HANGİ OSMANLI

ABONE OL
18:50 - 01/10/2020 18:50
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

”Başbakan Erdoğan, 25 Kasım 2012 günü, Kütahya’da Zafer Havalimanı’nın açılışı töreninde yaptığı konuşmada, başka bir çok şeyin yanı sıra şunları da söylemişti.” mi, yoksa ”Savurmuştu.” mu desem?
”Bizim görevimiz nedir, bunu çok iyi biliriz. Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz, her yerle biz de ilgileniriz ama bunlar televizyon ekranındaki ecdadımızı zannediyorum o ‘Muhteşem Yüzyıl’ belgeselindeki gibi tanıyor. Bizim öyle bir ecdadımız yok. Biz öyle bir Kanuni tanımadık. Biz öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmeniz, anlamamız lazım.”

Anımsayacaksınız; Başbakan’ın bu sözleri görsel ve yazılı basında geniş yer buldu ve çok çeşitli yorumlara yol açtı. Yorumların, aşağı yukarı, bütünü onun Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ilgili yasaklayıcı tutumu üzerinde yoğunlaştı. Bu yöndeki eleştiriler doğal ve önemlidir kuşkusuz. Ancak Başbakan’ın sözlerinde gözden kaçırılmış olan çok daha önemli bir konu var ki; o da şudur:

Biz Avrupa Birliği’ne gideceğimizi sanıyorduk. (Ben hiç sanmadım ve bunu her ortamda da söyledim. Bizi bu saçma birliğe almazlar.)

