İSLAM DÜŞÜNCE TARİHİ II

ABONE OL
18:48 - 01/10/2020 18:48
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

“Onlardan önce yurda konmuş ve imana sarılmış olanlar, kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, ötekileri kendi nefslerine tercih ederler. Nefsini cimriliğinden/doymazlığından korunanlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Haşr 59)

Müslümanların anlayış birliğine varamadıkları konulardan biri de çok eşliliktir. Bir erkek dört eşli olabilir, dörde kadar ifadesi kesinlik ifade eden bir hükümdür sanki onlara göre. Prof. Dr. Şaban Düzgün böyle düşünmüyor. O birden fazla eşi olanların, tek evlilik yasağını deldikleri için günaha girdiklerini söylüyor. Diğer konularda da ufuk açıcı değişik düşünceleri var Düzgün’ün, okuyalım:

Min ba’di
“İçki içen bir Müslümana bakışımla domuz eti yiyen bir Müslümana bakışım farklıdır benim. Allah domuz etini haram kıldığı halde ben illa da yiyeceğim dersen orada bir domuzluk var demektir. İçki- de mutlak haramlık söz konusu değildir, tedricilik vardır. Ribada da tedricilik vardır. Çok eşlilikte de tedricilik vardır. Araplarda gelenek olan çok eşlilik tedricen yasaklanmış ve bire indirilmiştir: “Bundan sonra sana artık başka kadınlar helal olmaz. Bunları, başka eşlerle değiştirmek de -onların güzellikleri hoşuna gitse bile helal olmaz. Elinin sahip olabilecekleri müstesna. Allah her şey üzerinde bir Rakîb’dir, her şeyi gözetlemektedir. (Ahzab 52)

Ayetin söylediği şudur: Bundan sonrası için birden fazla eşlilik yoktur. Birden fazla eşle evli olanlar günaha girerler, dolayısıyla haram işlerler, zina yapıyorlar diyemiyorum. Birden fazla eşle evli olanlar, tek eşlilik yasağını deliyorlar. Tek evlilik ilkedir, o ilkeyi deliyorlar, sonuçta bu bir sosyal meseledir, itikadi mesele değildir.
Devletler bu ve benzeri konularda idari kararlar alabilirler. Geçmişte tartışılmış bu gibi konular ve şöyle bir karara varılmış: “Devlet, dinin kesin olarak yasaklamadığı, ruhsat veriyor gibi göründüğü konularda yasaklama getirilebilir mi”? Cevaben, “Evet devlet yasaklama getirebilir” demişler.”(Ahmet Cevdet Paşa/ Mecelle)

Mezhepler
Kur’an’ın fitne dediği iç savaşlar döneminde çıkmıştır mezhepler. Politik konulara dini çözümler üretmeye çalışmışlar ve sistemik hatalar vermiş bu uygulama. Mesela; Peygamberimiz’in vefatından sonra devleti kimin yöneteceği konusunda ihtilafa düşülmüştür. Devlet yönetimini bırakmak istemeyen Kureyş’liler, Medine’lileri(Ensar) yönetime talip oldukları halde kabul etmemişlerdir. O Medine’liler ki, Hicret sonrasında onlara kucak açmışlar, ekmeklerini onlarla bölüşmüşler, onları evlerinde misafir etmişlerdir.
Mekkeliler, Medine’lileri yönetime almamak için, halifelik konusunda hadis uydurma yoluna gitmişlerdir: “Benden sonra yönetim Kureyş’tedir.” Böyle bir hadis Peygamber’e ait olamaz. Peygamber böyle bir hadis söylememiştir.
Hz. Peygamber’in Abbasiler’den oluşu Emeviler’in de kredisini azaltmıştır aslında. Hz.Ebu Bekir Kureyş’lidir, Hz. Ömer Kureyşli’dir, Hz. Ali Kureyşli’dir. Hz. Osman Emevi’dir. Hz. Muhammed vefat edince depreşen kabilecilik anlayışı yüzünden, derhal halife seçimi gündeme gelmiş ve Hz. Peygamber’in cenazesi 3 gün o sıcakta defnedilememiştir.
Halife seçiminde yapılan bu ve benzeri hatalı davranışlar sebebiyle bugün kurumlaşan mezheplerin temeli atılmıştır. Halife seçimlerindeki hatalara kısaca bir göz atalım:

Hz. Ebû Bekir’in halifeliği
Hz. Ebû Bekir ilk halifedir. Ancak Ebû Bekir’in halifeliğine Müslümanların hepsi onay vermemiştir. Mesela, Hz. Ali altı ay Hz. Ebû Bekir’in halifeliğini onaylamamıştır. Ensar da bu seçime o kadar sıcak bakmamışlardır. Etraftaki kabileler de mesafelidirler halifeye. Bu kabileler ‘Halife meşru değildir.’ diyerek, zekat konusunda tavır almışlardır. Zekatlarını kendi aralarında toplayıp kendi fakirlerine vermek isterler. Hz. Ebû Bekir bu kabilelere savaş açar. Ordu gönderir, Hz. Ebu Bekir’in ordu göndermesi doğrudur, ancak gerekçesi yanlıştır. Ebû Bekir “İrtidat” ettiler diye ordu göndermiştir.

