İŞ AHLAKI VE İŞVERENLERİN AYRICALIKLARI (III)

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

-Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma!

Bakara Suresi 262. ayet
Müddessir Suresi 6. ayet
”Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükafatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir. ”

*Onlar için ne haketikleri mükâfatı kaybetme korkusu vardır, ne de onların harcadıkları şeyler için üzülecekleri bir zaman gelecektir.
*Metinde “Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma” diye geçen cümleyi şu şekilde anlamlandırabiliriz:
– Birinci anlamı şudur: İhsanda bulun, bağış yap, cömert ol, iyi muamelede bulun. Bunların hepsini sadece ve sadece Allah rızası için yap. Bir kazanç elde etmek için iyilikte bulunmaktan kaçın.
– İkinci anlamı şudur: İnsanlara ihsanda bulunuyoruz diyerek bir gösterişe kapılma ve bundan kişisel bir çıkar bekleme.
– Üçüncü anlamı da şu olabilir: Yaptığın hizmet, yardım çok büyük olabilir. Ama sakın ben çok büyük bir iş yapıyorum gibi düşüncelere kapılma.

-Malını gösteriş için harcama

Bakara Suresi 264. ayet
‘’Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kafirleri doğru yola iletmez.”

*Onun diğer insanlara göstermek için harcaması, onun mükâfat istediği ilâhın, Allah değil, insanlar olduğunu göstermektedir. Bu misalde yağmur, cömertlik ve harcamaktır, yani infaktır. Yağmurun düştüğü sert ve çıplak kaya ise bu harcamada güdülen kötü niyettir. İnce toprak tabaka ise kötü niyeti saklayan ve harcamayı iyi gösteren sözde fazilettir. Her ne kadar yağmur yağarak bitkileri büyütüyorsa da, eğer üzerinde ince bir toprak tabakası olan bir kayaya düşerse, üstündeki toprağı akıtıp kayayı çırılçıplak bırakarak, gerçekte, o kayaya zararlı olur.

*Aynı şekilde cömertlik ve eliaçıklık, fazileti geliştiren bir güç olmasına rağmen iyi niyetle yapılmadığı zaman fazileti geliştirmez. Bu şartlar olmaksızın infak edilen servet, aynen, üzeri ince bir toprak tabakası ile kaplı çıplak kayaya düşen yağmur gibi boşa gitmiş olur.

*Burada kâfir kavramı “nankör, şükretmeyen” anlamında kullanılmıştır. Allah tarafından verilen serveti; O’nun yolunda ve O’nun hoşnutluğunu kazanmak için harcamayan, insanların takdirini kazanmak için harcayan kimse nankördür, zavallıdır. Çünkü o insan Allah’ın nimet ve lütfunu unutmaktadır. Bu husus bir malı Allah yolunda harcayan, fakat aynı zamanda verdiği kişiye kötülük yapan kimse için de geçerlidir. Böyle bir kimse O’nun rızasını istemedikçe, Allah da ona kendi rızasına götüren yolu göstermez.

Bakara Suresi 261. ayet
”Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah’ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir. ”

*Burada müminler, inandıkları büyük ve soylu amaç uğruna canlarını ve mallarını feda etmeye teşvik edilmişlerdir.

*Muhakkak ki ekonomik görüşleri tamamen değişmedikçe insanlar ahlâkî bir sebeple mâlî fedakârlıklarda bulunamazlar. Servet biriktirmek için yaşayan ve ölen, her şeyi kâr ve zarara göre değerlendiren materyalistlerden, yüce bir amaç uğruna bir şeyler harcamaları beklenemez. Hatta onlar soylu bir gaye uğruna harcama yapıyor görünseler bile, gerçekte bunun kendilerine, çevrelerine, kabilelerine veya uluslarına neler kazandıracağını hesaplamakla meşguldürler. Bu tip bir kafa yapısıyla Allah yolunda bir adım bile ilerlemek imkânsızdır.
*Müslüman, Allah’ın Kelâmı’nı yüceltmek için, dünyevî bir kazanç veya kayıp düşüncesi sözkonusu olmaksızın tüm hayatını, servetini ve enerjisini harcamalıdır. Bu yol, geniş bir görüş açısı, büyük bir cesaret, geniş bir kalp ve herşeyin ötesinde Allah rızasını kazanmak için samimi bir istek gerektirir. Bundan başka materyalist ahlâkı kaldırıp, yerine manevî değerleri koymak için, sosyal sistemde de köklü değişiklikler yapmak için çalışma yapmak gerekir.

