HUDEYBİYE ANTLAŞMASI (III)

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Hudeybiye’den Ayrılış

Elçi, arkadaşlarıyla birlikte yirmi gün kadar kaldıktan sonra Medine’ye dönmek üzere Hudeybiye’den ayrıldı.

Kâbe’yi ziyâret edemeyip döndüklerinden dolayı başta Elçi olmak üzere herkes çok üzgündü Medine’ye dönüyorlardı dönmesine de başlar öndeydi. Kimi sahabe ağlıyor, kimisi yakınlarına kavuşamamanın yasını tutuyordu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Yolda yürümekle yürümemek arasında tereddütü olanlar bile vardı… Kimisi, söylemese de içten içe Elçi’ye kızıyordu …”Ne diye böyle bir antlaşmanın altına imza attı ki sanki?…” Devam edip giden sorular bitmek bilmiyordu… Göz yaşlarını göstermemek için gizli gizli ağlayanlar bile vardı. Onlar Elçi’nin üzülmesini istemiyorlardı besbelli…

Ordu, Mekke ile Medine arasında bulunan Kürâü’l-Gamîm mevkiine ulaşmıştı. Yorgunluk da vardı. Herkes sereserpe uzanmıştı ağaçların altına. Elçi’de üzülüyordu elbet…Ama üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu… İşte tam bu sırada ümitlerin tükendiği, herşeyin bittiğinin düşünüldüğü bu sırada müslümanların yakında büyük fetihlere kavuşacaklarını müjdeleyen Fetih Sûresi nâzil olmaz mı.! “Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık.”1

Herkes birden bire fırladı yerinden. Biraz önceki o hüzünlü hava birdenbire yerini şarkılara, danslara bıraktı. Sanki uçuyorlardı sevinçten… Bir tarafta secdeye kapananlar öbür tarafta ellerini havaya kaldırmış şükür duası yapanlar… Bazıları da Elçi’ye sarılmış sanki ondan helallik diliyorlardı… Bayram yerine dönmüştü Kürâü’l-Gamîm. Aynı manzaralar Medine sokaklarında da yaşanıyordu. Çünkü, Medine’ye sevinç haberi çoktan ulaşmıştı bile.

Elçi’nin rüyası tasdik edildi

Ayrıca Hudeybiye yolculuğundan önce Elçi’nin gördüğü rüyayı tasdik ediyordu Fetih suresi: “And olsun ki Allah, Resûl’ünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti. İnşaallah hepiniz emniyet içinde ve saçlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mescid-i Harâma gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir; onun için, Mekke’nin fethinden önce size yakın bir fetih daha ihsân etti.”2

Hz. Ömer, Medine’ye dönüşte, yol esnasındaki halet-i ruhiyesini ve Fetih Sûresi’nin nazil oluşunu şöyle anlatmıştır:

“Hudeybiye’den dönerken, Resûlullahı’ın yanında gidiyordum. O’na bir şey sordum. Bana cevap vermedi. Tekrar sordum. Yine cevap vermedi. Üçüncü kere sordum. Yine cevap vermedi. Kendi kendime: ‘Ey Hattab’ın oğlu! Annen seni kaybetsin de, yok olasın! Bak. Resûlullah’a üç kerre sordun durdun da Resûlullah sorularına hiç bir cevap vermedi. Sen aleyhinde Kur’an’dan âyet inmesini hakettin!’ dedim.
Aleyhimde âyet inmesinden korkarak devemi sürüp halkın tâ önüne geçtim. sanki her şey beni tutup sıkıyordu. Aradan çok geçmeden bir münadinin, ‘Ey Ömer bin Hattab!’ diyerek bana seslendiğini duydum. Kendi kendime, ‘Ben, zaten aleyhimde âyet inmiş olmasından korkmuştum!’ dedim. Kalbime öylesine bir korku çökmüştü ki, onu ancak Allah bilir. Hemen döndüm. Resûlullah’ın huzuruna vardım. Selâm verdim. Selâmıma karşılık verdi. Oldukça sevinçli idi:

“Ey Hattab’ın oğlu! Bana bu gece bir sûre indi ki o, bana üstünde güneş doğan herşeyden daha sevgilidir” buyurduktan sonra, onu okudu: “Biz, gerçekten, sana apaçık bir fetih ve zafer kapısı açtık…”3

Fetih Sûresi’nin nazil olması sırasında sâir Müslümanlar da oldukça korkuya kapılmışlardı. İnen vahyin davranışlarıyla ilgili olduğunu sanarak endişe etmişlerdi. Mücemmi’ bin Câriye, o ânı şöyle anlatır:

