HAYDAAA!…

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

HAYDAAA!…

Recklinghausen belediye binasının arka tarafında güç bela bir park yeri buldum. Otomatikten aldığım park fişini arabamın ön camına koyduktan sonra çarşının yolunu tuttum. Hava soğuk, kar atıştırıyor. Dalgın, düşünceli bir halde yürüyorum; aklım fikrim memlekette. Gidişat berbat; yıkım ve ihanet sürecini yaşıyoruz. Atatürk sanki bu günleri görerek Gençliğe Hitabe’yi yazmış.
Birden bir kadın sesiyle kendime geldim:
-Haydaaaa!…
Sesin geldiği yöne baktım. Az ileride iki genç kadın park otomatiğinin başında duruyor. Siyah paltolu kadın eliyle otomatiğe vurmaya başlıyor.
-Haydaaaa!…
Bu sözü duymak hoşuma gitmişti. Burada yaşayan Türkler bir aksilik yaşadıklarında ağızlarından genelde Almanca “Scheisse!“ ya da “Tüh!… Allah kahretsin!“ sözleri çıkardı. Kırk yıla yakın bir zamandır bu ülkede  yaşadığım halde sokakta “Haydaaa!“ diyen birine ilk kez rastlıyordum.
Biletini alamadığı gibi parasını da alamayan kadın otomatiği yumruklamaya başladı, ardından bir tekme attı.
-Haydaaaa!…
Başları açık, şık giyinmiş bu iki kadın düzgün bir Türkçe konuşuyorlardı. Bunlar mutlaka evlenerek Almanya’ya gelen ithal gelinlerimizden olmalıydı. Türkiye’den gelenler buradaki dilimize can suyu veriyorlardı.
-Olacak şey değil!… Gel kız gidelim! Arabanın camına “Otomat bozuk!“ diye bir yazı koyarız. O zaman ceza yazmazlar; yazsalar bile itiraz ederiz.
Siyah paltolu, kısa saçlı kadının “Haydaaa!“ diyen sesi kulaklarımda çınlıyordu. O ses beni aldı Türkçe‘nin anavatanına götürdü. Dil, kendi toprağında kök salıyor; dallanıyor, yeşeriyor, meyveye duruyordu. Türkçemiz kimliğimizdi; o ulu çınar bize her yerde kol kanat geriyor; gölgesinde serinleniyor, nefes alıyor, hayat buluyorduk. Gurbet ellerde sazımıza, sözümüze sarılıyor; Yunus’un, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun, Nâzım’ın şiirleriyle, türkülerimizle ayakta kalıyor; direniyor; özlem gideriyor, efkâr dağıtıyorduk.
Anadilimiz Türkçe yurt dışında dev dalgaların ortasında rotasını yitirmiş bir gemi gibi savrulup duruyordu. Burada yetişen çocuklarımızın çoğunluğu okullarda Türkçe dersi görmedikleri gibi, bu derse haftada bir iki saat katılanların öğrendikleri de kendilerini ifade etmelerine yetmiyordu.
Ben bunları düşünürken karşı taraftan gelen bir gencimizin telefon konuşmasına tanık oldum:
-Arkadaşım, bugün keine Zeit. Seninle Montag günü buluşalım. Montag olmazsa Mittwoch treffen yaparız.
-Haydaaa!…
Yüzüme bakan genç bu söze bir anlam veremedi:
-Bir şey mi dedin abi?
-Haydaaa! dedim.
-Hayda ne demek?
-Nasıl anlatsam? Almanca‘da böyle bir söz yok ki…
Delikanlı, açıklama yapmama fırsat vermeden yürüyüp gitti. Belli ki acelesi vardı.
Kar lâpa lâpa yağmaya başlayınca şemsiyemi açtım, adımlarımı hızlandırdım. Az ileride bir duvara kocaman harflerle “Türken raus! – Türkler defolsun!“ yazılmış; altında gamalı haç işareti…
-Haydaaaa!
