GÜNEYDOĞU GEZİSİ (IX)

ABONE OL
18:20 - 01/10/2020 18:20
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

GÜNEYDOĞU GEZİSİ (IX)

-Her tarihi eser gibi Ulu Cami de pislikten nasibini alan tarihi eserlerden biri-


Mardin Ulu Cami

Ulu cami, Mardin’in en eski Camisi. Minaresi Artuklu Hükümdarı Kutbettin İlgazi zamanında inşa edilmiş(1176). Caminin kapısında 1190 tarihinde yapıldığı yazılmakta. İlk yapıldığı sırada iki minaresi varmış. Günümüze bir minaresi gelmiş. Diğeri yıkılmış.

Mardin Ulu Camii’nde,  Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Maliki mezheplerinin mensupları için ayrı ayrı mihraplar yapılmış. Caminin mihrap tarafında duvara monte edilen bir muhafaza içinde sakalı şerif şişesi de mevcut. Ayrı ayrı kişilerin sakladığı 4 anahtarı varmış bu muhafazanın.
Caminin minaresinde kufi harfler ile kelime-i tevhid ve cennetle müjdelenen on sahabenin ismi yazılı. Ayrıca -ve men yetevekkel alellahi fehuve hasbuhu-,/Kim allah’a tevekkül ederse O ona yeter, ayeti yazılı.

Mardin Ulu Camii ile ilgili olarak anlatılan bir de hikâye var: İki minare varken minareler arasına yılan ve akrep sokmasına karşı bir tılsım asılıymış. Sonradan minarelerden birinin yıkılması ile tılsım işlevini yitirmiş. Fakat halk halen tılsımın etkisinin sürdüğüne inanırmış. Mardin’de yılan ve akrep sokmasının olmayışını bu tılısıma bağlarlarmış.

Müslümanlara miras kalan, her tarihi eser gibi, Ulu Cami de pislikten nasibini alan tarihi eserlerden biri. Maaşlı olarak çalışan iki tane görevlisi (İmam ve Müezzin) olduğu halde.

Mardin’i ziyarete gelenler, önce Manastırları sonra da mutlaka bu camileri geziyorlardır. Bizim gezdiğimiz gibi.  Manastırlardaki temizliği ve ilgiyi gören bu ziyaretçiler Camilerdeki pisliği ve ilgisizliği görünce ne düşünüyorlardır tahmin etmek güç değil. Mardin Turizm Müdürü’ne göre bu cami de Diyanet Vakfı’na aittir herhalde!

Şehidiye Camii ve Medresesi




Şehidiye Camii Sultan Melik Nasruddin Artuk Aslan tarafından 1201-1239 tarihlerinde yaptırılmış. Kendisi de burada medfundur. 1916 yılında camiye bu gün ayakta duran o muhteşem minaresi ilave edilmiş. Cami, eğitim odaları ve şadırvan hepsi bir avlu etrafında çevrelenmiş. 2004’te restore edilmiş. Minare 1916 yılında Ermeni mimar Lole tarafında inşa edilmiş.

Yatsı namazını kıldık burada. Namazdan sonra Cami hakkında bilgi almak istedik hoca efendiden. Hoca efendi çok yorulmuş (!) olmalı ki namaz kıldırmaktan, bu görevi müezzine devretti ve gitti. Müezzin bilgi vermeye çalıştı, fazla da bilgi sahibi olmadığını anladık. Caminin giriş kapısının üstünde bir pencere var. Müezzine sordum bu pencere ne işe yarıyor?’  İnanın ben bu pencereyi ilk defa görüyorum’ dedi. Sözünde de samimiydi. Camide müezzinlik yapıyor ve caminin tarihi hakkında bilgi sahibi değil. Şaşırdık sadece.

Dünya Müslümanlarının içinde bulunduğu durumu bu sorumsuz sorumluları görünce daha iyi anlıyorsunuz.