“Halk, korka korka develerinin yanına dağılmışlardı. Herkes birbirine soruyordu; ‘Halka ne oluyor?’ diye. Rasûlullah’a vahiy gelmiş’ dediler. Biz de, halkla birlikte korka korka Resûlullah’ın yanına doğru vardık. Resûlullah ayakta duruyordu. Halk etrafında toplanınca onlara “İnna fetehna leke fethan mübînâ…” diye Fetih Sûresi’nin âyetlerini okudu -“O sırada, Sahabîlerden birisi, ‘Yâ Resûlallah! Bu antlaşma/ muâhede bir fetih midir?’ diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselâm, ‘Evet, hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu antlaşma/ muâhede, muhakkak bir fetihtir!’ buyurdu.”4

“Hudeybiye Büyük Bir Fetih’tir”

Elçi bu antlaşmanın bir fetih olduğunu söylese de antlaşmayı birtürlü içlerine sindiremeyenler vardı hâlâ. Kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlardı, hazmedememişlerdi bu antlaşmayı. “Beytullah’ı tavaftan alıkonulmuşuz, kurbanlıklarımızın Harem’de kurban edilmelerine de mani olunmuştur. Müslüman olarak da bize gelip sığınanları Rasûlullah onlara geri çevirmiştir. Bu nasıl ve ne biçim fetihdir?” Elçi’nin kulağına gelmesi gecikmedi bu konuşmaların…

Elçi sinirlenmişti, öfkelenmişti, bu konuşmalar yakışmazdı Hudeybiye Fatihlerine, dellendi, celallendi ve “Bu, ne kötü bir sözdür niçin inanmak istemiyorsunuz? Tekrar söylüyorum ki; evet Hudeybiye Antlaşması bir fetihtir.” Herkes şaşırmıştı, Elçi’nin bu kızgınlığı herkesi şaşkına çevirmişti. Görmemişlerdi o sıkıntılı günler de bile Elçi’nin bu kadar celallendiğini…

Topladı sahabelerini Elçi ve Hudaybiye’nin fetih olduğunu onlara yeniden izah etti:

“Evet arkadaşlar! Hudeybiye barışı en büyük fetihdir. Müşrikler, sizin kendi beldelerine gidip gelmenize ve işinizi görmenize râzı olmuş, gidip gelirken de emniyet içinde bulunmanızı istemişlerdir. Onlar şimdiye kadar hoşlanmadıkları İslâmiyeti de böylece sizlerden görecek, öğreneceklerdir. Allah, sizi, onlara galip getirecek, gittiğiniz yerden sağ salim ve kazançlı olarak geri döndürecektir! Bu, fetihlerin en büyüğü değil midir?”5

Bu duygusal, duygusal olduğu kadar da kararlılık ifade eden konuşmadan sonra arkadaşlarının gönlüne bir ferahlık geldi ve Elçi’den özür dilediler, helallik istediler:

“Vallahi, yâ Resûlallah, bizler, bunu senin düşündüğün gibi düşünmemiştik! Muhakkak ki sen, Allah’ın emirlerini bizden daha iyi bilirsin.”6

Elçi bir ay süren bu zorlu yolculuktan sonra Zilhicce ayının başında Medine’ye ulaştı.7

Sonuç

1-Kendilerini Kâbe’yi ziyâret ve tavafa hazırlamış olan Sahabîler, antlaşma maddelerinin dış görünüşüne bakıp, aleyhlerinde olduğu kanaatına varmışlardı. Fakat zamanla sulhun müspet neticeleri görülmeye başlanınca, Resûl-i Ekrem Efendimizin, kararında ne kadar haklı olduğunu ve endişelerine de mahal bulunmadığını anladılar.

2-Her şeyden evvel, İslâm’ın amânsız düşmanı olan Kureyş müşrikleri bu sulh ile İslâm devletini resmen tanımış oluyorlardı.

3-Ayrıca bu barış, diğer fetihlere de bir başlangıç olmuş, fetih kapılarının açılması için bir anahtar teşkil etmiştir. Nitekim bu barıştan, daha doğrusu bu mânevi fetihten, kısa bir zaman sonra Hayber’in fethinin ve ondan sonra da Mekke’nin fethinin gerçekleştiğini görüyoruz.

4-Yine bu barış sayesinde, Müslümanlarla müşrikler arasında diyalog zemini oluşmuştur.