Yaya geçidinde kırmızı lambada durdum. Karşı tarafta duran dazlak kafalı, kolları dövmeli, ayağında asker pastolları olan üç Alman genci beni işaret ederek bir şeyler anlatıyorlar. Onları tanımıyorum. Taşıtların gürültüsünden ne dedikleri duyulmuyor ama onların kafalarından geçen düşünceleri okuyabiliyorum. Yirmi yaşlarındaki üç genç lamba yeşil yandıktan sonra yanımdan geçerken pis pis sırıtıyorlar.
-Haydaaaa!…
Gazete almak için üç katlı büyük bir alışveriş merkezine giriyorum. İçerisi sıcacık. Yaklaşan Noel Yortusu nedeniyle dükkânların vitrinleri ve çam ağaçları ışıklarla, altın ve gümüş yaldızlı portakal büyüklüğündeki kürelerle süslenmiş. Noel Baba kılığına bürünmüş kırmızı paltolu, pamuk sakallı kişiler etrafa gülücükler saçarak reklam kâğıtları ve küçük çikolatalar dağıtıyorlar. İnsanlar, Noel akşamı için eşe dosta hediye alma telaşında… Kalabalıkların ortasından geçerek güçlükle bir büfeye giriyorum, gazete alacağım. Sıramı beklerken benden sonra gelen bir Alman müşteri önüme geçiyor.
-Haydaaaa!…
Yaşlı kadına sesimi çıkarmıyorum; zaten acelem de yok ama böyle saygısızlıkları sık sık yaşıyoruz. Bizi gördükleri bile yok, varsa yoksa kendileri…
Aldığım gazete başlıklarına bir göz attım:
Geçen sene, “Oğlum, paraları sıfırla!“ diyen ve yolsuzluk iddiaları ile gündeme gelen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 1150 odalı KaçAk-Saray’ın bir itibar meselesi olduğunu söylemiş. Yolsuzlukları soruşturan Meclis Komisyonunun ardından Millet Meclisi de, evlerindeki çelik kasalarda ve ayakkabı kutularında milyonlarca dolar ve euro bulunan dört bakanın yüce divana sevk edilmesine onay vermemiş.
-Haydaaaaa!…
Türlü kumpaslarla Silivri, Hasdal zindanlarında haksız yere yıllarca hapis yatan aydınlarımız, gazeteciler, yazarlar, askerler, terör örgütü üyesi olmakla suçlanan Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ ve Vardiya Bizde üyeleri ‘Adalet istiyoruz!‘ diye haykırmış. Hukuk ayaklar altına alınmış, basın susturulmuş; korku imparatorluğu kurulmuş. Yalakalık, işbirlikçilik, aydın ihaneti zirve yapmış. Eğitim yaz boz tahtasına dönmüş, çağdaş eğitimden uzaklaşılmış; okullar İmam Hatip’e dönüştürülmüş, Kadınlara yönelik şiddet ve cinayetler had safhaya ulaşmış. Osmanlıca tartışmaları başlamış. Atatürk resimleri kaldırılmış, heykelleri kırılmış. Ülke talan edilmiş; KİT’ler haraç mezat satılmış; yandaşlara, yabancılara peşkeş çekilmiş. İç ve dış borçlar kat be kat artmış. Zamlar açıklanmış. Halk işsiz, perişan; borç batağına saplanmış, üç kişiden biri icralık…
-Haydaaaaa!
Terör yine can almış, açılım süreci saçılıma dönüşmüş; ülke bölünmenin eşiğine gelmiş. Çevik kuvvet, hak arayan işçileri, memurları, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!“ diye haykıran öğrencileri coplamış; biber gazı, basınçlı su sıkmış. İş kazalarında Avrupa birincisi, dünya üçüncüsü olmuşuz. Cumhurbaşkanı yine kendisine yapılan darbe girişimlerinden, mağduriyetinden söz etmiş; gözyaşı dökmüş, başkanlık sistemini savunmuş, kendi dönemlerinde basının en özgür çağını yaşadığını dillendirip kalkınmadan, adaletten, ileri demokrasiden dem vurmuş.
Haydaaaaaaaa!…


Bahattin GEMİCİ

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.