GÜNEYDOĞU ANADOLU GEZİSİ (I)

ABONE OL
18:22 - 01/10/2020 18:22
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 

GÜNEYDOĞU ANADOLU GEZİSİ (I)
Benim alımlı, çalımlı, cilveli, nazlı gelinim, ne kadar da albenili, ne kadar da güzelmişsin sen. Ovalarınla, dağlarınla, ırmaklarınla, bağrında taşıdığın insanlara can veren kan veren o kıymetli hazinelerinle ne kadar da çekiciymişsin, samimiymişsin, candanmışsın, içtenmişsin sen. Ana diye bellediğim, bağrına yaslandığımda huzur bulduğum güzeller güzeli Cennet Vatan’ım benim.   Minnettarım sana. 

Şair, boşuna dememiş senin için; “Bastığın yerleri ”toprak!” diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.” 

Bizi ağırladın, kahrımızı çektin, birikimlerini, değerli hazinelerini, o güzelim nimetlerini serdim önümüze, ne kadar da özene bezene hazırlamışsın ikram sofranı, o çeyiz sandığını, gözlerimiz kamaştı, keşke dedik keşke… 

Kıskanmasına kıskanmadık da, içimiz burkuldu. Kendimizi suçlu hissettik. Çeyiz sandığına göz diken canilerle, zalimlerle, onların yerli işbirlikçileriyle, teröristlerle mücadelende yalnız bıraktık seni, omuz omuza veremedik, destek olamadık sana, keşkemiz ezikliğimizdendir. Utancımızdandır. 

Bütün bu olup bitenlere, vefasızlığımıza rağmen yine de bastın ya bağrına bizi, yine de emzirdin ya kucağında sallayarak, ninni söyleyerek bizi. Mutlu ettin, sevindirdin. Allah da seni mutlu etsin, çocuklarından, akrabalarından, sevdiklerinden ayırmasın seni.  Acıdan, tufandan, boradan, fırtınadan uzak kılsın, namus düşmanlarından, ırz düşmanlarından, korsanların zulmünden, kıymet bilmezlerin şerrinden, karanlık güçlerin şerrinden uzak kılsın seni ana dediğim güzel vatanım benim.

Anavatan’a gidiyoruz

26 kişi ile çıktık yola, 50 seneden beri resmi ziyaretler ve davetlerin dışında birlikte olamadığımız Anavatan’a gidiyorduk, Anadolu’ya gidiyorduk. 1071’de yurt edinmiştik oraları.  Hepimiz sevinçliydik. On line çek in yapıldığı için,  kendilerini uyanık sanan, söz dinlemeyen iki kafadar verilen saatten 1,5 saat sonra geldiler Tegel Havaalanı’na. Havalarından da geçilmiyordu.’Bakın biz sizden bir buçuk saat fazla uyuduk.’ diye. Yanaştılar bavullarını vermek için şaltere. Hemen sonra başladılar sağa sola telefon etmeye “Uçak kalkıyor ne olur hemen getirin pasaportu.” Meğer çocuklarının pasaportunu evde bırakmış Oğuz ailesi. Ünal Oğuz ve eşinden bahsediyorum. Recai Şentürk’e kızıyor Ünal, o söyledi bana ‘Geç gitsek bir şey olmaz’ dedi… Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş,  boşuna söylememişler bu sözü. Havaalanında kaldı Oğuz ailesi. Sonraki uçaktan yeni bir bilet alarak arkamızdan geldiler Adana’ya. 

Adana 01

Plaka numarası bir olan şehirden başladık Güneydoğu Adadolu turuna. Otelimiz eski Adana’daydı,  hemen çarşıyı pazarı turlamak için eşimle attık kendimizi dışarıya. Gördüklerimiz, hissettiklerimiz bizi hayal kırıklığına uğrattı. Çarşı perişan, pislik almış başını gidiyor. Yiyecekler açıkta satılıyor, kabuklu ve kabuksuz, hepsi. Daracık ve bakımsız sokaklar. İnsanlar kavruk, sanki hayatlarından bezmişler gibi, kadınların çok azının başı açık, hedefsiz idealsiz gibi yürüyorlar sokakta. 

Dalından taze koparılmış erik çarptı gözümüze, 1 kilo aldık arkadaşlarımıza dağıtmak için. Adana kebap tütüyordu burnumuzda, tur sorumlusu kardeşim Emin, akşam yemeğinde Adana kebap olacağını önceden söylediği için iştahımızı akşama sakladık.  Ancak hayal kırıklığına uğradık. Salata çeşitlerine sözümüz yoktu ama,  kebap kebap değildi. Berlin’de bile biz o kebaptan daha lezzetlisini yiyoruz.  Karnımız aç olduğu için sesimizi çıkarmadık. Hatta kebabın nasıl olduğunu sorduğunda, müessese sahibine ‘İyidir, severek yedik’ bile dedik.
 
