FELSEFE VE PSİKOTERAPİ

ABONE OL
19:03 - 01/10/2020 19:03
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 erlin Felsefe Akşamları dizisi ilgi çekmeye devam ediyor. Hava oldukça yağmurlu ve park yeri bulmak zor olduğu halde Tiyatrom’da son gelenlerin yer bulması pek kolay olmadı.

Alman Türk Akademisyenler Forumu (DETAF) 13. toplantıyı düzenlemişti. Bu felsefe etkinliğini destekliyen kuruluş ve işverenleri katılımcılar ve ilgi duyduğu halde gelemiyenler desteklemelidir.
Dr. Ufuk Yaltıraklı seçtiği bu konu ile beni bir kere daha şaşırttı.
Kitaplarda felsefe ve kimya, felsefe ve fizik diyerek bilimlerin birbirleriyle ilişkisini gösteren liste uzadıkça uzuyor. Oldukça araştırarak hazırlanmıştı. Zira bu başlıkla başka bir kaynak bulamadım.
Sokrates’ten başlıyarak yaşamımızı sorgulamamız gerektiğini söyleyen filozofların alıntılarıyla örnekler verdi.
Sevdiğimiz kişi değil, o sevginin bize verdiği duygudur. Sevgi bittiği anda şahıstaki kusurları görmemiz bundan olabilir.
Yeni yılın bu ilk günlerinde ömür, yaşam üzerine düşünmeliyiz. Önce kendine önem vererek iyi davranmak, kendine iyi bak, sözlerini anlamak. Şiddetin en korkunç olanı insanın önce kendine, sonra çevresine uyguladığı kötülük gelir.
Ufuk Bey felsefeyi bize yaklaştırmakla çok faydalı bir iş yaptı. Zaman zaman Urania’da Pazar günleri felsefe kafeye gider, almanlara imrenir, biz de anadilimizde sohbet etsek, diye düşünürdüm.
Artık felsefe filozofların, bilim insanlarının alıntılar yaptığı bilimsel bir ders olmaktan çıkarılmalıydı. Zaman olgunlaşmıştı, halkın anlaması gerekiyordu. Zira dünyayı değiştiren yalnız teknik değildi.
Politikayı anlamak, sağ sol, etik, inanç ve bütün bunların birbirleriyle ilgisini anlamak için gerilere antik çağlara dönerek, açıklamıya çalışmak gerekir.
Yalnız Türkiye’de değil, Dünya’nın her yerinde Platon’un (MÖ 427-347) derlediği Sokrates’in (MÖ 470-399) sözlerinden oluşan Devlet kitabı yeniden okunuyor. İşte Sigmund Freud (1856-1939) bütün geçmiş filozofların düşüncelerinden karıştırıp güzel bir pasta yaptı. Böylece 19. yüzyılın ikinci yarısında psikoloji (ruhbilimi) felsefeden ayrı bir bilim dalı oldu. Freud, Nietzsche’nin (1844-1900) duygu ve düşüncelerin kralı sen kendin olacaksın, iyi ile kötüyü, mutlu veya mutsuzluğu sana ne devlet ne de din öğretebilir, kandini tanı, tezini esas alır.
Freud ile ruh hastalıklarına geçildi. Ama bu akşam bütün ruh hastalıklarının hepsini ele almaktan ziyade, tek bir hastalık üzerinde duruldu. Depresyon iştahsızlık, uykusuzluk, aşırı yorgunluk, hep yalnız kalma arzusu gibi şikâyetlerle başlıyor. Bu belirtiler zaman zaman herkeste görüldüğünden hastalık olarak kabul görmesi hayli zaman aldı.
 