Hz.Ömer’in halifeliği
Hz. Ömer’in halifeliği şaibelidir. Hz. Ebû Bekir ölüm döşeğinde iken devlet sekreteri olan Hz. Osman’a vasiyetini yazdırmıştır. Kendisinden sonra kimin halife olacağı konusunda vasiyetini yazdırırken bayılmış ve Hz. Osman, Hz. Ömer’in ismini kendi iradesiyle vasiyete yazıvermiştir. Ayıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir’e onaylattığı da söylenir. Ancak işe şaibe karışmıştır.

Hz. Osman’ın halifeliği
Hz. Osman’ı, Hz. Ömer tarafından oluşturulan bir komisyon seçmiştir. Ancak bu komisyon problemlidir, şaibelidir, dolayısıyla Hz. Osman’ın halifeliği de şaibelidir. Komisyon 7 kişiden oluşur, aralarından birini halife seçeceklerdir. Yedinci kişi Medine dışındadır. Onun yerine Hz. Ömer’in oğlu vekalet etmek için atanır. Ancak kendisi, halife olarak seçilemeyecektir. Şayet seçimde ekseriyet temin edilirse, bu durumda Abdullah b. Ömer, ekseriyete uyacak ve şahsi görüş serdetmeyecektir. Şayet her iki tarafta, eşit olarak üçer kişi olursa Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Avf hangi tarafta ise, reyini o tarafa kullanacaktır.

Bu komisyon, Ali b. Ebî Talib, Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkas, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah’tan oluşan altı kişilik bir kuruldur. Bu üyelerin hepsi Kureyş kabilesindendir.

İhanetler başladı
Hz. Osman, halife olur olmaz hemen Mervan b. Hakemi Medine’ye çağırdı. Sahabelerin tümünün karşı çıkmasına rağmen çağırdı. Mervan b. Hakem basın suçu işlediği için Peygamber’imiz tarafından kalemi kırılan kişidir. O vahiy katibiydi, “Muhammed’e vahiy filan geldiği yok o söylüyor biz yazıyoruz” diye bildiri dağıtmıştır. Şefaat için araya girenler olmuş ve suçu sürgüne çevrilmiştir. Ancak ölünceye kadar Medine’ye girişi yasaklanmıştır.
Mervan b. Hakem aşağılık bir adamdı. İşte Hz. Osman bu aşağılık adamı akrabası olduğu için Peygamber yasağına rağmen çağırdı Medine’ye. Ve kendisine yönetimde görev verdi, devlete vezir yaptı.

Hz. Osman halife oldu ama, hiçbir zaman halifelik yapamadı. Yaşı da müsait değildi halifelik yapmaya. Halife(!) Mervan’dı. Devleti o yönetiyordu. Onun yanlış yönetiminin neticesinde Hz. Osman şehit edildi, cenazesine 6 kişi katıldı ve Müslüman mezarlığına defnedilemedi.

Hz. Ali’nin halifeliği
Hz. Osman’ın şehit edilişinin hemen ardından, Muhacirler’den ve Ensar’dan oluşan bir grup insan toplanarak Hz. Ali’nin yanına geldi. Bu topluluğun arasında Talha ve Zübeyr’in de bulunduğu belirtilmektedir. Bu kişiler Hz. Ali’ye, insanların bir imama ihtiyacı olduğunu ve en kısa zamanda halifenin seçilmesi gerektiğini belirttiler. Hz. Ali ise kendisinin halife seçimi ile ilgili olarak bir iddiasının bulunmadığını, ayrıca bu konuda her hangi bir müdahalede bulunmayacağını, kimi seçerlerse onu kabul edeceğini söyledi. Onlar Hz. Ali’yi halife seçmekte kararlı görünmekteydiler. Bu dönem içinde o, Medine’de en saygı duyulan kişiydi.
Hz. Ali daha fazla itiraz etmedi, fakat kendisine yapılacak bey’atlerin özellikle halka açık bir ortamda gerçekleşmesini istedi. Mescitte gerçekleşen bu bey’at merasimi ile h. 35 yılı, 18 Zilhicce Cumartesi günü Hz. Ali dördüncü halife olarak görevine başlamış oldu.
Daha sonra anlaşıldığına göre, isyancılar Medinelileri, eğer kısa zamanda bir halife seçmezlerse Ali’yi, Talha’yı ve Zübeyr’i öldürürüz diye tehdit etmişler. Bu tehditten dolayı korkuya kapılan Medine halkı Hz. Ali’ye bey’at kararı vermişler ve kendisinin halife olmayı istememesine rağmen onu buna zorlamışlar. Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam ise ölüm tehdidiyle ve kılıç zoruyla bey’at etmişler.