Sakıp Sabancı Camii

Yemekten sonra yatsı namazını kılmak için, Sakıp Sabancı Camii’ne gittik. Muhteşem bir cami. 28.000 kişi namaz kılabiliyormuş camide, hocanın dediğine göre. Ancak hocanın cemaatı yatsı namazında sadece 5 kişiydi. ‘Neden caminizde cemaat yok?’ şeklindeki sorumuza karşı hoca; cep telefonunu çıkardı ve kutlu doğum haftasında yapılan programdaki kalabalığın resmini göstermekle yetindi  ve hızlıca bizden uzaklaşıp gitti. Hoca Trabzonlu.

Sabancı Merkez Camii 65.000 metrekare arsa üzerine yapılmış ve 1998 yılında hizmete açılmış. Caminin proje mimarı Necip Dinç.

28 bin kişinin namaz kılabileceği Cami, son cemaat mahalliyle birlikte 6600 metrekareye yayılmış; 9 fil ayağı üzerine oturuyor. Klasik Osmanlı mimarisi tarzında yapılmış. Genel görünüm olarak Sultan Ahmet Camii’ne,  iç mekân olarak Selimiye Camii’ne benziyor.

4 yarım-kubbesi, 5 tam kubbesi, 32 metre çaplı ana kubbesi var. 6 da minaresi; bunlar 4 halife ve 4 mezhebe, İslam’ın 5 şartına, imanın 6 şartına karşılık gelmekteymiş. 32 metre çaplı ana kubbe 32 farza, avludaki 28 kubbe Kur’an’da adı geçen 28 peygambere, ana kubbedeki 40 pencere Hz. Muhammed bin Abdullah’ın peygamber olduğu yaşa ve günlük kılınan 40 rekat namaza, 99 metrelik 4 minare Allah’ın 99 güzel ismine karşılık geliyormuş. Rehberimiz İmran Ektiren böyle anlattı. 

Taş Köprü

Daha sonra Taş Köprü’yü gördük.  Taşköprü Seyhan Nehri üzerinde, Adana şehir merkezinde, Batı (Seyhan) ve Doğu (Yüreğir) yakalarını birleştiren, tarihi bir köprü.  Roma dönemi eseri. M.S. 384’de Mimar Auxentus tarafından yaptırılmış. Batı ucunda Sabancı Merkez Camii, doğu ucunda ise HiltonSA oteli bulunmakta. Yani, Sabancı nehre damgasını vurmuş. Aslı 21 gözlü olan köprü, Seyhan Nehri’nin ıslahı sırasında 7 gözünün toprak altında kalmasıyla 14 gözlü olarak hizmet veriyor. Köprü araç trafiğine kapatılmış ve sadece yayaların hizmetine sunulmuş. 

Köprüden baktığımızda manzara o kadar etkileyiciydi ki, oradan ayrılmak istemedik. Bu etkileyici manzaranın oluşmasında Sabancı Camii’nin etkisi büyük. Mızrak gibi gökyüzüne doğru süzülen minareleri pırıl pırıl. 15 dakikalık zaman verildi fotoğraf çekmek için, biz o zamanı 40 dakikaya çıkardık. Seyhan nehri üzerindeydik ve ilk defa deklanşörlere basıyorduk. Bizimki fotoğraf çekmek değil biraz da özlem gidermekti sanki.



Seyhan Irmağı

Seyhan Irmağı Akdeniz’e dökülen en büyük ırmak. Seyhan adı, Orta Asya’daki Seyhun Irmağı’nın anısını yaşatmak amacıyla Anadolu’ya göçlerle gelen Türkler tarafından verilmiş. Seyhan Irmağı‘nın uzunluğu 560 km. 

Elektrik üretiminin yanı sıra tarımsal sulamada da kullanılan Seyhan Irmağı büyük ekonomik öneme sahip.  Seyhan Irmağı, Çukurova’da üretilen pamuk tarımı için yaşamsal önem taşıyor. Yetiştirilme sürecinde çok su isteyen pamuk üretiminde, Seyhan Irmağı’nın suları kullanılmakta.  Pamuğun yanında Çukurova’da üretilen diğer tarım ürünlerinin sulamasında da Seyhan Irmağı’ndan yararlanılıyor. Yaz aylarında suları çekilen Seyhan Irmağı, ilkbahar aylarında en yüksek debisine ulaşırmış.

Kısa bir şehir turunun ardından otelimize gittik. Sabah 06.00 da kalkılacak, kahvaltıdan hemen sonra  07.00 de yola çıkılacaktı. Tur sorumlusu Emin kardeşimiz öyle söyledi. Emin Oruç tur sorumlusudur. İmran Ektiren’le sınıf arkadaşıymış üniversitede.

