İFTAR ÇADIRLARI

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Ramazan daha gelmeden birçok belediye iftar çadırı kurma yarışına başlamıştı bile. On bini aşkın kişinin yemek yiyebileceği, klimalı çadırlar günlerce televizyonlardan reklam edilip durdu. İstanbul’da otuz dokuz ilçe var, iftar çadırı kurmayan belediye yok sanırım. Çünkü mahalle baskısı, din üzerinden siyaset yapma anlayışı mevcut yönetimlere çadır kurmayı zorunlu kılıyor. Çadırlar siyasal propagandanın, eşe dosta ”küçük de olsa” iş kapısı açmanın bir başka yolu.

İstanbul’daki tüm iftar çadırlarının günlük kapasitelerine bakıldığında, buralarda yemek yiyenlerin sayısı yüz binleri fersah fersah geçmekte. Burada amaç; yoksula iftar sofrası hazırlamak, kentin yoğunluğu nedeniyle evine gidemeyen yurttaşa yemek yeme olanağı sağlamak değil mi? Günlerin uzun, ulaşım olanaklarının gelişmiş olduğu bir yerde, iftara zamanında yetişmek sorun olmasa gerek. Eğer bu çadırlarda iftarını açan yurttaşların hepsi yoksulsa vay oldu halimize! Yüz binlerce yoksulun sokaklarda karnını doyurduğu bir ülkede gelişmişlikten, refahtan, huzurdan, çağdaşlıktan söz edilebilir mi?

Geçen çarşamba günü ben ve eşim, Üsküdar’a akşam yemeğine gittik. Üsküdar tarihi dokusu, coğrafi konumu, çarşısında satılan otantik ürünleri, mistik havasıyla bir başka güzeldir. İstanbul’da insan ruhuna bir şeyleri fısıldayan önemli bir yerdir burası. Tarihi camilerin çokluğu bir başka hava kazandırır Üsküdar’a. Buradan Avrupa yakasını seyretmenin keyfine de diyecek yok. Üsküdar’a gitmenin en çekici yanı da Boğaz vapurlarıdır. Vapurlar, Boğaziçi’nin sularında süzülen nazlı gelinler. Kuzey rüzgârlarının akşama renk kattığı, batmakta olan güneşin minarelerle dans ettiği bir kızıl akşamda vapurdan indik. Meydan hınca hınç insanla dolu. İnsanlar sıralanmış, kuyruk olmuş iftar çadırının önünde. Herkes sırada: bebek arabalarıyla bekleyen çiftler, genç âşıklar, yalnız gezginler, başörtülü kadınlar, mini etekli kızlar, güngörmüş yaşlılar (Bakıldığında çoğu kendilerine mütevazı sofralar kurabilecek görünüşte.)… Ezan okunmaya başlıyor. Minarelerden yankılanıyor sesler. Üsküdar’da ezan her zaman çok farklı gelir kulağıma. Kendimi mistik âleme daha çok gömülmüş hissederim. İftar vakti, ezan bitmek üzere, insanlar kuyrukta.

Kalabalığın içinden zorlukla yol bularak geçiyoruz çarşı tarafına. Tarihi bir Üsküdar lokantasında yerimizi alıyoruz. Kaşık çatal sesleri arasında yemeklerimizi söylüyoruz. Türk mutfağının eşsiz lezzetleriyle keyfimiz yerinde. Yemek bitince kalkıyoruz. Karadeniz ürünleri satan çarşının yolu tutuyoruz, mıhlama malzemeleri almak için. Taze tereyağı, mısır unu ve eşsiz lezzetteki peynir. Manav dükkânları hep ilgimi çeker öteden beri. Sebze ve meyveleri bir heykeltıraş ya da ressam titizliğiyle tezgâha yerleştiren manavları hayranlıkla izlerim. Bugün manavların keyifleri yerinde olsa gerek. Tezgâhlarda bereket, özen… Alışverişimizi yapıp yavaşça iskeleye doğru yürüyoruz. O da ne? Saat dokuz buçuk olmuş, çadırın önünde hala kuyruk var. İnsanlar iftarlarını açacaklar! Yemek dağıtılan yere doğru yaklaşıyoruz. Bardakta dağıtılan çorba bitmiş, bekleyenler yalvarmada. Pilav kalmamış, ayran var. Su bol. Personel yorgun. Bir an önce toparlanma peşinde, kuyruktakiler yemek peşinde. Tulumba tatlıları şerbetin içinde yüzüyor. Kimi kaşıkla, kimi elleriyle tatlıyı tepsimsi kabın bölmelerine doldurmakta. Dolu masalar boşalmakta.

Yoksul olan/olmayan insanların beleş bir öğün yemek uğruna saatlerce beklediği kral/kralcık sofralarının olduğu bir yerde özgür iradeden söz edilebilir mi? ”Nerde beleş, orda yerleş.” sözünün dillerden düşmediği bir toplumun arınması kolay mıdır acaba? Bir lokmaya muhtaç yüz binlerin olduğu kentlerde, kent rejimi diyebileceğimiz demokrasinin boy atıp gelişmesi, toplumu sarmalaması olanaklı mıdır?

Yoksula yardım etmek güzel bir davranıştır. Yardımlar gizli olmalı, yardımı alan kişinin onurunu rencide etmemeli. Yoksulu kamuoyu önünde deşifre etmek, konu komşunun yanında küçük düşürmek insanlık dışı bir davranıştır. Geleneklerimizde yardımın gizliliği esastır. Boşuna dememiş atalarımız: ”Bir elinin verdiğini, öbür elin görmesin.” diye. Dünyanın hiçbir yerinde yöneticiler yoksullarının artmasıyla övünmez.

Yoksulları doyurmakla mı, yoksa yoksulluğu ortadan kaldırdığımızda mı sevinmeliyiz. ”Yoksulumuz çok olsun, ben de onları doyurayım, sevap alayım.” düşüncesini egemen kılmak ne kadar acı!

İftar çadırlarıyla toplum dönüştürülmekte. ”Muhtaç insan” tipi yaratılmakta. Krallar krallıklarını sürdürsünler, efendiler lüks içinde yaşasınlar diye.

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.