İlk halifeden beri devam eden ayrışma, ihtilaf, görüldüğü gibi Hz.Ali döneminde zirveye çıkıyor. Daha sonra kendilerine Hariciler adı verilen bir grup öne çıkıyor ve “Bu toplumu kim muttaki ise o yönetecektir” diyorlar. Oysa bunlar Hz. Ali’nin askerleriydiler.
Kısaca yaptığım bu açıklamalar ve benzeri durumlar mezheplerin doğuşuna sebep olan siyasi dalgalanmalardan bazılarıdır.

Hz. Ali dünyanın en iyi insanıdır ancak en kötü yöneticisidir, halife olur olmaz ilk yaptığı iş Muaviye’yi görevden almak olmuştur. Bu hukuken doğru bile olsa, siyaseten hatalı bir davranıştır. Bu davranışın hatalı olduğunu Medine’nin ileri gelenleri de söylediler Hz. Ali’ye. Hz. Ali Kimseyi dinlemedi ve kararını uygulamaya koydu. Sonucu ortada.
Çocukları da öyledir O’nun. Hz. Hüseyin’in Kûfe’de ne işi vardı? Orada bir halife varken halife olacağım diye oraya gitmek kavgayı göze almak demektir. Babasının ve abisinin başına gelenler Kûfe halkının vefasızlığını gösteriyordu. Mekke’nin ileri gelenleri verdiği kararın yanlışlığını defalarca söylemişlerdi Hz.Hüseyin’e. Ama o aldırmadı, Kûfelilere Mekkelilerden daha çok güvendi. Sonuç yine ortada.
Hz. Hasan kısa halifeliği esnasında olabilecekleri görmüş ve halifeliği Muaviye’ye terketmiştir, buna rağmen zehirlenmekten kurtulamamıştır.

İşte mezheplerin oluşmasına temel teşkil eden asıl sebepler bu ayrışmalardır. Daha sonraları bu yara patlamış, bütün İslâm alemini cenderesine almıştır.

Tasavvuf
Tasavvuf harekatı, Müslümanları uyutma, uyuşturma harekatıdır. Başlangıçta insanlar arasında barışı sağlama amacına yönelik olarak yapılan savaşlar, sonraları kazanç kaynağı olarak görülmeye başlandı. Dolayısıyla askerlik meslek haline geldi, ganimet toplamak için askere gidilir oldu ve askerler çok zenginleşti. Bundan dolayı Hz. Ömer askere ganimeti yasakladı. Zengin olan askerlerin gayrimeşru yaşantılarını gizlemek, müslümanlıklarını ön plana çıkarmak için, tasavvuf hareketleri başladı. İlk önce garnizon kentlerde, zengin kentlerde ortaya çıktı. Amaç İslâm’ı güzel yaşamak değil, zevahiri kurtarmaktı.

Kader anlayışı
Emevîler yaptıkları yanlışların, katliamların üstünü örtmek için kendilerine göre bir kader anlayışı geliştirdiler. Her şey Allah’tandır, onların yaptıklarını da Allah yaptırmaktadır. Bu anlayışı yaygınlaştırdılar, öyle ki imanın 6. Şartı olarak kadere inanmayı ilave ettiler. Böyle bir anlayışa karşı çıkan alimleri de katletmeyi görev saydılar, çünkü onların katli de kaderleriydi. Bu konuda onlara Allah görev vermişti. Hasan El-Basri kader risalesini böyle bir ortamda yazmıştır.

