İNŞALLAH YANILIRIM!

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ABD çıkarı olduğu ya da işine gelmeyen her ülkede uyguladığı “Tavşana kaç, tazıya tut” politikasını bir ülkede daha uygulayarak bir lideri daha öldürdü! Her zaman olduğu gibi de demokrasi adınaydı sözüm ona!..
Adım adım Türkiye!.. Dikkatli olalım lütfen!!!
Amerika rahat adam harcayan bir ülke, kendi halkını bile, gerekli gördüğünde… İkiz kuleler olayını hatırlayınız, hâlâ şaibeli, hâlâ kuşkular ve bilim adamlarınca bile açıklanamayanlar, iddialar ve tanıklar var ki zaten apar topar da tüm deliller yok edilmişti! Usame bin Ladin gerçeği var ki ölümü de şaibeli!..
Baktı ki Türk halkı bizar, mırıldanmaların çok ötesinde şikâyeti ve tepkisi halkın ve de aydı artık, umut yok ya da tutmadı hesapları veya başka bir hesap peşinde bu defa; ne hizmetine, ne gözünün yaşına bakmaz, harcayıverir ama öncesinde de kendisine başka bir kurban hazırlayarak!
Hatırlayınız, bir zamanlar Menderes, “Odunu aday göstersem seçtiririm” demişti. Neye, kime güvenerek demişti bu sözü ve sonu ne oldu?! O da en has adamlarıydı!
Turgut Özal’ı Başbakan ve Cumhurbaşkanı yapan kimdi?! Ya şaibeli ve hâlâ netleşmeyen ölümü?!
Bir suikasta kurban gitmiş olabileceği yıllardır tartışılmakta. Turgut Özal’ın limonatasına katılan arsenikle zehirlendiği iddiasını ortaya atan eşi Semra Özal, delil olarak da saç örneğini ABD’de tahlil ettirdiğini belirtmişti.
Cenazesine katılım büyük olmuştu lakin yakın dostu ABD Başkanı George H.W. Bush, beklentilerin aksine cenaze törenine bile katılmamıştı. Niyeydi ki?!
Başta da dediğim gibi, Libya’daki olayların ve Kaddafi’nin öldürülmesi, sözüm ona demokrasi adınaydı ve Şeriat ilan edildi ardından da!..
Bu arada Saddam’ı da unutmayınız!..
Libya ve Kaddafi konusuyla 22 Temmuz 2007 de söylemin hemen ardından yazdığım ve halen güncelliğini korumakta olan yazım geldi aklıma. “Ben demiştim” ya da “Ben demedim mi?” gibi söylemleri de sevmem…
İnşallah yanılırım… İnşallah sıradaki biz değilizdir ama…
FELAKET GELİYORUM DER!!!
Demez der ya bir atasözünde, doğru değildir aslında. Der, hem de bazen avaz avaz GELİYORUM der. Der de, ya aldırmayız, ya gafletteyizdir göremeyiz ya iyi niyetli ya da saf, inanırız gelmeyeceğine veya farkında değilizdir bırakın büyüklüğünü, gelenin felaket olduğunun dahi…
Görenlerimiz bilenlerimizin ise bir kısmı kendi koltuğunun derdiyle, doğru dürüst muhalefetliğini yapamayışını, çözüm üretemeyişini görmezden gelip yerini daha yetkin birilerine bırakmaktan imtina eder, zor gelir o yıllardır ısıttığı koltuğu terk etmek…
Kimi gerçeği gören ve olacaklardan korkanlar ise, susturulur, sürülür, görevinden uzaklaştırılır ve de zaten büyük çoğunluktaki gaflettekilerin karşısında azınlıkta, eli kolu bağlı, yapacak fazla bir şeyi yoktur yapabildiklerinin dışında kendine düşenlerin, kendince olanların ve gümbür gümbür gelişini görerek felaketin, içi kan ağlayarak izler gelişini…
