeniyordu. Müslümanlar Pireneler’deki savaşı kazansalardı, bütün Avrupa kurtulacaktı.”

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.