Telkâri

Mardin yöresine ait bir gümüş işleme sanatı. İnce gümüş tellerin birleştirilmesiyle yapılırmış. Bu işlem türü millattan önce 3000’lere dayanmaktaymış. Ortadoğu’ya ait bir sanatmış. Dönem dönem geniş uygulama alanları bulmuş. Ortaçağda Sicilya ve Venedik’te de kullanılmış. Telkâri, tamamen elde yapılan bir işlem. Bu amaçla teller kendilerinin etrafında oval, yuvarlak vb. şekiller oluşturularak sarılıyorlar. İmran’ın abisinin oğlu bizzat uygulamalı olarak anlattı bunları bize.

Mardin Eşekleri

Mardin Belediyesi bünyesinde istihdam edilen kadrolu 47 adet eşek varmış. Sokaklar çok dar olduğu için bu eşekler çöp taşıma işinde kullanılmaktaymış. 43’ü günü birlik çöp toplayan eşeklerden 4’ü yedek olarak tavlada bırakılıyormuş. Eşekler yaş itibari ile emekli bile yapılıyorlarmış.

Otelin terasındayız

Akşam, otelin terasından ovaya bakarak çay içmek özel bir keyif verdi bize. Siyaset konuştuk İmran’la biraz da. Açılım sürecinden bahsettik. PKK’dan ve BDP-HDP’den bahsettik. AK Parti’den konuştuk. Verilmeyen haklar, vatandaş olarak sahiplenilmemek, sistemin Kürt halkı üzerinde baskı kurması gibi konuları konuştuk. Sadece konuştuk. Konuşabilmek bile güzel bu konuları. Anlamak için konuşmak gerekiyor.
Kürt halkı ile Türk halkı ne kadar konuşabiliyorlar bilmiyorum. Bildiğim tek şey konuşulmadan sorunların çözülemeyeceği. Barış sürecinde halklar konuşmalı.
Türkiye halkları bu süreçte konuşmak için vesileler aramalı. Bizim yaptığımız gibi. Arkadaşlarımızın ortak kararı, bizler birbirlerimizi tanımıyoruz. Medya üzerinden konuşmaya çalışıyoruz. Medya da safları sıklaştırmıyor ayrıştırıyor.
Sırf bu yüzden çiçeği burnunda Mardin belediye Başkanı Ahmet Türk’ü makamında ziyaret etmek için girişimlerde bulunduk ama başarılı olamadık.

Midyat




Sabah Mezopotamya Ovası’na karşı otelimizin terasında kahvaltımızı yaptıktan sonra,  Midyat’a müteveccihen yola çıktık. Devlet Konuk Evi’nin terasındayız. Midyat’ı terastan seyrediyoruz. Midyat Ayna demekmiş.  Bu konakta çekilen Miran Ağa ve Sıla dizilerinin birer aktör ve aktristi gibi kendimize roller bile biçtik konakta.

Midyat Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en gelişmiş ilçelerinden biri. Geçim kaynağı tarım ve hayvancılık. 2000’li yıllardan itibaren İlçede çekilen dizi film ve sinema yapımları sayesinde unutulmaktan kurtulmuş. Midyat’ta yaşayan tüm toplulukların ortak değeri olan Telkâri/Gümüş İşleme sanatı da bu vesileyle tekrar canlanmış.
Midyat; MS 6. yy da Abbasilerin hâkimiyetine geçmiş. 1535 yılında Osmanlı topraklarına katılmış. Birçok ulusun yaşam sürdüğü bütün dinlerin kardeşçe yaşadığı antik bir kent Midyat.

Mardin ve Midyat’ın büyüsüne kapıldık ve Mor Gabriel Manastırı’nı unuttuk. Emin’e işin başından beri Mor Gabriel’i defalarca hatırlattım ama, demek ki o da unutmuş olmalı. İmran niye unuttu onu bilmiyorum. Zaman sıkışıklığından olmalı diye yorumladık.

Hasankeyf




Batman’a bağlı olan, iki yakasını Dicle Nehri’nin ayırdığı tarihi bir ilçe Hasankeyf. Tarihi, M.Ö. 10.000 yıl öncesine kadar gitmekteymiş. 1981’de sit alanı ilan edilmiş. Zamanında önemli bir ticaret merkeziymiş.
Hasankeyf’i Artuklular’dan alan (1232) Eyyubiler, henüz bölgeye tam hâkim olamadan Moğol istilası musallat olmuş. Birçok yerleşim yeri gibi burası da altüst edilmiş.