5-Her ne kadar maddî kılıç bir müddet kınına sokulu durduysa da, Kur’an-ı Hakîm’in parlak mânevî kılıcı ortaya çıktı, kalpleri ve akılları fethe başladı. Antlaşma sayesinde Müslümanlarla, müşrikler birbirleriyle serbestçe görüşme imkânı buldular. Müslümanların yaşayışlarıyla gösterdikleri İslâm’ın güzellikleri onları kendilerine cezbetti. Kur’an’ın sönmez nurları kavim ve kabilelerin inat ve taassuplarını kırıp, mânevî hükmünü icrâ etti. Meselâ, bir harp dâhisi olan Hâlid bin Velid ve bir siyâset dâhisi bulunan Amr bin Âs gibi, maddî kılıçla mağlubiyeti kabul etmek istemeyen zâtlar, bu sulh sayesinde Kur’an’ın mânevî kılıcının cazibesinden kendilerini kurtaramayıp, Hz. Resûlullahın huzuruna çıkarak teslimiyetlerini arz etmiş, müslüman olmuşlardır.

6-Aynı şekilde sulhün tanıdığı imkân dolayısıyla Mekke’den Medine’ye, Medine’den Mekke’ye ziyâretler, ticarî münasebetler başladı. Kureyş müşrikleri Müslümanları yakından tanıma fırsatını buldular. Onların doğruluklarına, dürüstlüklerine şahid oldular. Müslümanların nasıl bir hürriyet havası içinde yaşadıklarını yakından takip ettiler. Bu arada Müslümanların telkin ve tavsiyesiyle birçok müşrik îmân dairesine girdi. Kimisi de îmân ve İslâm’a karşı besledikleri düşmanlıklarını yumuşatarak, imâna karşı meyil gösterdi.

7-Hudeybiye Barış Antlaşması’ndan Mekke’nin Fethi’ne kadar geçen iki sene zarfında Müslüman olanların sayısı, Elçi’nin peygamber olarak gönderilişinden barış/sulh gününe kadar geçen yaklaşık yirmi seneye yakın zaman içinde Müslüman olanlardan çok daha fazla olmuştur. Umre maksadıyla yola çıkan Sahabîlerin sayısı bin dört yüz iken, iki sene sonra Mekke’nin fethine gidildiğinde bu sayı on bini buluyordu. Bu da, Hudeybiye Sulhü’nün ne kadar yerinde yapılmış bir antlaşma olduğunu açıkça göstermektedir.

8-Kur’an’ın Hudeybiye Barışı’nı “Feth-i Mübîn”, yani apaçık bir fetih olarak tavsif etmesi de, dikkat çekicidir. Halbuki Müslümanlar, daha evvel de küçümsenmeyecek zaferler elde etmişlerdi. Fakat Kur’an’ın bunları değil de, Hudeybiye Antlaşması’nı “Feth-i Mübîn” olarak nitelendirmesi, İslâmiyet için asıl hakiki zaferin mânevî sahada olduğu gerçeğine işaret içindi. Nitekim İmamı Zührî, buna işaretle, “İslâm’da Hudeybiye Antlaşması’ndan/Musalahası’ndan önce, ondan daha büyük bir fetih olmamıştır” demiştir.

İbni Mes’ud’un rivâyeti de aynı meâldedir: “Siz Fetih olarak Mekke’nin fethini kabul ediyorsunuz. Halbuki biz, asıl fetih olarak Hudeybiye Antlaşması’nı sayıyoruz.”8

9-Hudeybiye Barışı aynı zamanda, siyasî büyük bir zaferdi. Çünkü, Hayber Yahudileri’ni, kuvvetli dostları olan Kureyş müşriklerinden tecrid ediyordu. Hayber Yahudileri için artık Kureyş müşrikleri yok demekti. Dolayısıyla Hayber’in fethi de, bu sayede daha da kolaylaşıyordu. Nitekim, Resûl-i Ekrem, Medine’ye döndükten birkaç hafta sonra Hayber’in fethine muvaffak olmuştur.

10- Bütün bu neticeler görüldükten sonra Hudeybiye Barışı için Kur’an’ın, “Biz sana gerçekten açık bir zafer verdik” haber ve hükmünün ne kadar mu’cizâne olduğu açıkça anlaşılıyordu. Bu vesileyle şu âyet-i kerimeyi de hatırlatalım:

“Hoşunuza gitmese de, size zor da gelse, cihad üzerinize farz kılındı. Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır. Bazan da sevdiğiniz birşey sizin için şer olur. Allah herşeyi bilir, siz bilmezsiniz.”9

Haydi, nereye istersen oraya git!

