HARUT VE MARUT

ABONE OL
18:14 - 01/10/2020 18:14
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

HARUT VE MARUT


Harût ve Marût, çoğu müfessirle tarafından, Allah’ın özel yetkili melekleri olarak anlaşılmıştır. Görevleri  insanlara büyü öğretmektir. Bilhassa karı ve kocanın arasını açma konusunda  görevlendirilmişlerdir. Bu anlayışın yanlış olduğunu yazan ve söyleyen İslâm âlimleri de vardır. Hikmet Zeyveli bu âlimlerden birisidir.
Ancak Hikmet Zeyveli gibi  müfessirlere/âlimlere itibar edilmemiştir. Bilhassa büyü pazarından nemalanan insanlar meleklerin büyücü olduğu konusunda israr etmişlerdir. Hâlâ ısrar edenler vardır.
Hikmet Zeyveli’nin konu ile ilgili yorumu şöyledir:

Bakara Sûresinin 102. âyeti hakkında tefsir ve mealler, âyetin nüzûl arkaplanıyla alâkasız ve aynı zamanda akıl-almaz birçok rivayetler naklederek hikmetli olan Kur’ân âyetini hikmetsiz ve akıl-dışı bir şekilde aktarırlar. Ancak düşünenler ve arayanlar için doğru alternatif yorumlar bulmak da müyesser olmaktadır. Biz burada; doğru bir alternatif olarak görülebilecek bir yorumu özetleyerek aktariyoruz. Kaynağımız, Beşiruddin Mirza Mahmud Ahmed tarafından yazılmış bulunan “The Holy Qur’an-With English Translation and Commentary” adlı beş ciltlik eserdir. 1. cildin 156-160. sayfalarından özetliyoruz.(Hikmet Zeyveli)

1. Kelimeler:
Tetlû: a) Okumak,
b) İzlemek, uymak, takip etmek. Burada ikinci anlam kasdedilmiştir.
Şeyâtîn (Şeytanlar): Görülmeyen ve görünen alemin şerli varlikları (İns ve Cin’den). Burada “insanların şerlileri” kasdedilmiştir.
Sihr (Sihir): Her çeşit aldatmaca, komplo. İnsanların aklını, gözlerini aldatan gerçek-dışı olay veya olgular.
Melekeyn: İki melek. Burada mecâzen faziletli ve takvâ sahibi insanlar için kullanılmıştır.
Hârût: Bölen, parçalayan.
Mârût: Moral olarak çökerten.

2. Tefsir:
Âyetin odak noktası Medine’deki Yahudiler (Benî İsrail)’dir. Sıyak-sibak (bağlam) içerisinde bu açıkça görülmektedir.
Medine’deki Yahudiler, Müslümanlara karşı birtakım taktik ve komplolar geliştirmektedirler. Medine dahilinde İslâm ve müslümanlar aleyhinde ısrarla sürdürdükleri komplolar Sîret kitaplarına bolca malzeme bırakmıştır.

Medine’li Yahudiler; dahilî müttefiklerin yanısıra, o günkü dünya konjonktüründe İran (Pers) İmparatorluğunu desteklemekte ve onlardan (İrandan); geçmişte “Babil esareti”nden kurtuluşlarına nasıl yardımcı oldularsa, şimdi de Medine’deki İslâm tehlikesinden kendilerini kurtarmaları ümidiyle, İranın bir eyaleti mesabesinde bulunan Yemenle temas halindedirler. Taberî’nin (ö. 311 H) naklettiğine göre: İran Şehinşâhı Kisrâ, Yemen valisi Bâzân’a, iki adamını görevlendirmesini ve Hicaz’daki adamı (Hz. Muhammed’i) derdest ederek kendisine göndermesini emreder. Bâzân, aldığı emri infaz için Hicaz’a iki “kahraman”ını gönderir. Fakat –rivayete göre– Hz. Peygamber bu kahramanlara Şehinşahlarının o gece oğlu tarafından öldürüldüğünü haber verir. Haberin doğruluğunu tahkik eden iki görevli, şaşkın ve eli boş Yemen’e geri dönerler. (Taberî, Tarih: C:2, s: 655-56, Kahire Basımı).
Taberî’nin naklettiği bu olayda, Medine’li Yahudilerin rollerinin olduğu anlaşılmaktadır.

Kur’ân, Yahudilerin İslâm ve Peygamberi aleyhine geliştirdikleri komplo ve taktikleri, kendi tarihlerindeki iki dönemin taktiklerine benzetmektedir:

1. Hz. Süleyman’ın yönetiminin son yıllarında, onun aleyhinde geliştirdikleri propoganda taktikleri: Tevrat’ın ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, gizli örgütler halinde faaliyet gösteren bir muhalefetin propogandasına göre; Hz. Süleyman, ömrünün sonlarına doğru yabancı birçok kadınla (Tevrata göre 700 kıral kızı + 300 cariye) evlenerek ordu gibi bir “harem” kurmakla kalmamış; aynı zamanda bu kadınların taptıkları putlar adına mezbahlar yapmış ve o putlara kendisi de tapınarak kâfir olmuştur (Tevrat:1. Kırallar, 11/1-6). Adeta masonluğun çıkışını hazırlayan bu odaklar; ülkede kargaşaya sebep olmuşlar ve Hz. Süleyman’ın ölümünden hemen sonra İmparatorluğun İsrail (kuzeyde) ve Yehuda (güneyde) olmak üzere ikiye ayrılmasına ve zamanla, parçalanmış “Süleyman Mülkü”nün yıkılmasına ve İsrailoğulları’nın esaretlere dûçar olmalarına sebep olmuşlardır.

