İMAM-I AZAM

ABONE OL
19:01 - 01/10/2020 19:01
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

KIRBAÇ ALTINDA CAN VEREN BÜYÜK İMAM (İMAM-I AZAM) EBU HANİFE

O yargının bağımsız olmasını isteyen bir din bilginiydi, Hak’tan yana bağımlı, mevcut düzenden yana bağımsız bir yargı istiyordu O. Bunun için mücadele etti. Totaliter rejimlere karşı, Müslüman kimlikli zalim Halifelere karşı direndi, onlara boyun eğmedi. O insan haklarına saygılı bir yönetimden yanaydı. Siyasi getirim peşinde değildi. O’nun arzusu insanların rızasını değil Allah’ın rızasını kazanmaktı. O’na büyük imam (İmam-ı Azam) denmesinin nedeni, verdiği hal ilmi(Fıkıh) ile ilgili fetvalarından ziyade, zalimlerin karşısındaki bu tavizsiz duruşundandır.

Tam adı Ebu Hanife en-Numan bin Sabit’tir (d. 699, Küfe – ö., 767, Bağdat, Irak) Hukuk ve Kelam bilginidir. Akla çok önem verir. Kendisine teklif edilen Kadılık(Hâkimlik) görevini reddederek devlet görevinden ve o günün zulüm aracı olan siyasetinden uzak durduğu için yöneticilerin acımasızca hışmına uğramış ve hapiste kırbaçlanarak öldürülmüştür.

Emevi döneminde siyasi yapı reform edilmiş, İslâm gün geçtikçe geri plana atılmıştır. Onun yerine saltanat idaresi hâkim kılınmıştır. Saltanat rejiminin zulmü bilhassa Emevi idaresinin özellikle son yıllarında zirveye ulaşmıştır. Muaviye ile başlayan ve oğlu Yezid ile devam eden Emevi saltanat idaresi, İslam’ın insanın mutluluğu için gerekli olan, her alanda gerekli olan kükümlerini unutmuşlardır. Eski Arap geleneklerini tekrar geriye çağırmışlardır. Diğer bir ifadeyle Müslümanlıklarını her fırsatta sözleriyle vurgulayan yöneticiler, yaşantılarında İslâm’dan oldukça uzaktadırlar. Göstermelik yaptıkları bazı ibadetlerin dışında İslam’la alâkaları kalmamıştır.

Ancak, yönetimlerini halk nezdinde meşrulaştırmak ve halkın itaatini kazanabilmek için âlimleri araç olarak kullanmayı ihmal etmemişlerdir. Şüphesiz bu politikaya kananlar ve sırf iyi niyetlerinden dolayı böyle bir oyuna alet edildiklerinin farkına varamayanlar olmuştur. Ancak İmam-ı Azam gibi bazı şahsiyetler, yönetim işinde geri plana itilen İslam’ı bütün muhtevasıyla ortaya koyup, onun gerektirdiği itaatin alanlarını her şeye rağmen ifade etmekten çekinmemişlerdir. Siyasi ve askeri güçlerine rağmen, yöneticiler bu şahsiyetlerin söz ve tavırları karşısında korkulu rüyalar görmeye başlamışlardır.

Emevi ve Abbasi idarelerinin uygulamalarına bizzat tanık olan Ebu Hanife, onurlu duruşu sayesinde hiçbir zaman yönetimin maşası olmamıştır. Zulümlerini onların yüzüne karşı haykırmaktan çekinmemiştir. Ancak bu tavrı O’nu canından etmiştir. Emeviler kadar Abbasiler tarafından da ısrarlı şekilde teklif edilen kadılık(Hâkimlik) görevini ve bu görevle ilintili olan diğer şahsi menfaatlerin hepsini elinin tersiyle geri çevirmiştir.

Ebu Hanife, içinde bulunduğu şartlarda resmi görev almanın İslam’ı temsil etme ve uygulamaya aktarma imkânı sağlayamayacağını iyi bilmektedir. Bu nedenle resmi görev almanın, meşru olmayan işlere maşa olmaya neden olacağı kanaatindedir. Bu düşüncesini de hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde Halife’nin karşısında ifade etmiştir.