Müslüman olduğu için Mekke’de esir tutulanlardan birisi de Ebu Basir’di. Müslümanların Hudeybiye’den Medine’ye gelmelerinden sonra, Mekke’den kaçmayı başardı ve yaya olarak Medine’ye geldi. Bunun üzerine Mekke’liler, Hz. Peygamber’e anlaşma maddelerini hatırlatan ve Ebu Basir’in kendilerine iadesini isteyen bir yazı yazdılar.
Bu yazıyı taşıyan elçi, Ebu Basir’den üç gün sonra Medine’ye ulaştı. Mektup Hz.Peygamber’e okununca Ebu Basir’i hemen yanına çağırdı:
– Ey Ebu Basir! Biliyorsun ki, Kureyş ile bir anlaşma yaptık ve onlara bir söz verdik. Dinimize göre, verdiğimiz sözde durmamak bize yakışmaz. Haydi, kavminin yanına dön!
– Ya Resulallah! Bana işkence yapsınlar ve dinimden döndürsünler diye mi beni müşriklere geri çeviriyorsun!
– Ey Ebu Basir! Git diyorum sana! Hiç şüphe yok ki, Allah senin için ve seninle birlikte bulunan Müslümanlar için bir genişlik ve çıkış yolu yaratacaktır.

Ebu Basir, Mekke’den gelen elçi ve yanındaki adamına teslim edildi. Ebu Basir’le birlikte bazı müslümanlar da yola çıktılar ve Ebu Basir’in kulağına çu şekilde fısıldadılar:

– Ey Ebu Basir! Hiç şüphesiz Allah, senin için bir çıkar yol yaratacaktır. Git işini gör! Git işini gör! diyerek, sanki ona, yanındakilerin icabına bakmasını ima ediyorlardı. Zü’l- Huleyfe denen yere geldiklerinde öğlen olmuştu. Ebu Basir, bir fırsatını bulup elçiyi öldürdü. Elçi’nin yanındaki köle de korkuya kapılıp Medine’ye doğru kaçmaya başladı. Hz. Peygamber, ikindiden sonra, sahabeleriyle oturuyordu ki köle mescide girdi, Hz.Peygamber’in yanına geldi. Hz. Muhammed:
– Ne oldu sana!
– Adamınız, sahibimi öldürdü. Ben de elinden zor kurtuldum.

Bu sırada Ebu Basir de çıka geldi. Hz.Peygamber’in yanın geldi:
– “Ya Resulallah! Vallahi, Sen antlaşmadan dolayı üzerine düşeni yerine getirdin. Ama ben de işkenceye tutulup dinimden döndürülmekten dinimi korudum. Allah, beni onların elinden kurtardı.”
Hz. Muhammed: ” Haydi, nereye istersen oraya git!”

Bunun üzerine Ebu Basir, deniz kenarında bulunan ve Şam kervanlarının yolu üzerinde olan İs adlı vadiye gitti. Zaman içinde, Mekke’den kaçmayı başaran bir çok Müslüman da birer birer Ebu Basir’e katıldılar. Sayıları önce 70’i, bir süre sonra da çevre kabilelerden katılanlarla 300’ü buldu. Şam’a gitmekte olan Kureyş kervanlarına saldırıyor, mallarına el koyuyor, kervandakileri de öldürüyorlardı. Kureyş bu durumdan iyice rahatsız olmuş durumdaydı. Sonunda Hz.Peygamber’e bir mektupla ricada bulundular. Mektupta şunlar yazıyordu:
– Allah ve akrabalık aşkına! Sen onlara haber gönder ki, bundan böyle, her kim, Medine’ye Senin yanına gelirse, o emniyettedir. Onun için Mekke’ye geri çevrilme zorunluluğu yoktur. Biz antlaşmadaki o şarttan vazgeçtik. Mekke’den Muhammed’in yanına gelen kimse geri çevrilmeyecektir.
Bunun üzerine Elçi, Ebu Basir ve arkadaşlarına, Kureyşliler’in kervanlarına dokunmamaları için bir mektup yazdı. Mektup, Ebu Basir’e ulaştığında ölüm döşeğindeydi. Müslümanlar onun cenaze namazını kıldılar ve kendisini oraya gömdüler. Ardından da bir kısmı ailelerinin yanına bir kısmı da Medine’ye döndüler. Medine’ye gelen Müslümanların sayısı 70 kadardı.

Rüştü Kam

1. Fetih Sûresi, 1.
2. Fetih Sûresi, 27.
3. Müsned, 1:31; Tirmizî, 5:385.
4. Tabakât, 2:105.
5. İnsanü’l-Uyûn, 2:715.
6. A.g.e., 2:715.
7. Sîre, 3:337; Tabakât, 1:258.
8. İbn-i Kesîf, Tefsir, 4:182.
9. Bakara Sûresi, 216.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.