GEL DE ANLAT

ABONE OL
11:48 - 23/10/2020 11:48
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

GEL DE ANLAT

Hani nasıl oluyor da inanıyorlar, nasıl olur da alkış kıyamet, hatta ölümüne peşlerinden koşturabiliyorlar, insan nasıl olur da birisinin kılı olacak kadar aşağılaşır, düzeysizleşir diye hayret ediyoruz, hani anlatıyoruz, anlatıyoruz, yine de anlatılanlara değil de, hâlâ onlara inanıyor Müslümanlık böyle, İslam bu sanıyorlar da hayret ediyoruz ya!..

Artık hayret de etmeyeceğim, şaşırmayacağım da…
Eğitimsizler çünkü, bilgisizler, kültürel, çağdaş ve insani bilgiden yoksunlar!..
Hele de dinlerinden…

Bir kez olsun, mensubu oldukları dinin Kitabını açıp okusalar, görecekler gerçekleri, ne denli yanıldıklarını ve ne denli yanlış yolda olduklarını…

Görecekler ki sadece kendi Kitapları da değil, tüm dinlerin kitaplarının güzel ahlakı temine çalıştığını, öncelinin insan ve insana saygı, sevgi olduğunu!..
Düşmanlık önermediğini, uzlaşmacı, kucaklaştırıcı olmaya gayretin esas olduğunu!..
Görecekler nasıl da pek çok şeyden bihaber olduklarını, ah bir kez okusalar, bir kez ondan bundan duydukları yalan yanlış bilgilere, hurafelere, bidatlere itibar etmeseler!..

İslamın temizliği emrettiğini, temizliğin ne olduğunu ama sadece bedensel temizlik de olmadığını… Kalbin de, beynin de, aklın da, düşüncenin de, ahlakın da, insan ilişkilerinin de temiz olması gerektiğini!..

İslamın şekilden ibaret olmadığını, şeklin çok ötesinde, çok daha başka gerekleri olduğunu da görecekler. Peygamberlerinin kıyafetinin, sakalının İslamiyet gereği olmayıp yöresel olduğunu ve başka nedenleri olup İslamla alakalı olmadığını. Aslolanın onun yaşam biçimi, ahlakı, İslami uygulayışları olduğunu… Sonra da “Kötü söz söyleyene, cennet haramdır – Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır – Yarın öleceğinizi bilseniz de, fidan dikin – Emekçinin hakkını, teri soğumadan verin – Kul hakkı, hele de yetim hakkı yemeyin, yetim hakkı yiyenin yeri cehennemdir, yetimin saçını okşamak bile, sadakadır – İnsanın kişiliği dili altındadır – Yardımlaşınız, yardımda, hayırda, iyilikte birbirinizle yarışınız” dediğini ve daha nice güzel önerileri, uyarıları olduğunu hatırlayacaklar!..
…….
Hastanenin lavabosunda ellerimi yıkıyorum, yanımdaki lavaboda da bir hanım abdest alıyor… Çantasını yere koymuş, diğer azaları neyse de, ayaklarını yıkadıktan sonra, yere basınca da, dayanamadım: Kusura bakmayın ama söylemeden edemeyeceğim, abdestin amacı temizlik ama siz burada abdest alarak daha fazla kirleniyorsunuz dedim. “Olur mu, yıkadım ya, su da temiz” dedi. “Su temiz, yıkayarak siz de temizleniyorsunuz lakin tuvaletten çıkılıp basılan pis yerlere, çantanızı koydunuz, o çantayı kucağınıza, evinizde de bir yerlere koyacaksınız, aynı yere, çıplak ayakla bastınız, ayaklarınız daha da pis oldu, envai çeşit mikrop bulaştı ve o mikropları evinize taşıyacaksınız, hem nerede kılacaksınız namazınızı” dedim. “Bahçede, çimlerin üzerinde” dedi. “Ne biliyorsunuz oraya bir kedi ya da köpeğin işemediğini, hem de günde kaç kişi basıyor oraya” dedim, “Olsun” dedi yine, “Ben kılayım da…” “İyi de adet yerini bulsun kabilinden uygunsuz abdest ve namaz makbul olmaz, eve gidince kaza yaparsınız” dedim. “Vaktinde kılmak sevap” dedi. “Haklısınız da, bu dediğiniz normal şartlarda; böylesi bir durumda, bu şekilde kılmaktansa, kaza kılmanızı ister Allah da” dedim, “Olsun” dedi yine!..
…….
Sıramı bekliyorum; bu defa yanımda oturan hanım, “Epey var daha bana, gidip namazımı kılayım” dedi, yanındaki eşyalarını da bana emanet etti. “Lavabo uzak, burada lavabo yok, git gel sıranızı kaybedebilirsiniz” dedim, “Abdest almama gerek yok, sabah namazına almıştım” dedi. Çok şaşırdım… Saat 14.00, sabah namazı 03.48’de. “Nasıl dayanıyorsunuz bu kadar, bozulmuştur abdestiniz” dedim, “Oo ben sabah abdestiyle yatsıyı da kılarım, abdest almak zor oluyor sürekli” dedi. “Siz su da mı içmezsiniz gün boyu, nasıl dayanıyorsunuz, ayrıca öyle sıkışık sıkışık namaz kılmak da pek doğru değil” dedim. “Alıştım” dedi ve o da, her gün yüzlerce kişinin bastığı çimlerin üzerinde namaz kılmaya gitti!..
…….
Sonrasında yanıma oturan hanım, yanındaki torunundan dertlenmeye başladı: Annesi çalışıyor, ben de bugün hastaneye gelince, çocuğun her kursu kaldı dedi. Bale, yüzme, satranç kurslarına ve tiyatro çalışmalarına katılıyormuş…
Konu konuyu açtı, hastanede olunca da, aksaklıklardan, mağduriyetlerden derken de gayrıihtiyari iktidardan açıldı… Her sohbet, ister istemez o noktaya geliyor zaten… Baktım hanımefendi iktidara toz kondurmuyor, methiye üstüne methiye…
Toz kondurmuyor ama ödenmeyen ve bulamadığı ilaçlardan sorumlu olan iktidar değilmiş gibi, söylenmeye başladı bu defa da, ardından da, çok zor randevu aldığından, tetkikler için aylar sonraya randevu verildiğinden ama sağlık sisteminin sayelerinde çok iyi olduğundan da dem vurmadan edemiyordu. Konu dolara gelince de, “Olsun varsın, beni ilgilendirmiyor, istediği kadar artsın, nasılsa benim dolarım yok” dedi…