Başbakan, ”Bizim görevimiz nedir, bunu çok iyi biliriz. Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz, her yerle biz de ilgileniriz…” diyor.
Aklın süzgecinden geçirilmemiş ve işkembeden bir sözden başka bir anlamı yok ya bunun, hadi neyse… Bu sözler üzerinde kimse durmuyor. Ecdadımızın beş asır önce at sırtında gittiği her yere biz şimdi neden ve hangi amaçla gidelim? Gidelim de, nasıl?
Başbakan bu sözleriyle ne demek istiyor? Yeni bir fetih çağını mı başlatacağız? Kanuni 1529’da ilk kez Viyana kapılarına dayandığında, dünya henüz din savaşları çağından çıkmış değildi. Avrupa’da bilimsel devrim başlamamıştı, tanyeri henüz yeni ağarıyordu. Güneşin dünya etrafında değil de dünyanın güneş etrafında döndüğünü bilen tek insan yoktu dünyada. Kanuni öldüğünde ise Galileo Galilei henüz iki yaşındaydı.
Onun için Osmanlılar iyi savaşan ordularıyla Avrupa’nın içlerine kadar gidebildiler. Fakat Avrupalı bilimsel-teknoloji ve sanayi devriminin sonuçları alınmaya başlandıktan sonra geri bastılar.
Osmanlılar, Lale Devri’nden imparatorluğun sonuna kadar süren 300 yıllık bir modernleşme evresinden geçti. 18. yüzyıldan sonra din savaşı yapılmadı. Hatta Hıristiyan bir ülkeye karşı başka Hıristiyan ülkelerle ittifaklar bile yapıldı. Örneğin Kırım Savaşı’nda olan budur.
Gerçi Kanuni döneminde de Osmanlı ordusu Şarlken’in kuvvetlerine karşı Fransızlarla birlikte savaşmıştı. Fakat orada Osmanlıların Fransızlarla ilişkisinde himaye ve egemenlik pozisyonu vardı. Oysa 19. yüzyıldaki Hıristiyan müttefikleriyle olan ilişkilerinde böyle bir durum yoktur. Başbakan ”ecdadının” dolaştığı topraklara hangi ”görevle” için gitmek ister acaba?
Dini görevleri için mi?
Ekonomik egemenlik hayalinden falan olmasın!
Birlik yanlıları da Viyana’ya, Avrupa Birliği’ne üye olarak girecegimizi sanıyorlar. Şapşallar…
Entrika için zaman boldu.
Şimdi bir televizyon dizisinin (belgesel filmin değil) bize yansıttığı Kanuni imgesi konusuna gelince:
Başbakan, ”ecdadının” beş asır önce yaptıklarını övmenin ve yüceltmenin bir yolu olarak, onların savaş meydanlarında geçirdikleri süreyi neden daha uzun göstermek ister ki?. Hani; bu yüzden Kanuni için, ”Onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti” diyor ya…
Bu doğru değilmiş.
Seferde kalınan süreyi at sırtında geçen süre olarak kabul edersek, Kanuni’nin batıya ve doğuya yaptığı 13 seferin toplam süresi 160 aymış. Bu hesaba göre 13 yıl 4 aylık bir zaman bu.
İş bu durumda, iktidarda kaldığı süre 46 yıl olduğuna göre, Kanuni; iktidarının 32 yıl 8 ay süren bölümünü sarayda geçirmiş oluyor.
Yani; Başbakanın ”ecdadının” 30 yılı, at sırtında değil, sarayda geçen süredir. Üzgünüm…
Ayrıca sarayda geçen süre kısa olsaydı ne fark ederdi? Entrikalar için gerekli zaman bulunamayacak mıydı? Kanuni’nin sarayda geçirdiği süre, bütün padişahlardan sadece IV. Mehmet’in iktidar süresinden kısadır. O da 6 yaşında iktidara geldiği için iktidar süresi daha uzun olabilmiştir. Ayrıca ”at sırtında” olmak, entrika yapmaya engel oluşturuyormuş ki; Kanuni, oğlu Şehzade Mustafa’yı dilsiz cellatlara boğdurttuğunda ”at sırtındaydı”. Doğu seferi için geçtiği Konya’da bulunuyordu o sırada.
Oğullarını öldürten Osmanlı padişahı:
Bütün Osmanlı tarihi, aynı zamanda saray entrikaları tarihidir.
Kanuni, Hürrem Sultan’ın Rüstem Paşa aracılığıyla iktidar peşinde olduğunu ihbar ve ikna etmesi yüzünden 1553’te öz oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurttu.
O, Osmanlı tarihinde iki oğlunu birden öldürten tek padişahtır. Hürrem Sultan’dan olan diğer oğlu Beyazıt’ı da diğer oğullarıyla birlikte İran’da boğdurttu. En küçük oğlu Cihangir’in ise hastalıktan mı, yoksa bir suikast sonucu mu öldüğü belli değildir. Kanuni ayrıca 1522’de Rodos’un alınmasından sonra, orada yaşayan Cem Sultan’ın oğlu Murat’ı ve onun oğullarını da boğdurtmuştur.
Veziriazam İbrahim Paşa, Kanuni’nin kız kardeşi Hatice Sultan ile evlenmişti. Sultanın eniştesi olması nedeniyle Damat İbrahim Paşa olarak da anılan İbrahim Paşa da saray entrikalarının kurbanı olmuştu. Hürrem Sultan, kendi çocuğu olan Şehzade Beyazıt’ın hükümdar olmasını istiyordu. Oysa Sultan Süleyman’ın en büyük çocuğu Şehzade Mustafa’ydı ve İbrahim Paşa da onun hükümdarlığına taraftardı. Dolayısıyla İbrahim Paşa, bu tutumuyla Hürrem Sultan’ın hedefinin önünde bir engel oluşturuyordu. 1536 yılında bir gece yarısı uykusundayken boğdurularak öldürüldü Damat İbrahim. Onun katledilmesinin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Kanuni Süleyman 1537’de Korfu seferinden geri dönüp Serez’e geldiği sırada, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri Muhiddin ve Kadri efendileri yanına alıp beraberce konuşarak giderlerken, bu konuşmalar sırasında kazaskerler Sultan’a Damat İbrahim Paşa’nın katledilmesinin nedenini sormuşlar, fakat onların bu sorusundan rahatsız olan padişah, her iki kazaskeri de görevlerinden azletmiş.
Başbakan, tarihi geçmişimizi oluşturan Osmanlılar konusunda nesnel davranmamakta ve kendi dünya görüşüne uygun bulduğu Osmanlı’yı övmekte ve özlemektedir.
Yüceltme gayreti harcadığı ”ecdadı”; , modernleşmek için 300 yıl uğraşmış Osmanlı da değil, onun da gerisindeki klasik çağ Osmanlısıdır.
O ”ecdad” benim ”ecdadım” değildir.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda o; tarihin dipsiz kuyusundaki yerini almıştır.
Orada kalsın!
Günahları ve sevaplarıyla…•

Hasan Arslan
Türkçe Öğretmeni

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.