Tarsus/Mersin

Ashab-ı Kehf, Danyal Peygamber’in türbesi, Şahmeran ve Aziz Paul’un kilisesi ve kuyusu ziyaret edilecek önemli yerlerden bazılarıdır diye bilgi verdi rehberimiz. Rehberimiz Mardin’lidir. Turizm ve rehberlik okumuş üniversitede. Adı İmran Ektiren. Tarihi mekanları, yorum katmadan anlatmaya çalşıyordu. İnsanları yönlendirmek için bir gayretin içine girmeye çalışmadı. Tarafsızlığını korumaya çalıştı gezi süresince. Birkaç kez ‘Allah razı olsun Avrupa Birliği’nden.’ dese de yapılan yapıcı ikazı haklı buldu ve bir daha tarafsızlıktan ayrılmadı. 

Ashab-ı Kehf’in yattığı yer yamacın bağrında. Çok güzel korunmuş, pırıl pırıl bir mekan beklentimiz vardı. Beklentimizi tamamen karşılamasa bile benzer yerlerle kıyasladığımız zaman idare eder diyebileceğimiz bir ziyaret merkezi Ashab-ı Kehf. Mağarada bidat ve hurafeler eksik değil. Bilhassa bayanlar ellerini, yüzlerini taşlara sürüyorlar, gruplar halinde Yasin okuyanlar ve amin diyerek okuyuculara katılanlar var.  

Yokuşun dibinde satıcılar vardı. Bağ yaprağından, zahterinden, dut ve eriğe kadar turfanda satıyorlar. Yine elimiz eriğe gitti.

Ashab-ı Kehf

Mağara arkadaşları manasına gelen Ashab-ı Kehf efsanesinden Kur’an’da Kehf Suresi’nin 9 ila 26. ayetlerinde bahsedilir. Zalime karşı direnen, adaletsizliğe isyan eden 7 gencin hikayesidir Ashab-ı Kehf’in Hikayesi şöyle:  
Hikâyeye göre  Ashab-ı Kehf, bugün yeri konusunda çeşitli rivayetler bulunan Romalılar döneminde  Efsûs şehrinde yaşıyorlar. Bunlardan altısı sarayda görevli, hükümdara yakın kimseler ve hükümdarın müşavere heyetinde. Onun sağında ve solunda bulunuyorlar. Sağındakiler Yemliha, Mekselina ve Mislina. Bunlara “Ashab-ı Yemin” denmiş. Hükümdarın solunda bulunanlar ise, Mernuş, Debernuş ve Şazenuş. Bunlara da “Ashab-ı Yesar” denmiş.

Roma imparatoru Dokyanus (249-251). Putperesttir ve zalim biridir. Putperestliği kabul etmeyip tevhid inancını seçenleri öldürür. Tevhid inancına sahip insanlardan kendi sarayında da vardır, hem de en yakınlarıdır bunlar. Bir ihbar üzerine saraydaki putperest olmayan gençleri öğrenir. Önce onları çağırıp tehdit eder, onlar bu tehdide boyun eğmezler, aksine İmparator Dokyanus’u da inançlarına davet ederler. İmparator şaşkınlık içindedir, beklemediği bir tepki ile karşılaşır. Onlara inançlarından vazgeçerek yeniden putperestliğe dönmeleri için zaman tanır. 
Gençler başlarına gelecekleri tahmin ettiklerinden dolayı bu süreyi fırsata çevirirler ve bir süre sonra güçlenip, fırsatları kollayarak, planlı bir şekilde inançlarını yaymak ve zalim İmparatordan halkı kurtarmak düşüncesiyle tekrar dönmek üzere şehri terk ederler.  
Yolda onlara kendileriyle aynı inancı paylaşan Kefeştetayyuş ismindeki bir çoban da katılır ve sayıları yediye ulaşır. Ayrıca çobanın köpeği (Kıtmir) de onlarla gelir. 
Takip edildiklerinden emin oldukları için olabildiğince kısa zaman içinde kendilerini güvende hissedebilecekleri bir yere saklanmak isterler.  Ortalık yatıştıktan sonra yollarına devam etmek için, yöreyi iyi tanıyan çobanın teklifine uyarak, gösterdiği bir mağaraya sığınırlar. Bu mağara Efsus’tadır. Bugünkü adı Tarsus’tur o şehrin.

Mağarada dua ederek Allah’tan yardım dilerler. Kehf Suresi’nde Allah onların dualarını şu şekilde ifadeye koyar: “Yoksa sen mağara arkadaşlarını ve yazma nüshalarını ayetlerimizden şaşılacak bir olay  mı sandın?  Hani, o gençler mağaraya sığındıkları zaman, “Ey Rabbimiz!” demişlerdi, “Bize katından bir rahmet bahşet; ve içinde bulunduğumuz (harici) şartlar ne olursa olsun bizi doğruluk bilinciyle donat!”

Tahmin ettikleri gibi, İmparator, onların peşini bırakmaz. Arkalarından Efsûs’a gelir ve  onların sığındıkları mağarayı öğrenir. Adamlarıyla mağaraya kadar gider ve mağaranın ağzını duvarla kapattırır. Maksadı onları orada aç susuz bırakıp canlı canlı öldürmektir…   

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.