Türklerde ailedeki yakın ilişkiler hastalığın uzun sürmesine sebep oluyor. Birileri ailede hastayı elinden tuttuğundan dolayı doktora çok geç gidiyorlar. Tedavi de bu nedenle uzun süre alıyor.
Dr. Hans-Jörg Assion göçmenlerde bilhassa türklerde depresyonun bedende ağrılar yarattığından dolayı teşhisin zorlaştığını, söylüyor. Yani baş ağrısı veya mide ağrıları gibi psikosomatik hastalıklara sebep oluyor. Beynimizde oluşan bizi sevince veya üzüntüye yön veren Dopamin, Noradrenalin ve Serotonin gibi hormonlarda bir bozukluk olursa depresyona sebep olabiliyor. Bu durumda biyolojik hastalığı iyileştirecek olan ruh doktorlarıdır, tadavi ilâçla yapılır.
Hastalığı sosyal ve kültürel etken stresle ortaya çıkmışsa Felsefe Danışmanı Ufuk Bey’e ihtiyacımız var. Burada felsefe işe giriyor.
Sosyalterapist, psikodramyönetmeni Rıza Kavasoğlu’na hastaları emanet ediyor. Bu akşam sohbetinde sözü ona devretti.
Psikoterapi ruh hastalıklarını bilimsel yolla tedavi etmektir. Hasta kendi istemedikçe yardım edilemez.
Hepsi artık kullanılmasada tam sekizyüz çeşit terapi vardır. Bu demek oluyor ki, bu köşe yazısı ilgilenen okurlarıma ancak ipucu verebilir. İlgilenmeyenleri de aslında ilgilenmeye zorlamalıyız. Bazan çok geç olabilir. Boğaz köprüsünden atlıyarak intihar eden bir gencin babası oğlunu şu sözlerle uğurluyor: “Oğluma yaşamayı öğretemedim.”
Hiç akıldan çıkmıyacak bir söz. Çoğu insanlar yaşamayı öğrenmediğini emekli olunca ve ancak düşünmeye vakit bulunca öğreniyor. Eğer o vakti bulmadan öldüyse, geride kalanlara bir ders bırakamıyorlar.
Türkiye’de emekli insanların intiharları herkesi ciddî olarak düşünmeye davet etmelidir.
Mehmet Barlas şöyle bir hikâye anlatmıştı. Bir genç, bir arkadaşına annesinin hep geçmişten anlattığını, ona bıkkınlık getirdiğinden şikâyet ediyor. Arkadaşı annesini dinlemesini tavsiye ederek, şöyle diyor: “Anılar, yaşlıların yürürken dayandıkları bastondur.”
Psikodrama J.Levy Moreno tarafından geliştirilen iyileştirme yöntemi, tiyatroyu psikolojik tedavide kullanmaktır.
Rıza Bey’in Tiyatrom’un genç oyuncuları ile gösterdiği sahne oyunları grup terapilerine açıklık getirdi. Tedavi ettiği hastalarından gerçek seanslardan örnekler verdi. Gerçek şahısların adları ve söylediklerinin grupta gizli kalma şartı var.
Grup terapisinde herkes sırayla kafasını, yüreğini sıkıştıran sorunu adlandırıyor. Eğer kimin başlaması gerektiğinde karar veremezlerse geçirdikleri üzüntülü yaşantıların, travmaların önemine göre grup seçiyor. Seçilen derdini anlattıktan sonra kendinden sonra kimin sorununu önemli bulursa ona sözü veriyor.
Söz alan grupta değer verilen bir kral muamelesi görüyor. Rıza Bey’in seanslarında bazan aynı gün öbürlerine hiç sıra gelmeyebiliyor. Ama biz izleyiciler anlıyalım, diye ayuncuların hepsi sırayla dertlerini anlattılar.
(c) İlter Gözkaya – Holzhey 
Annesi alkol bağımlısı olan bir gencin hiç eve gelmiyen bir babası var. Kendisi ile ilgilenen kimse olmayınca yeninazi grubuna giren bir alman genç vardı. O gruptan ayrılmaya karar veren gencin:
“Hiç türk görmedim, ama türklerden nefret ediyordum,” sözü ve şimdi türklerin bulunduğu bir terapi-grubunda olması her şeyi anlatıyor.
Diğer hastaların hepsi kültürel ve sosyal nedenlerden depresyon
olmuşlardı. Türkiye’de vefat eden aile bireylerinden vedalaşmamışlardı. Affedilmediklerini düşünüyorlardı.
Almanya’ya gelirken izin alamamışlardı veya anababasının rızası olmadığı kişiyle evlenmişlerdi. Hastanın ayrıldığı kişi ve sözlerini çok büyüttüğü görülüyor. Ölmüş kişiyi canlandıran sandalyeye çıkıyor ve çocuğunu affediyor. Rolü biten sırtı sıvazlanarak o oynadığı rolden tekrar kendisine dönüşüyor. Yani bilinçaltında onu hasta eden dramı gerçekmiş gibi yaşıyarak ruhsal denge kuruyor. Çektiği acıya karşı dayanıklı olmayı öğreniyor ve ızdırabını taşıyabiliyor. Böylece ruhsağlığına kavuşmuş oluyor.
Grup terapisi oldukça demokratik yapılıyor. Terapist sadece yönlendiriyor. Hastalar birbirlerini dinleyerek, içlerini dökerek tedâvi oluyorlar. Anadolu’da bu görevi herhalde komşular ve akrabalar birbirlerini dinledikleri için farkında olmadan yaparlarmış.
Oyuncuların gösterdiği hastalık, depresyon sebepleri türk toplumunda genellikle çocuk ve baba ilişkilerinden kaynaklanıyordu. Tiyatrom’un müdürü Yekta Arman bu akşam konumuza çok uyan, Can Yücel’in (1926-1999) babasına yazdığı bir şiiri okuyarak Felsefe ve Psikoterapi akşamını noktaladı.
HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk.
Çarpık bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek.
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
o çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
geldi mi de gidici hep, hep acele işi!
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a,
bir helalleşmek ister elbet, değil mi oğluyla,
ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin,
koştururken ardından o uçmaktaki devin,
daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
açıldı nefesim, fikrim, can evim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Sağlıklı kalın!
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen
 
 
Kaynak:
Zeitschrift: Faszination Seele, II/2007
www.psychiatrie-aktuell.de
Bu dergi ücretsiz, isteme adresi:
Broşür:
http://psychiatrie.de/data/pdf/9e/00/00/leitfaden_tuerkisch.pdf
Kitap tavsiyesi:
Dr. Hans-Jörg Assion, Migration und seelische Gesundheit, Springer-Verlag, Berlin/Heidelberg, 2004
 
 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.