Eyyubiler, Moğol şokunu atlattıktan sonra 14. yüzyıl başlarından itibaren Hasankeyf’i yeniden imar etmeye başlamışlar. Özellikle bugün Hasankeyf’te bulunan birçok eserde imzası bulunan Eyyubiler’in, Sultan Süleyman zamanında bu imar faaliyeti zirveye ulaşmış. Hasankeyf, bu yıllarda tarihinin en parlak dönemlerinden birini yaşamış. 1515 yılında Osmanlı hâkimiyetine geçmiş.

Doğunun muhteşem tarihini görmek istiyorsanız, Hasankeyf’i mutlaka görmelisiniz. Geç kalırsanız, göremeyebilirsiniz. Çünkü 2015 te  Ilısu Barajı, bu güzelliği timsah gibi yutacak.

Hasankeyf Kalesi




Hasanakeyf kalesi, Dicle nehri kıyısında ve nehirden 200 m. yükseklikte. M.S.363 yılında, Süryani piskoposluğunun merkezi olarak Bizanslılar tarafından yapılmış. Hristiyanlığın bu bölgede yaygılaşmasından sonra, Kadıköy Konsili tarafından M.S. 451 yılında alınan bir kararla Hasankeyf’teki Piskoposluğa Kardinal unvanı verilmiş. Bu kale, Bizanslılar’ın doğuda yaptıkları en sağlam kaleymiş.
1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra 1101-1231 yılları arasında Artukoğulları Beyliği’ne başkentlik yapmış.






Hasankeyf Kalesi’nin iki kapısı var. Doğudaki kapıya İmam Abdullah Kapısı, Batıdaki kapıya da Sır Kapısı denilmekteymiş. Kaleye 2.000 basamaklı merdivenlerle çıkılırmış. Kaleye su taşımak için Dicle Nehri’ne inen biri açık diğeri gizli iki yolu daha varmış. Bu merdivenler hâlâ ayakta. Kale ziyarete kapalı olduğu için biz içini gezemedik. İnsanlığın ilk olarak dünyada mağara yaşantısıyla, mağara hayatıyla şehirleşmeye başladığı antik bir kent. Hasankeyf‘e mağaralar, camiler, saraylar, kiliseler diyarı desek yanlış olmaz.

En görkemli dönemlerini yaşadığı Artukoğulları’na 130 yıl boyunca başkentlik yapmış, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış ve binlerce yıl önce Yukarı Mezopotamya’nın göz bebeği olan bu antik kent 2015’ te maalesef sular altında kalacak. Tıpkı Halfeti’de olduğu gibi.

Halk 1969 yılına kadar mağara evlerde yaşamını sürdürmüş… Mağara evleri oldukça güzel evler. Herşeyi düşünülmüş içinde. Mağara evler gayet serin ve hatta konforlu denecek kadar büyük ve ferah bana kalırsa…

Er-Rızk Camii

Cami, Eyyubi Hükümdarı Sultan Süleyman tarafından 1409 yılında yaptırılmış. Güneydeki ibadet mekânı heyelan yüzünden nehre uçmuş. Günümüze harimin kuzey duvarı ile avlu giriş cephesi, taç kapı ve minaresi ile ulaşmış. Bugün caminin özgün yapısından sağlam olarak avlunun kuzey cephesindeki minare ve taç kapı ile harimin kuzey cephesi kalmış. Şerefesine iki merdivenle ulaşılan minare, gövdesindeki geometrik bezemeler ve kufi hatlı Arapça yazılar, küçük mozaikler halinde kesilmiş renkli taşlar ile hayranlık verecek kadar güzel.