Suskun değildir, kendince seslenir, uyandırmaya, aymaya davet eder uyumaktakileri ama yetmez sesi, ulaşsa da ulaşılmak istenenlere, anlamayana, anlamak istemeyene, işine gelmeyene, en önemlisi de cahile laf anlatmak en zorudur. Namık Kemal de demiştir ya sürgünden dönüşünde sorulduğunda: Efendim, bunca eziyet çektiniz, yokluklar, sürgünler, zindanlar gördünüz, sizin için en zor olanı hangisiydi? Cevap vermiş: Hiçbiri. En zoru cahile laf anlatmaktı.
Bir yerlerden başlar göz boyamalar, ardından ihtiyaçlar teorisince, önce açlar doyurulur birkaç öğünlük birkaç paket gıda maddesiyle, bedenler ısıtılır bir iki çuval kömürle, umutlar, hayaller beslenir güçlü sözler, vaatlerle!..
İnanma ihtiyacındayızdır, inanmak isteriz güzelliklere, özlemlerimize kavuşacağımıza, umudumuz da olmasa yaşayamayacağımızı bilir, o nedenle inanmak isteriz.
Bazen de belki deriz, umudumuzu kesmişizdir mevcutlardan, görmüşüzdür yıllardır yapıla gelenleri, boş vaatler olduğunu, üretimin, uygulamanın sadece laftan ibaret olduğunu.
Yeni umutlar yeşertmek gereğindeyizdir. Deniz ötesi, batağa düşmüş, saplanmadayızdır gün be gün, gömülmüşüzdür gırtlağımıza kadar, yılan da olsa sarılırız ya da bazılarımız uzatılmış bir dost eli zannıyla.
Artık kandıramasa da, inandıramasa da sokaktaki çocuğu bile, ABD’nin yaptığı da bu değil miydi?! Önce uyum yasaları masalıyla, kendisi halen uygulamaktayken idamı kaldırtıp masalın devamında, yakalandı yalanıyla bölücü başını teslimi, PKK lider kadrosuna dahil dediği 15-20 teröristi Irak ve ABD tarafından yakalandı deyip teslim edişi?!! Bal çalmak değil miydi, göstermelik iyi niyet, dost maskesiyle riyakârlığını gizlemek değil miydi? Bu kadarını becerebiliyorsa tamamını teslim elinde değil miydi? Dost dediğinin, canı ciğerinin başına çuval geçirir, işkence eder miydi? Dostunun düşmanına satar mıydı en güçlü silahlarını? Her zaman her ülkede yaptığı o oyunu sergileyip tavşana kaç, tazıya tut der miydi?
ABD’nin de, AB’nin de ne olduğu, ne yapmak, nerelere varmak, neler elde etmek savaşımında olduğunu da, düşmanın dik alası olduklarını da artık sağır sultan da duydu, kör sultan da gördü, tekrar yazmaya, bir bir sıralamaya gerek yok, hepimizce malum gerçekleri!
Bir de hazır yeri gelmişken, iki farklı tarihteki, iki liderin, liderlik koltuğuna oturmadan önceki söylemlerini aynen aktarmak istiyorum bu vesileyle size.
Ak günler, nurlu ufuklar vaat edip sonradan 5000 hava subayını katlettiren Humeyni’nin, öncesinde Paris’te sürgünde söylediği: Şahın devrilmesinden sonra, muhalefet örgütlerinin de toplumda bir yeri olacak. Komünistlerin bile düşündüğünü söyleme ve örgütlenme hakkı olacak. Halk İslam Cumhuriyeti istiyor…
Ve
Recep Tayip Erdoğan: Demokratik tercihini bizden yana kullanan vatandaşlarıma sesleniyorum: Sizin sandıkta verdiğiniz mesajı anlıyorum. Lütfen müsterih olun. Hepimiz birleşerek demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyeti daha yükseklere taşıyacağız. Cumhuriyetin temel niteliklerinden taviz vermeyeceğiz… ( 22 Temmuz 2007)
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Yorum sizin efendim!!!

Perihan Reyhan Alkan

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.