GÜZEL NEDİR?

ABONE OL
11:54 - 23/10/2020 11:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

”Güzel” demek ne oluyor, güzelliğin anlamı ve manası nedir acaba? Kime veya neye güzel deriz? Evet, insanlar bu tanımlamayı çeşitli olaylar, vakalar ve nesnelerin, canlı veya cansız varlıkların tarifi için kullanırlar. Bir kişiye veya bir şeye ”güzel” derken neler hissediyoruz, içimizden ne geçiyor acaba?

Güzelliği ele alırken önce kendi hayatımdan, kendi hatıralarımdan bir olayı anlatmak isterim. Henüz daha çocukken, herhalde 6-7 yaşları olacak, çoğu zaman yalnız başıma yüksek bir yere çıkar çevreyi, tabiatı seyre koyulurdum. Çocukluğum dağlarda, bahçelerde orta dereceli bir Anadolu kasabasında, Hasandağı’nın eteklerinde bulunan Helvadere’de geçti. Sanırım adını da tadına doyum olmayan (helva) tatlı suyundan (dere) almaktadır. Yukarıda da belirttiğim gibi yalnız başıma yüksek bir yere çıkar ağaçları, dağları, insanları, kısacası çevremdeki canlı cansız her türlü nesne ve olayları uzun uzun incelerdim. Belki de bilim insanı olmamın nedenlerinden birisi de bu çocukluk merakımdı, bilemiyorum. Böyle anlarda dalar gider zaman zaman da sesli söylenmeye başlarmışım, öyle söylerler. Ben söylediğim şeyleri (türküleri) hatırlamıyorum ama beni takip eden büyüklerimin anlattığı kadarıyla aktarayım:

Bu dağlar taşlar
Ağaç ve kuşlar
Nerden geldi acaba…
Bütün bu insanlar?

Tıkır mıkır arabalar
Gürültüyle teyyareler
Nerden geldi acaba…
Köydeki tüm kuzular?

Benim olsa bu gördüklerim
Dağlar, taşlar, hep sevdiklerim
Ne yapardım acaba…
Öğrenebilseydim bilmediklerim?

Ben yapabilseydim evleri
Sürebilseydim teyyareleri
Ne derlerdi acaba…
Bilseydim hep bunları?

Bugün düşünüyorum bazen o anları. Nedendi acaba bunları söylememin sebebi? Çevreme olan sevgim, merakım ve bağlılığım mıydı? Bilemiyorum…

O zamanlar çocuktum ve her şeyin ”sonsuz” olacağını zanneder, her şeyin aslında vadeli olduğunu, vadesi gelince de gideceğini bilmezdim. En azından sevdiklerimin (güzel olanın) böyle olacağını zannederdim. O dönemlerde vadeli olan her şeyin karşılığında bende ”vadesiz” sevgi ve hayranlık duyguları vardı. Bu duyguların yoğunlaştığı anlarda çevremdeki ayrıntılar (gördüklerim, hissettiklerim) bütünleşerek içimde bir tablo çizer ve bu şekilde güzelliği yansıtıyordur diye düşünüyorum. Şu an böyle düşündüğüm böyle hissettiğim içindir ki herhalde o zamanlarda öyleydi. Ben çevremdeki ve içimdeki güzelliği sadece böyle dile getirebiliyor, böyle yansıtabiliyorum. Öyle zannediyorum ki, bu benim içimde olan tanrısal bir içgüdüdür.

Bu gerçekten doğrumu yoksa bugün, uzaktan olarak, o zamanki olayları ve düşüncelerimi bugünün ölçüleriyle mi değerlendiriyorum? Hayır, bu günlerde de, o zamanlarda olduğu gibi, bazı şeylerin vadesizliğine inanır, güzelliği aslında fırçamdaki boyaların birleşerek bütünleşmesiyle, uyuşmasıyla ortaya çıkan tabloda fark ettiğimi düşünüyorum.

”Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa” diyor ozan. Yani güzel dediğimize aslında o güzelliği biz yüklüyoruz. İçimizde renklerin bütünleşmesiyle ortaya bir tablo var, biz güzeli o tabloda arıyoruz. Zira ”gönül kimi severse güzel odur.” Güzelliği gözle değil ancak yürekle görebiliriz ama ne yazık ki o güzelliği artık göremez, etrafımızdakileri fark edemez olduk.

Sahi güzel olan neydi? Güzel olan nedir?
İlk çağlarda filozoflar güzelliği iki türlü tarif ederlerdi. Birincisi, parçaların (birimlerin) kendi arasında ve bütünle harmoniyle uyuşması, güzelliğin özelliği olarak göstermektedir.
Ünlü astronom ve filozoflardan KEPLER’in şöyle bir sözü vardır: ”Sana defalarca şükürler olsun ya Rabbim, bana yarattıklarındaki güzelliği görebilme imkanını verdiğin için”. Evet, aslında bu söz güzelliğin kaynağını tam olarak açıklamaktadır.

Güzel ”gerçek” olandır…
ebedi ve vadesiz demektir…
Güzel ”ideal” olandır…
basit ve sade demektir.

Latince’de şöyle bir ana söz (atasözü) vardır: ”Simpleks sigillum veri”, yani ”basitlik (sadelik) güzelliğin mühürüdür” anlamında. Bu satırı taşıyan amblem bazı üniversitelerin (Göttingen Üniversitesi, Göttingen, Almanya) dershanelerinin veya kiliselerin (Peterskirche, Leiden, Hollanda) duvarlarında bulunur. Herhalde yeni yetişen bilim adamlarına veya kiliseyi ziyaret eden insanlara ikaz olsun diye. Fakat neyin ikazıdır bu? En güzel şeyin gerçeğin ta kendisi olduğunu ve gerçeğin de aslında sadelik olduğunu mu acaba?

İkinci bir ana söz de şöyle der: ”Pulchritudo splendor veritatis”, yani ”güzellik gerçeğin parıltısıdır.” Bu da herhalde bilim adamlarına ”gerçek” olanın ”parıltısından” anlaşıldığını söylemektedir. Pekala, bu ”parıltıyı” nasıl anlayabilir, nasıl farkına varabiliriz?
Öyle ya bu ”parıltının” bir şekilde gözlenebilmesi veya hissedilebilmesi gereklidir. Aslında bu parıltının gözle veya akılla değil, ancak kalple ve ruhla sezilmesi mümkündür. Zira ebedi olanı, sonsuz ve vadesiz olanı ancak kalple ve ruhla sezebilmemiz mümkündür.
Güzelliği görmek metodik bir girişimle (her şeyi zamanında ve yerinde kullanma) değil, aniden, birden, kalpten gelen bir ilhamla ve duyguyla mümkündür. Onun içindir ki çoğu üniversiteler öğrencilerine metodik bir öğretimin yanı sıra kalbin, ruhun, ilhamın önemini de hatırlatmak istemektedirler.

”Girdim ilim meclisine
Eyledim taleb
Dediler ilim geride
İlla edeb, illa edeb”
(Lâedri)

Bu vesileyle sonsuz, ebedi ve vadesiz bir his, duygu ve sevgiyle, kalbinde güzelliğin parıltısını taşıyan ve bu parıltıyı da çevresine yansıtabilen tüm ”güzeldaşlarımı” selamlıyorum.

Dr. Ali Sak

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.