Harici mantığı
Hz. Ali ve Muaviye’nin birlikte halifeliklerini ilan etmeleri yönetimde iki başlılık yarattı. Devlet işleyişinde aksamalar oldu. Bu aksamaların düzeltilmesi kolay değildir aslında. Ancak Hariciler düz mantıkla hareket ederek müttaki olmayanlar kâfirdir demişler ve işin içinden çıkmışlardır. Mürcie hükmü ertelemiş, Hanefi Elmenzile-Beynelmenzileteyn demiştir. Harici mantığı düz mantık olduğu için mantığında acıma yoktur, hoşgörü yoktur, ümit yoktur. Dikkat etmek lazımdır. Ayetlerin maksadına hiç bakmamışlardır: „Onlardan sonra gelenler de şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi affet; kalplerimizde, inananlara karşı bir düşmanlık bırakma! Rabbimiz, sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr 10)
Maturidi bu ayete göre “Onları bağışla diyor. Onlar içtihat etmişlerdir ve hata etmişlerdir. İçtihatta hata da olur. Bu olay Alevi’sine de Sünni’sine de hitap eder biz önümüze bakalım, geçmişe takılıp kalmayalım” der Maturidi.
Bizden önce gelip geçen olaylara sünger çekip geçmek lazımdır. Maturidi’ye göre Alevi çocuk da masumdur, Sünni çocuk da masumdur, çocuklar geçmişinden sorumlu değildirler. Kendi yaptıklarından sorumludurlar. Kur’an ‘Geleceğe bakın.’ diyor. Ben geleceğe bakıyorum, benim tarihim de geleceğe dönüktür, ümit tarihidir.

Ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır demek doğru değildir. Yarın bugünden daha hayırlı olacaktır, denilmesi gerekir. Din ümittir. Müslümanın tarihi yarınıdır. Allah insana tarihe anlam katma imkânı veriyor. İnsanı depresyondan kurtarmanın yegâne yolu insanı aktör kılmaktır. Onu seyirci olmaktan kurtarmak gerekir. “Öteki dünya senin için (hayatının) bu ilk bölümünden mutlaka daha iyi olacak!” (Duha 4) buyuruyor Allah. Bu ümit vermektir. Güzele, iyiye yönlendirmektir, insanları motive etmek gerekir.
Canlı bombalar harici mantığı ile hareket ederler. Böyle bir mantıkla medeniyetler inşa edemezsiniz, adalet dağıtamazsınız.

İslâm iyi insan projesidir
Suriye’deki kavganın adı Alevi Sünni kavgasıdır. Oyuna gelmemek lazım. Oysa İslâm iyi insan projesidir. Kavgayı yasaklar. Bizdeki ahlak görev ahlakı değil fazilet ahlakıdır. Fazilet ahlakına göre sana yapılana aynıyla mukabele etmen gerekir. Kur’an sana yapılana aynıyla mukabele etmek senin hakkındır der, ancak affetmenin daha hayırlı olacağını söyler. Biz daha hayırlı olanı seçmeliyiz. “Cennete giren insanların içinden garazı kini çekin alın diyor Allah. Böylece affetmeyi ön plana çıkarıyor. İşte fazilet ahlakı budur. Hakkın olandan vazgeçebilmek, intikam peşinde koşmamak.
Hasret, kaçırılan zamanın geriye getirilemeyeceğiyle ilgilidir. Allah bela gününde insanlara bir fırsat vermiştir. Bunu iyi değerlendirmek lazımdır. Öldükten sonra tekrar geriye dönüş olmayacaktır. Bu durumda güzel olanın, iyi olanın, faziletli olanın peşinden koşmak lazımdır, ahirette onların hasretini çekmemek için böyle yapmak lazımdır.

Dinler göç ettikleri topraklarda medeniyetler kurarlar
Dinler göç ettikleri topraklarda medeniyetler kurarlar. İslâm düşüncesini yaratan alimlerin %95’i Arap değildir. İranlı’dır, Türk’tür, Afrikalı’dır, Asyalı’dır. İslâm medeniyeti, Şam’da, Asya’da, Endülüs’te, Mısır’da kurulmuştur. Mekke’de, Medine’de kurulmamıştır. Allah bir değeri tedavüle çıkarıyor ve beğenen alıp gidiyor. Kıymetini bilenler o değerleri koruyor, bilmeyenler Irak’ta, Suriye’de olduğu gibi tarumar ediyor veya edilmesine sebep oluyor.

Haram kılan istisna yapabilir
Peygamber’in haram kılma yetkisi yoktur. Bu yetki Allah’ın tekelindedir. Peygamber’in yasaklama yetkisi vardır. İkisini birbirine karıştırmamak lazımdır. Haram kılmak dini bir karardır. Bu karar Allah’a aittir. Yasaklamak ise idari bir karardır. Haram kılan istisna yapabilir, yasaklayan istisna yapamaz.”

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.