*İlâhî ilkelere uygun bir şekilde ve Allah rızası için harcanan her şey;
-kişinin kendi ihtiyaçları veya akrabalarının ihtiyaçları için,
-kamu yararına veya İslâm’ı tebliğ için,
-ya da insanlığın mutluluğu için, barışı için harcanmış olan her şey, Allah yolunda harcanmış demektir.

Allah’ın sınırsız kaynakları olduğu ve O her şeyi bildiği için, kişi Allah yolunda harcarken ne kadar samimi ve istekli olursa, Allah’tan göreceği mükâfat da o denli büyük olacaktır. Kişi, bir tohumdan yediyüz dane üreten Allah’ın, yapılan iyilikleri de yedi yüz misli ile mükâfatlandırmaya kâdir olduğuna kesinlikle inanmalıdır.

-Borçluyu sıkıştırma

Bakara Suresi 280. ayet
‘’Eğer borçlu darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek gerekir. Eğer gerçekleri anlarsanız bunu sadakaya veya zekata saymak sizin için daha hayırlıdır. ‘’

*Bu ayet, alacaklı olanın yanı sıra İslâm mahkemelerine de, borçlu çok zor durumda kaldığında alacaklıya süre tanımasını emretme ve bu emri uygulama yetkisi verir. Belirli bazı durumlarda mahkeme borcun bir kısmını veya tümünü silme hakkına sahiptir. Bir hadise göre Hz. Peygamber’e, çok borcu olan ve iflas eden bir adamdan bahsedildi. Hz. Peygamber bunu duyunca etrafındakilerden bu adama yardım etmelerini istedi. Fakat etrafındakilerin yardımlarına rağmen adamın borcu ödenemedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber alacaklıları çağırdı ve onlara toplanan parayla yetinmeleri gerektiğini söyledi.

*İslâm Hukukuna göre, borçlu kimsenin evi, mutfak eşyaları, şahsî giyim eşyaları ve geçimini kendileriyle kazandığı meslekî araç ve gereçleri hiçbir surette haciz edilemez, elinden alınamaz.

İsra Suresi 29,27 ayet
”Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma ki, cimrilikten ötürü herkes tarafından ayıplanan, israftan ötürü de kaybettiklerine hasret çeken bir hale düşmeyesin.
Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”

*”Elini boynuna bağlı olarak asma” diye kelimesi kelimesine tercüme edilen cümle “cimri olma” anlamına gelir. “Onu büsbütün de açıp saçma” ise, “Savurgan ve müsrif olma” anlamına gelir. Eğer 27. ve 29. ayetler birlikte okunursa Kur’an’ın insanlardan orta yolu takip etmelerini, yani ne servetin dönüşümünü ve dağılımını engelleyecek denli cimri, ne de kendi ekonomik durumlarını çökertecek denli savurgan olmamalarını istediği anlışılır. Bunun aksine onlar dengeli bir biçimde davranmayı öğrenmeli; parayı harcaması gereken yere harcamalı ve kendilerini felakete sürükleyecek savurganlıktan sakınmalıdırlar. Gerçekte parayı insanın gerçek ihtiyaçlarından olmayan, faydasız yerlere, yani gösteriş, lüks, günah fiiller ve buna benzer yerlere harcamak, Allah’ın verdiği nimete karşı nankörlük etmektir. Bu nedenle bu tür yerlere para harcayanlar şeytanın kardeşleridir.

Bu iki cümle de sadece bireye yapılan ahlâkî tavsiye ve emirden ibaret değildir. Bu emirler, İslâm toplumunu ahlâkî eğitim, sosyal baskı ve hukukî sınırlamalarla savurganlıktan korumaya yöneliktir. Buna uygun bir şekilde Medine Devleti’nde toplumu savurganlıktan korumak için bazı önlemler alınmıştı:
-Birincisi, savurganlık ve lüksün bir çok çeşidi kanunen yasakandı, haram kılındı.
-İkincisi, butür savurganlıkların önlenmesi için hukukî önlemler alındı.
-Üçüncüsü, israfı içeren gelenekleri ortadan kaldırıcı sosyal düzenlemeler yapıldı.

Ve müslümanlar savurganlıkla cimriliği, cömertlikle hasisliği birbirinden ayırarak genel bir toplumsal sağduyu oluşturmuşlardı. Öyle bir toplum oluşturmuşlardı ki, cimri insanlar hor görülüyor, cömert insanlar alkışlanıyordu/ şerefli kabul ediliyordu. O gün bu zihni ve ahlâkî tavır İslâm toplumunun bir parçası olmuştu.
Bugün ise tam tersi bir tutum var. Genel olarak cimri insanlar tutumlu ve akıllı, cömert insanlar ise akılsız, budala olarak görülmektedir.
Al-i İmran Suresi 180. ayet
‘’Allah’ın, kereminden kendilerine verdiklerini infakta cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”

* Her şey sonuçta, Allah’a dönecektir. O’nun kullarından birinin mülkiyetinde olan şey, sadece geçici bir emanettir. Herkes şu kısa dünya hayatında kendisinin olduğunu zannettiği servet ve zenginliği bir gün bırakmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle akıllı olan kişi, Allah’ın serveti’ni Allah yolunda harcayan kişidir, aptal kişi ise onu biriktirip yığmaya, biriktirmeye çalışan kişidir.