Torun sıkılmaya, sızlanmaya başladı, saatin kaç olduğunu, son kursuna yetişip yetişemeyeceğini sordu; dolayısıyla konu yine toruna geldi…

“Gün gelecek torununuz sayelerinde ne bale, ne yüzme, ne de tiyatro çalışmalarına katılabilecek, şimdiden satrancın haram olduğu söylenmeye başlandı bile. İmam Hatipte okutmak durumunda kalacaksınız belki de, ister misiniz öylesi bir eğitim görmesini” dedim. Ters ters baktı, “Sen Müslüman değil misin, İmam Hatibe karşı mısın” dedi. “Müslanım, İmam Hatibe de karşı değilim, İmam olmak isteyen, dini bir alanda çalışmak isteyen gitsin tabii ki ama bu ülkenin tek ihtiyacı din adamı mı, diğer mesleklere ihtiyaç yok mu” dedim, “İstiyorsa, onlardan da olsun, fena mı dinini öğrenecek öncelikle” dedi. Bu defa da, “Siz dininizi bilmiyor musunuz, anne babası bilmiyor mu, evde öğretemez misiniz, Kuran tefsiri meali alıp okutun” dedim. “Ben Kuran okumayı bilmem, anne babası da bilmez. Namaz kılın diyorum kılmıyorlar, oruç da tutmazlar, öğretemedim” dedi. İçimden kendin bir şey bilmiyorsun ki onlara öğretesin” dedim. Ardından da, “Kuranın Arapçasını kastetmiyorum, Türkçesini okusun, ne dediğini anlasın, dinini kaynağından öğrensin” dedim.” “Türkçesi olmaz, kabul olmaz Türkçe okumak” dedi. Nesi kabul olacak, kabul olan okumak değil, okuduğunu anlamak ve uygulamak, Arapça oku oku geç, ne sevabı olur anlamadan okumanın” dedim, “Ölmüşlerine okusun, arkamdan okuyup bana göndersin yeter, haftaya Kuran kursuna da yazdıracağım” dedi. “Kuranın ölülere okunsun diye mi gönderildiğini düşünüyorsunuz, ölmüş kişi sizi duyar mı? Önemli olan diriler, hayattayken okuyup anlayacak ve uygulayacağız ki sevap olsun, anlamadan okumanın ne faydası olacak” dedim. “Ben dinimi, hocalardan öğreniyorum, anlatıyorlar televizyonda” dedi. “Öğrendiğinize emin misiniz, hiç kuşkulanmıyor musunuz, acaba anlattıkları doğru mu ya da ne kadarı doğru, bir de ben okuyup araştırayım bakalım aslı neymiş demiyor musunuz” dedim, “ Gerek yok, zamanım da yok zaten, anlamam da ben o kadarını” dedi. “Belli” dedim içimden, “Hem de çok belli anlamadığın…”

İlginç, şaşırtıcı…

Gel de bu kadınlara anlat doğruları, gel de kır fikri sabitlerini!..
Gel de, birisinin kılı olmanın çok onur kırıcı, aşağılayıcı bir şey olduğunu anlat!..
Gel de çevir yanlış olan yollarından, gel de düşünmeye sevk et, gel de, ülke de, çocuğun de, torunun de!..
Ne dersen de, nafile…
Zor, çok zor!!!

Perihan Reyhan Alkan

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.