GERİDE BIRAKILAN ÇOCUKLAR

ABONE OL
18:51 - 01/10/2020 18:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Yüzbinlerce işçi altmış yıllarında Anadolu’yu terk ederek önce Almanya’ya, sonra diğer Avrupa ülkelerine çalışmaya gitti. Göç sözü seksen yıllarında ortaya çıktı. O zamana kadar misafir işçi sözü kullanırken işveren birkaç yıl çalışıp giderler, diye düşünüyordu. İşçiler ise konuk çalıştırılmaz, öyleyse itaatkâr davranma olarak anladı.

Türkiye’de işçi gönderme antlaşmasını imzalayanlara göre işsiz bir kısım insana iş bulunması, hele hele döviz sağlama ön plândaydı. Almanya’yı idare edenler için önemli olan İkinci Paylaşım Savaşı’nda kaybeden ülkenin etrafına duvarlar örülünce ve harpte kaybedilen işçilerin yerini doldurmak önemliydi. İnsan değil işçi gerekiyordu. Böylece çocuklarla ilgilenen olmadı. Devlet sorumluları çocuk parası konu olunca onları arada bir hatırlıyordu.
Türk işçilerin gelişinin ellinci yılı anılırken de konu olmadı. Öğrencilerimden bazı dram niteliğinde hikâyeler duyuyordum. Şimdi kendileri 35 – 50 yaşlarında, genç anne baba olan bu gençlerin ne olduğu, neler düşündüğünü merak ettiğimi bazı köşe yazılarımda soruyordum.
Bavul Nesli kitabı tanıtımı için Halkçı Devrimci Derneği’nden davetiye alınca soruma cevap bulacağımı düşündüm. Tanıtım toplantısında benden başka birinci nesilden kimse yoktu. Çocuklarını Türkiye’de bırakmak zorunda kalan anne babaların neler düşündüğü, duyguları yazılması gereken bir başka konu olmalı. Kitabın yazarı Gülçin Wilhelm de suçlu aramak değil, nesillerin birbirleriyle konuşmasını, şu anda anne baba olan o çocukların, kendi çocuklarına yanlış davranmamaları, bilinçaltı duyguları ortaya çıkarıp ruhsal dengeyi bulmaları amacı ile yazmış.
Konuşulan çok geç kalmış konunun açılmasını bütün katılımcılar çok doğru buldu. Daha önce gündeme getirilseydi Necla Kelek gibi iyi yazan, cesaretli konuşan sosyologlar kendi ailesinin yanlışlarına öfkesini kusarken bütün bir topluma mal edip, genelleme yapmazdı. Zira sayıları 700.000 civarında olduğu sanılan o zamanki çocukların çok değişik hikâyeleri var, genelleme hatalıdır. Onlardan birçoğu meslek sahibi oldu, yüksek tahsil yaptı ve işveren durumuna geldi. Anne babalarının yaptığı serbest işlerde tahsil ve iyi Almanca bilgilerini ilâve ederek işlerini genişlettiler.
Okulda iken iyi Almanca bilmeyen ailelerine çeviri yaptılar, devlet dairelerine birlikte gittiler. Kendilerinden küçük kardeşlerine baktılar, onları yuvaya, okula götürdüler, veli toplantılarında tercüme yaptılar. Kısaca bilinçli olmak ve sorumluluk almak zorunda kaldılar. Çoğunluk Türkiye’de okula başladığı için Türkçeyi iyi biliyorlardı. Bu nedenle Almancayı çabuk öğrendiler.
 
Nesiller arası konuşma bugün doktor, avukat, terapist, öğretmen ve öğretim üyesi olan kişilerin yüreklerinde, beyinlerinde yüklü taşları sıcak sevgi ile değiştirmeye vesile olmalıdır. Ki ileride emekli olunca veya bir başarısızlık anında psikolojik krize girmesinler, Terapist, sosyal psikolog Rıza Kavasoğlu, bir uzmanla hatta kitap tanıtımında olduğu gibi birbirimizle konuşma ruh hijyeni yerine geçer, diyor.
Birinci nesil ile ikinci nesil birbirleriyle konuşabilir mi, bilmiyorum. Birinci neslin anne babasının tahsil ve şu andaki sağlık durumuna bağlı.Bu kitapta hikâyesini anlatanlar tabuyu yıkarak bir başlangıç yapmışlardır, diğerlerine örnek olmuşlardır.
İçlerini dökmeleri kendi ruh sağlıkları için, çocuklarından beklediklerinin dengelenebilmesi için çok elzem. Bana hikâyelerinizi yazabilirsiniz, birinci nesil olarak dinlemeye hazırım. Öğrencilerimin hikâyelerini hep dinledim. Kitap tanıtım akşamı Orlanda yayınevi temsilcisi kitabın devamı olacağını söyledi, iyi bir haber, ikinci nesil birbirini daha iyi anlayacaktır.
Kitabın birinci bölümünde iş göçü tarihi, politik sosyal yönleriyle etraflı bir şekilde dile getirilmiş, önsözünü Cem Özdemir yazmış.
İkinci bölümünde verilen sekiz biyografide gözyaşı dökmeden, üzülmeden okumak imkânsız. Bu hikâyelerde anlaşıldığı gibi en çok çocuk parası, oturma hakkı ile ilgili çıkarılan kanunlara göre bavul gibi devamlı bir oraya bir buraya savrulan çocuklar zarar görmüş, dramı yaşamış. Her ne kadar bu çocuklara yönelik kitabın adı Bavul Nesli ”Generation Koffer” değer verilmeyen çocuklar anlamına geldiği için doğru konmuş bir ad olmadığını katılımcılardan bir genç hatırlattı. Şu anda kaldığım otelde okurken başlığı göstermemeye çalışıyorum. Kitap Almanca olduğu için Sarrazinlere önyargı yemi olabilir. Kitabın devamı aynı başlığı kullanmamalı. Bana Döner Cinayetleri, ”Döner Morde” sözünü hatırlatıyor. Döner değil insan öldürüldü argümanla bu söz edebiyat ve haberlerden kaldırıldı.
Bavul değil insanlar, birinci neslin geleceği Türkiye’de bırakılmadı, bırakılmak zorunda kaldı. Bırakanlar da zamanın politikacılarıdır. Nitekim altmış yıllarında ancak göç etmek isteyen işçileri kabul eden Amerika, Kanada ve Avustralya aynı hatayı yapmadı. Çünkü ülkeler yalnız aile olarak, yani çocuklarıyla birlikte işçi çağırıyordu.
Kitabın 146. sayfasında Gürkan bu konunun neden tabu olduğunu şu sözle anlatıyor:
”Onbir yaşında Almanya’ya getirildiğimde bir anda çok sevdiğim büyük anne büyük baba ve samimi arkadaşlarımı, kısaca her şeyimi kaybettim. Şamanlarda bir teze göre şok anında ruhun bir kısmı ait olduğu insanın vücut ve ruhundan uzaklaşıyor. Tamamen kaybolmuyor, yalnız uzaklaşıyorlar. Ben bunu hayatımda üç kere yaşadım.”
O ruhun, aklın parçalarını şok yaşayan insanın ruh ve vücuduna geri çağırmayı geçte olsa bu kitap üstlenmiş.
İyi okumalar, iyi tartışmalar diliyorum.
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen 
 
Mutlaka okunması ve konuşulup tartışılması gereken bu kitap, Türkçeye de çevrilmeli:
Gülçin Wilhelm, Generation Koffer, Die zurückgelassenen Kinder
Orlanda Verlag, ISBN 978-3-936937-83-1

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.