Tevbe Suresi 34. ayet
‘’Ey iman edenler! Biliniz ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!”

Tevbe Suresi 35. ayet
Bu paralar cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki: “İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!”

* Yahudi hahamları ile hıristiyan rahipleri Mukaddes Kitaplarındaki ayetleri dünya menfaatı karşılığında ya değiştiriyorlar veya hükmünü menfaatleri doğrultusunda yorumluyorlardı. Özellikle Hz.Muhammed’in peygamberliği ile ilgili ayetleri tahrif ettiler. İşte yukarıdaki ayette onların bu çirkin işlerine işaret edilmektedir. Ayrıca bu ayet, altın ve gümüşü veya nakit parayı ya da malı biriktirip de zekatını vermeyen, hayırlı ve yararlı işlerde kullanmayanların ahirette şiddetli azap ile ceza göreceklerini de haber vermektedir.

*Bu uyarı sadece Yahudi ve Hristiyan din adamlarına yapılan bir uyarı değildir; aynı zamanda müslüman din adamlarına da, dini önderlere de yapılan bir uyarıdır ve bu kanaat önderleri, şu iki günahtan dolayı suçludurlar:
-Birincisi, bunlar aslı esası olmayan fetvalar vererek, rüşvet, hediye ve mükafatlar alarak halkın elindeki serveti yiyip tüketirler. Aynı şekilde bu kimseler, halkı kendilerinden, henüz hayattayken kurtuluş ve beratlarını satın almaya teşvik eden ve ölümlerini, evlenmelerini bu cennet ‘tekelciler’inin koyduğu bir fiyatı ödemeye bağımlı kılan dini tören ve düzenlemeler icad ederler. İmam nikahı gibi, ”üçten dokuza şart olsun seni boşadım” gibi fetvalar bu icadlardandır…

-İkinci olarak da, kendi çıkarları için çeşitli sapıklıklara göz yumarlar. Bidat ve hurafeleri yaygınlaştırmaya çalışırlar. İnsanları Yaratan’a değil de para atana kul olmak için hiller uydururlar. Kendi çıkarları zedelenmesin diye, hatır için fetva verirler veya sessiz kalırlar. Haklının eğil güçlünün yanında yer alırlar. Böylece insanları Allah yolundan alıkoyarlar.

SONUÇ:

*Furkan Suresi’nde (25/67)
”Rahman’ın o has kulları, harcamalarında ne israf eder, ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisinin arasında bir denge tuttururlar.”

Hz. Peygamber ve üstün fazilet sahibi bir çok sahabî, malının hepsini Allah yolunda harcadıkları halde, bundan men edilmemişlerdir. (İbnu’l-Cevzî, Zadu’l-Mesir, ilgili ayetin tefsiri)

Bazı rivayetlere göre, Hz. Peygamber isteyen birine üstündeki elbisesini vermiş, çıplak kaldığı için dışarı çıkıp namaza bile gidememiştir. Ayet bu zora, sıkıntıya düşüren durumu düzletmeye yönelik olarak inmiştir. ( Taberî, Ebu Suud, Razî, ilgili ayetin tefsiri).

*”Kendileri de ihtiyaç duydukları halde yiyeceklerini, sırf Allh’ın rızasına ermek için fakire, yetime ve esire ikram ederler.”(İnsan, 76/8).

Bu ayetin bir benzeri de Haşir sures’inde(59/9) yer almıştır:
”Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile, o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler.”

İnsan Suresi’ndeki bu ayeti şöyle anlamak mümkündür:

”Mala mülke karşı yüreklerinde sevgi duydukları hâlde, sırf Allah rızası için yoksulu, yetimi ve esiri doyurur, onlara maddi manevî her türlü yardım ve desteği sağlamak için çırpınırlar.”

Malının yarısını Allah yolunda yapılacak harcamalar için ayıran, diğer yarısını da ailesi için bırakan Hz. Ömer’in bu tavrı herkes için geçerli olan bir tavır; malının neredeyse tamamını Allah yolunda yapılacak harcamalar için ayıran ve ailesi için ”Allah ve Resulünü bırakan” Hz. Ebubekir’in tavrını ise, hususî bir erdemlilik olarak algılamak gerekir.

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.