Bu manada kendinden çok değerli hediyeler karşılığında bazı isteklerde bulunan Halife Ebu Cafer el-Mansur’u kastederek şunları söyler: “Eğer benden Vasıt mescidinin kapılarını saymamı isteseydi, onu bile kabul etmezdim. O halde nasıl olur da bir adamı idam etmek için hüküm vermemi ister ve bu hükümle onun boynunu vurmasına vesile olurum. Ben böyle bir hükmü ihtiva eden kararın altını nasıl mühürlerim! Vallahi ben böyle bir işi canım pahasına da olsa yapamam.” (Mezhepler Tarihi, sh. 231)

Devlet görevini kabul etmesi için değişik tekliflerle, kabul etmediği zaman da işkence tehditleriyle karşısına çıkanlara söylediği şu sözler, O’nun ne kadar büyük bir imam olduğunu göstermektedir: “Allah’a yemin ederim ki, bu işi kendi arzumla kabul etmiş olsam bile, yine de size istediğiniz anlamda yaranamayacağım. Nerede kaldı ki zorla, istemeye istemeye teklifinize muvafakat edeyim. Herhangi bir hususta vereceğim karar sizin arzularınızın hilafına olabilir. O zaman bana kızarsınız. Kızınca da beni Fırat nehrinde boğdurmak istersiniz. Boğulurum, fakat kararımı yine değiştirmem.” (Hilafet ve Saltanat sh. 368)

İşte benim İmamım budur. Ben bu imamı seviyorum. Onurlu duruşundan dolayı seviyorum. Firavunlaşmamıştır O. Hakkı savunur, duruşu bellidir O’nun. O Allah’ı bir olarak kabul eder. O ahirete de inanır: Çünkü O Allah’a teslim olmuştur.

İmam-ı Azam’ın yatsı abdesti ile sabah namazını kıldığından, maddi varlığından bol bol tasadduk yaptığından her fırsatta bahsedenler, İmam-ı Azam’ın zalim halife karşısındaki onurlu direnişinden dolayı kırbaçlanarak veya zehirlenerek öldürüldüğünden neden bahsetmezler dersiniz? İmam-ı Azam’ı katleden o Halifeler neden kınanmazlar vaazlarda, hutbelerde dersiniz?

Eğer İmam-ı Azam’ın bu yönünden de bahsederlerse, belki halk İmam-i Azam’ı, zalim hükümdarlara karşı yaptığı şanlı direnişiyle de örnek alabilir değil mi? O zaman gününü kurtarmaya çalışan din görevlileri, işin ehli olmayan kukla yöneticiler, zalim yöneticilerin sofralarındaki kırıntılarla beslenen çantacılar koltuklarından olurlar değil mi?

Hanefi Mezhebinden olduklarını söyleyen zamanımızın bazı din bilginleri, hocaları, din görevlileri, yöneticileri; acaba bu İmam-ı Azam’ı ne kadar tanıyorlardır dersiniz? Hanefi mezhebi kurallarına uyarak “midye” yememe konusunda dikkatli olanlar, bu konuda cemaatlerini özellikle dikkatli olmaya çağıranlar, Firavunlaşmış zalim yöneticilerin karşısında aynı dikkati neden gösteremiyorlar dersiniz?

İmam-ı Azam kiiiim, Hanefilik kiiiim siz kimsiniz..? Bırakın Hanefi olmayı, O büyük imamın peşinden gitmeyi, O’nun ismini ağzınıza bile almayın siz, kirletmeyin o ismi…

Zalim iktidarların meşruiyetini kabul etmeyen Ebu Hanife, Halifenin gasb etmediği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmesini istemiş ve böylece İmam, Bağdat’ta Hayzunan kabristanının doğu tarafına defnedilmiştir. (Saymeri, sh. 63)

Allah rahmet eylesin, yattığı yere nur olsun.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.