HALA ELLERİ VATANDAŞIN CEBİNDE

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türklerin 1960’larda Almanya serüveni başladığından bu yana emekçilerimizin alın teri, göz nuru, el emeği ve beyin gücüyle kazandıklarına ne çok akbaba göz dikti acaba, bilmem sayan var mı? İşçi şirketleri, İstanbul Bankası, emlak dolandırıcılıkları derken yeşil sermaye ve en son da yardım kuruluşlarının rezaleti. Bu nasıl bir saf halktır ki bu ahlak düşkünlerinin sahte vaatlerine kanar, çoluğunun çocuğunun rızkını olmadık adamlara kaptırır, anlamak mümkün değil!

Yıllar önce Münih Başkonsolosluğumuzda görevliyken bir İngiliz vatandaşı ve Londra’da yaşayan bir Türk kalkıp Münih’in önemli caddelerinden Leopold Strasse’de sahte bir büro kiralayarak Afrika’nın en yoksul ülkelerinden Gine’de inşaatta çalıştırmak üzere Türk işçisi götüreceğini ilan etti, gazetelerde boy boy reklamlar yayınladı. Seksenli yılların başıydı ve işyerlerinde otomasyon başlamıştı. Türk işçileri arasından mesleki niteliği olmayanlar işsiz kalıyordu. Daha ilk kuşak işçilerimiz aktif durumdaydı ve işsizliğe tahammülleri hiç yoktu. Şimdi galiba biraz kanıksandı istihdam piyasasındaki olumsuz gidişat. O yıllarda işçilerimiz işsiz kalmaktan ciddi biçimde rahatsızdılar; hizmet sektörü de bugünkü kadar gelişmemişti. Fabrikalar tek seçenekti. Neyse, bu reklamları duyan okuyan kim varsa gidip o iki sahtekâra başvuruyor ve 3,000.- DM kayıt parası ödüyordu! Gine’de iş falan yoktu haliyle. Biz Çalışma Ataşeliğinin memurları bu duruma müdahale ettik de zararı büyümeden önledik. Bunu nasıl yaptığımızı bir iki gün sonra Phoenix Yayınlarından çıkacak olan “Otuz Beş Yıllık Göç ve Bürokrasi Tanıklıklarım” kitabımdan okuyabilirsiniz. Sanırım kitap Almanya’da da satışa sunulacak, ben de zaten “Almanya Türklerini” anlattım.

Almanya’ya işçilerimizin ilk geldiği günlerden itibaren önce bazı tercümanlar, sonra bir takım kazanç vaatleri ile çeşitli sözde iş adamları, bankalar vs., ahlaksızca insanlarımızı mağdur ettiler. Devletin de yurttaşlarımızı bu kötü niyetlilerden arzu edilir düzeyde koruduğunu söylemek maalesef mümkün değil. Daha önceki yıllarda yurttaşlarımızın dinsel inançlarını istismar ederek çeşitli yollardan soyguna çıkanlar bu edepsizliklerini sürdürüyorlar. 2006 Ekim ayında Köln DİTİB’deki bir toplantıda dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının konuşacağı salonda üzerine kefen giymiş bir vatandaşımız paralarını kaptırdığı dinsel-siyasi derneğe ve yöneticilerine bir beddua ediyordu ki, sormayın. Haydi, seni önceden uyaran çıkmadı diyelim, a benim saf vatandaşım, hiç mi gidip bir araştırmadın? Bu kadar mı kolay bin bir eziyetle kazandığın paraları akbabalara kaptırmak? Bugün bir gazetede yazarlarımızdan birinin de yazdığı gibi Türkiye’de şehit çocuğu yırtık pırtık çorapla dolaşırken bilmem Moritanya’da veya kim bilir nerede iftar ziyafeti vereceğim diye seni kandıran bu alçaklara nasıl inanabilirsin? İnsan üzülecek mi kızacak mı, vallahi bilemiyor.

İşin bir de prestij tarafı var. Bu son Deniz Feneri olayı ile iş Alman yargısına yansımış ve güç bela korunmaya çalışılan itibarımız bir defa daha yerlere indirilmiştir. Türkiye – ve öncelikle bilinçli yurttaşlarımız – bu kepazeliklere dur diyemediği sürece yurtdışındaki vatandaşlarının ülkemize olan bağlılığını da tehlikeye atıyor. Ve bunu neredeyse elli yıla yakın bir zamandır yapıyor! Daha fazla ne denebilir ki acaba, sevgili okurlar?

Dr. O. Can Ünver

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.