2. Babil Esareti döneminde geliştirdikleri taktikler ve oluşturdukları örgütler: Babil Kralı Buhtunnasr (Nebukadnezar) tarafından, Mukaddes başkentleri Kudüs ve Hz. Süleyman’ın bizzat inşa etmiş olduğu Beytu’l-Makdis (Kutsal Ev) tamamen yerle bir edilerek onbinlerin oluşturduğu kafileler halinde Babil’e sürgün edilen İsrailoğulları, Babil’de geçirdikleri 50 yıllık esaretlerinin son dönemlerinde, Babil’in aleyhinde Perslerle (İranlılarla) örgütlü işbirliği
yapmışlardır. Bu örgütlü mücadelerinde kendilerinden ilham aldıklarını propoganda ettikleri iki İsrailli peygamberin de isimleri geçmektedir:

Hârût ve Mârût. (Muhtemelen bunlar isim değil lakap idiler ve istismarci örgütlerce kullanılıyorlardı. Çünkü Hârût ve Mârût kelimeleri sırayla “bölüp-parçalamak”ve “moralmen yıkmak” anlamlarını da taşımaktalar. Tevrat’a göre, o dönemin iki peygamberi Haggay ve Zekharya idi.) Ancak bu iki peygamber (veya halkın hüsn-ü zanlarıyla bu “iki Melek”) dürüst bir mücadeleyi ön görüyorlar ve Allah yolundan sapılmamasını öğütlüyorlardı. Fakat masonik gizli örgütler, o “iki Melek”in ilham veya vahiy eseri öğretisini istismar ederek faaliyet gösteriyorlardı. Ayrıca gizli örgütlerine üye olarak sadece “erkek”leri kabul ederek karı-koca ayrımcılığını bile yapiyorlardı. Bu faaliyetlerinde Babil’in aleyhinde Perslerle yaptıkları sıkı işbirliği sonunda, Perslere Babil’in kapılarını açmışlar ve ülkenin Pers egemenliğine girmesini başarmışlardır.

Bütün bu faaliyetlerinin mükâfatı olarak da, Pers Kıralı Kiruş (Cyrus), sadece onların Kudüs’e dönmelerine izin vermekle kalmamış, aynı zamanda Kudüs ve Beytu’l-Makdis’in yeniden inşasına da maddi yardımlarda bulunmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm; yukarıda özetlenen olayları kendi tarihî kültürleri olarak yakinen bilen Medine’li Yahudilere hitabında bu olayları hatırlatmakla şunları îma etmektedir:
Gerek Hz. Süleyman gibi bir peygamberin yönetimi aleyhinde geliştirilen, hedefi ve metodu batıl taktiklerle; gerekse, Babil esaretinden kurtulmak için geliştirilmiş hedefi meşru ve fakat metodu batıl komplolarla Medine’deki İslâmî hareket engellenemez. Ayrıca, ne iddia edildiği gibi Hz. Süleyman sapıtmıştır; ne de, birçok komplonuzun ilham kaynağı saydığınız Babil’deki “iki Melek” (Peygamber) sizin batıl mücadelenizin kaynağı olarak gösterilebilir. Ve siz İslâma karşı vermekte olduğunuz mücadeleden vazgeçmelisiniz!

Şimdi bu kadar “arkaplan” bilgisinden sonra sözü Kur’ân’a bırakalım:

Bakara: 102

Onlar (Medineli Yahudiler), Süleyman’ın yönetimi aleyhinde (döneminin) şeytanların(ın) takip ettiklerini (takip ettikleri taktikleri, örnek alıp) izlemekteler. (Oysa) Süleyman kâfir olmamıştı; (onun aleyhinde çalışan) şeytanlar kâfir olmuşlardı. Onlar, insanlara (her türlü) gizli komplolar öğretiyorlardı.
Ve (yine Medinel’li Yahudiler) (bir de) Babil’deki (esaret döneminde) “iki Melek”e vahyedilene (tabi olduklarını iddia edenleri) de (izlemekteler). Oysa onlar (o “iki Melek”): “Biz (bu esaret hayatıyla) (Allah tarafından) sınanmaktayız. (Sakın) küfre sapmayın” demedikçe kimseye birşey öğretmiyorlardı. Onlar (Babil’deki komplocular) ise o ikisinden, karı-koca arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. (Mason cemiyetleri gibi kadınlara kapalı, ancak erkek üye kabul eden örgütler kuruyorlardı)

Onlar (Babil’deki Yahudiler veya onları izleyen Medine’li Yahudiler) Allah dilemedikçe hiç kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek ve fakat asla fayda vermeyecek şeyleri onlardan öğreniyorlardı. Böyle bir çıkar alış-verişinde bulunanın, âhirette bir nasibi olmadığını da gâyet iyi biliyorlardı. Vicdanlarını sattıkları şey ne kötüdür, keşke (bunu) bilselerdi!
Evet, bu bir alternatif tefsir, zorlayıcı değil. Fakat efsane ve hurafe ihtiva etmiyor! Bir de, nüzûl dönemi toplumunu ilgilendiren bir mesaj ihtiva ediyor…
Selâm ile…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.