HIRSIZ

ABONE OL
11:54 - 23/10/2020 11:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Mağazadan tam çıkacaktım, bir el koluma yapıştı.
”Beyefendi, lütfen benimle geliniz!..”
Dönüp baktım, tanımadığım bir Alman genci; yirmi beş yaşlarında, güçlü kuvvetli bir görünümde. Mağazanın dedektifi olmalıydı…
Yüzümün fena halde kızardığını hissettim. Bir yanlışlık olmalıydı… Yoksa hesabı ödemeden poşete bir şey mi koymuştum?.. Biri kasıtlı olarak cebime bir şey sokuşturup beni tuzağa düşürmek istemiş olmasındı?..
”Kolumu bırakınız!..” dedim.
Etrafta tanıdık bir yüz aradım, rastlantı kimseyi göremedim o sıra. Sanki herkes beni görüyor, ama ben kimseyi göremiyordum. Birkaç Alman dönüp dönüp bana bakarak aralarında bir şeyler fısıldaştı. İyice bozuldum…
Dedektif kolumu bıraktı. Eliyle merdiveni gösterdi.
”Yukarıya, büroya çıkacağız!..”
Ben önde, dedektif arkada yürüyen merdivenden çıkmaya başladık. Betim benzim iyice atmıştı. Büroda yapılacak kontrolden sonra suçlu olduğum anlaşılırsa hemen polise telefon edilecekti; hemen gelecek olan memurlar bileğime kelepçeyi taktıkları gibi emniyete götüreceklerdi beni. Etrafta bulunan meraklılar, müşteriler ve mağaza çalışanları bana bakıp ağızlarına geleni söyleyeceklerdi:
”İşte hırsız!.. N’olacak, bir yabancı işte!.. Türk olmalı… Böylelerini hemen sınırdışı edeceksin ki…”
Mağazadaki çocuklar da minik parmaklarıyla birbirlerine beni gösterecekti; belki çalıştığım okuldaki öğrencilerden biri de beni bu arada görecek ve hırsızlık yaparken yakalandığımı akşam evde, ertesi gün okulda herkese anlatacaktı. Ayrıca kent gazetesi de olayı yayımlayacaktı. Böylelikle Türklerin şerefini beş paralık etmiş olacaktım. Elim ayağım titremeye başladı. Hiçbir şey yapmadığım halde hırsız işlemi görüyordum. Ya bir de gerçekten hırsızlık yapmış olsaydım, o zaman halim nice olurdu?.. Aklıma, yoksul halkın parasını yiyen kimi politikacılar, bürokratlar ve banka hortumcuları geldi. Onlar hiç utanıyor muydu? Milletin içine nasıl çıkabiliyorlardı?.. İşin garibi, soydukları millet yine de saygıda kusur etmiyor, üstelik ”Bu millet sizinle gurur duyuyor!..” diye alkışlayıp tempo tutarak onları devletin en üst kademelerine dek yükseltiyordu. Olacak şey değildi, ama oluyordu işte!
Şimdilik bunları bir yana bırakıp, şu anda kendi başımın çaresine bakmalıydım. Hırsızlığın küçüğü büyüğü olmazdı; hırsızlık hırsızlıktı. Annem çocukken bana böyle öğretmişti. Başıma gelecekleri düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum.
Az sonra ikinci katın bir köşesinde bulunan büronun kapısından içeri girdik. Masa başında gözlüklü, orta yaşlı, şişman bir adam oturuyordu. Mağazanın sorumlusu olmalıydı.
Dedektif görevini yapmış olmanın rahatlığıyla;
”Efendim, şüphelendim, size getirdim.” dedi.
Şef yüzüme baktı. Başını salladı. Bir puro yaktı ve dumanını üstüme doğru üfledi.
”Poşeti boşaltınız!..” dedi.
Boğuk bir sesle:
”Bir şey mi çalmışım?” dedim.
”Çıkarın, göreceğiz!..”
Poşetin içindekileri çıkarıp masanın üstüne koydum: İki kitap, bir çikolata, bir gazete ve orta boy dört sarı zarf…
Dedektif zarfları eliyle kontrol etti, içine baktı.
”Hayret bir şey!.. Dikkat ettim, aşağıda bunların içine bir şeyler koymaya çalışıyordunuz…”
Bu sözler üzerine rahatladım.
”Bakın,” dedim. ”Şu gördüğünüz iki kitabın yazarıyım ben. Bunları postalamak istediğim için, zarfın içine iki kitabın sığıp sığmayacağını kontrol ettim.”
”Kasa fişiniz lütfen!..”
”İşte buyurun!..”
Artık kızarıp bozarma sırası dedektife gelmişti:
”Çok özür dilerim… Sizi gözetlerken zarfın içine başka şeyler gizlediğinizi sanmıştım… Neyse, bir yanlışlık oldu… Tekrar özür dilerim. Şimdi gidebilirsiniz…”
Kendimden gayet emin bir şekilde müdüre döndüm:
”Hayır, gitmiyorum!..” dedim.
Şef şaşırdı. Ayağa kalktı. ”Neden?” diye sordu.
”Nedeni var mı?.. Memurunuz beni zor durumda bıraktı; yüreğimi ağzıma getirdi, elâleme rezil etti. Eğer hatasını düzeltirse…”
”Peki, ne istiyorsunuz?..”
Dedektifin yüzüne baktım, az önce benim yaşadığım korkuyu yaşıyordu. Herhalde polise şikâyetçi olacağımı ve hakkında dava açacağımı düşünmüş olmalıydı.
”Kafeteryada bana bir kahve ısmarlarsa ödeşiriz!” dedim.
Dedektif bir ”Ohh!..” çekti. Sevindi, gülerek teklifimi kabul etti.
Birlikte kafeteryaya indik. Hemen iki fincan kahve aldı getirdi. Kahveye sütü, şekeri koydum; kaşıkla sesli bir şekilde karıştırmaya başladım.
”Yanında bir de pasta olsa, hiç fena olmayacak!” dedim.
Dedektif hiç itiraz etmeden çilekli bir pasta aldı, kasada hesabı ödedi. Pasta tabağını bana uzattı. Pasta fırından yeni çıkmıştı ve mis gibi kokuyordu. Keyifle kahvemi yudumladım. Pastadan bir lokma aldım.
”Mmm… Çok lezzetliymiş. Keşke kendinize de alsaydınız.” dedim. Keyfim yerine gelmişti.
Sesini çıkarmadı. Bozulduğu her halinden belliydi. Bakışlarını benden kaçırıyor, kahvesini yudumluyordu.
”Arasıra yakalayın beni böyle!..” dedim. Sonra kendimi tutamayıp gülmeye başladım… Etraftakilerin şaşkın bakışları arasında katıla katıla gülüyordum. Az önce yaşadığım sinirsel gerginlik kahkaha olarak bedenimden dışarı çıkıyordu. Adama bir iki çift söz daha söyleyeceğim ama, gülmekten bir türlü iki kelimeyi bir araya getirip konuşamıyordum.
Dedektif kızardı bozardı. Bir şeyler söylemek istedi, sonra vazgeçti. Kahvesini henüz bitirmemişti ki, ayağa kalktı; acı bir gülümsemeyle bana ”İyi günler!” diledikten sonra, giyim eşyalarının bulunduğu bölüme doğru yürüyüp gitti.

Bahattin Gemici

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.