Minarenin bir de hikâyesi var: Minare ustalarından birinin kabiliyetli bir çırağı varmış. Çırak ustalaşınca başka öğrenciler yetiştirmek için ustasından izin ister. Usta “Bunları başkasına öğretirsen benim bir önemim kalmaz” diyerek bu isteğe karşı çıkar. Konu halka açılır. Halk karar verir. Çırağın ayrılması yeni ustaların yetişmesine vesile olacaktır. Bu güzel birşeydir. Ancak çırak söylediği gibi gerçek bir usta mıdır? Bunun tespit edilmesi gerekir.  Yarışma açılır. Hangisnin daha iyi usta olduğunun tespiti yapılacaktır. Usta ve çırak birer minare yapacaktır.




Çırak kimseye sırrını söylemeden çift merdivenli bir minare yapar. Minareye çıkan ve minareden inen birbirlerini görmezler. Ustanın yaptığı minare bilinenlerden farklı değildir. Üstelik çırak minareyi ustasından önce tamamlar. Yarışmayı çırak kazanır. Usta bu durumu hazmedemez ve çırağını öldürmeye karar verir. Çırak yaptığı minarenin tepesinden Hasankeyf’in büyüleyici güzelliğini seyre daldığı bir sırada, usta gizlice minareye girer. Çırak ustanın elinde hançerle yanına yaklaştığını görünce ikinci merdivenden aşağı iner. Usta, bir de bakar ki çırak aşağıda. Başlar bağırmaya yukarıdan.  ”Sen nasıl indin oraya?!!’.
Usta ikinci yolu unutmuştur. Çırak minareden atladığını söyler. Usta hatırlamıştır çırağının çift merdivenli minare yaptığını. Gururuna yediremez ve minareden aşağıya atlayarak, hayatını sonlandırır. Boynuz kulağı geçti lafı, işte buradan gelmekteymiş.

Osmanlılardan kalma bir de hamam var Hasankeyf’in girişinde. Şehre gelenler önce hamama uğramak zorundalarmış. Çeşitli hastalıkların şehirde yayılmaması için alınmış bu tedbir.

İmran, kalenin kireç ve kalkerden yapılma olduğu için zamanla, zaten eriyeceğini ve yok olacağını düşünüyor.

Hasankeyf gibi tarihi bir dokunun 2015 yılında sular altında kalacak olması bütün arkadaşlarımızı üzdü. Şüphesiz enerjiye ihtiyacı olan bir ülke Türkiye, ama bu işin rüzgârı var,  güneşi var. Türkiye de bu ikisi de fazlasıyla mevcut. Bunlardan yeteri kadar yararlanılıyor da, sıra Hasankeyf’e mi geldi?…

Zeynel Bey Türbesi

Türbe, 1462-1482 yılları arasında Hasankeyf’e hâkim olan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın, Otlukbeli Savaşı’nda yaralanıp burada ölen oğlu Zeynel Bey için yaptırılmış. Mimarisinde, kuruluşu ve bezemesiyle Azerbaycan ve Türkistan yöresi anıt mezarlarının etkisi görülürmüş. Dıştan silindirik görünüşüne karşılık, içten sekizgen plandaymış. Gövde yüzeyinde firuze ve lacivert renkli sırlı tuğla kaplamalarla, mozaik çinilerden oluşan bitkisel ve geometrik dekorasyonun yanı sıra, “Allah, Muhammed, Ali, Ahmed” kelimelerinden müteşekkil kufi hatlı Arapça yazıya da yer verilmiş. Biz karşıdan gördük türbeyi. Yalnızlaşmış. Ölümünü bekler gibi hüzünlü. Bizi yanına çağırdı ama, Emin bu sese de kulak vermedi. Fereibotu kaçıracağız diye kaygılı.




Hasankeyf’ten ayrılmak çok zor geldi bana. Keşke burada birkaç gün daha kalabilseydim. Tarihe biraz daha yakından dokunmak hoşuma giderdi. Ama Emin çoktan başladı bile bağırmaya ‘Aruz turdan kimse kalmasınnnnnn…’

Hasankeyf’e,  Zeynel Bey Türbesi’ni, Er-Rızk camiinin minaresini, Hasankeyf Kalesi’ni ve Mağara evlerini, suyun altında kalmış halleriyle hayal ederek veda ettik.




“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”/ Şanı yüce olan Allah’a hamdolsun! Biz, O’ndan geldik ve yine o’na döneceğiz (Bakara 156)




Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.