EVLİLİK, BOŞANMA ve BEL’AMLAR (II)

ABONE OL
18:15 - 01/10/2020 18:15
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

EVLİLİK, BOŞANMA ve BEL’AMLAR (II)

Üçüncü örnek yine Berlin’den
Berlin’de doğmuş büyümüş bir çift. Evlilikleri 4 ay sürmüş. Aileler işin içine girmiş. Ayrılmışlar. Kayınvalide ve kayın baba aynı apartmanda oturuyorlar. Kız tarafı nikâh sırasında mahalle hocasının (DİTİB) tespit ettiği hediyelerini ve Mehirlerini istiyor. Dini nikâhlarını kıyan din görevlisi tespit edilen mihri kayıt altına almamış. Kız tarafı din görevlisinden o günkü konuşulanları kâğıda dökmesini istiyor, hoca yaklaşmıyor. “Peki, mahkemede tanıklık yapar mısın?” diyor, hoca ona da yaklaşmıyor. Kız tarafı Din Hizmetleri Ataşesi ’ne başvuruyor, o da “yapacağımız bir şey yok, hocayı da anlamak lazım, böyle bir durumda o mahallede daha sonra sıkıntı çeker” diyor. 
Tabiatıyla, erkek tarafı da kızın Mehirlerini ve hediyelerini vermek istemiyor. Sonunda, hem kız tarafı hem de erkek tarafı birbirlerine meydan okuyorlar. Her iki taraf da cami cemaati. Beş vakit namaz kılıyorlar. Ortada huzur ve mutluluğun tesisi için hizmet veren bir de hoca var. Müslüman kimlikli insanlar.
Çözüm


Birinci örnekte, evlilik gerçekleşmemiş. Çünkü resmi olmayan imam nikâhı hem İslâm Dini’ne hem de mevcut hukuka göre geçersiz bir nikâhtır. İslâm’a göre herhangi bir devlet kurumunun yapılan nikâhı/ evliliği kayıt altına alması gerekir. Kayıt altına alınmayan bir evlilik dinen ve hukuken geçersizdir. Bundan dolayı, erkeğin “Ben seni boşamıyorum.” demesinin dinen geçerliliği yoktur. Dolayısıyla kızın başka bir erkekle evlenmesine mani bir sebep yoktur” dedim. 
Konuyla ilgili ayetleri hep birlikte tekrar tekrar gözden geçirdik. Adam, hanımı ve kızı sevincinden ne yapacaklarını şaşırdılar. Kız sevincinden ağlıyordu. Elleri ayaklarına dolaştı. Uzun uzun, teşekkür ettiler bana. O aileyle, uzun süre irtibatımız devam etti. 
Genel Merkez’e haber benden önce ulaşmış. Sefer Ahmetoğlu deliye dönmüş gibiydi. İcra heyeti toplantısını sabırsızlıkla beklediği her halinden belliydi. İcra heyeti toplantısı gündeminin ilk maddesi benim Hof’ta verdiğim fetva. O gün başka konu konuşulmadı. Karar: “Her hafta Perşembe günleri Rüştü hoca ve Fetva heyeti bu ve benzeri konuları başkanlık divanının huzurunda tartışacaklar.” Altı ay sürdü bu tartışmalar. Bir gün Sefer Ahmetoğlu, Genel Başkan Osman Yumakoğulları’na  “Genel merkezden(IGMG) ya Rüştü Hoca gidecek ya da ben, yoksa ben bundan sonra toplantılara katılmıyorum” dedi. Fetva heyetinin diğer üyeleri de destekledi onu. Daha sonra Ahmet Seferoğlu Dortmund Anadolu Camii’ne imam olarak tayin edildi. Ben Genel Merkez’de kaldım. Ali Yüksel Genel Başkan olunca Sefer Ahmetoğlu yeniden genel merkeze geldi. Ancak, bu sefer ben gittim. Görevlendirilmek üzere Berlin Bölgesi’nin emrine verildim. Sene 1996. Hâlâ görevlendirilmeyi bekliyorum.
İkinci örnekte evlilik gerçekleşmiş. Resmi daire,  onların evliliğini kayıt altına almış. Ancak erkek bir anlık öfkeyle karısını “boş ol, boş ol, boş ol” diyerek geleneksel din anlayışına göre boşamış. Evlenirken iki şahit bulmak şart iken, boşanırken şahide bile ihtiyaç duyulmamış. Sonradan pişman olmuş erkek ama, bu sefer hocalar araya girmiş. “Hanımınla tekrar bir araya gelmek istiyorsan, hanımının önce başka bir erkekle evlenmesi gerekir, o kocası da boşarsa o zaman onunla evlenebilirsin. Yoksa evlenemezsin.” demişler. 
Erkeğin hanımını boşama yetkisi olmaz. Boşanmak için mahkemeye başvurma hakkı vardır. Aynı hakka kadın da sahiptir. Bu durumda boşanma gerçekleşmez. Çünkü, boşamayı kanun adamı yapar. Önce tarafların şahitlerini dinler, sonra kararını verir,  boşar veya boşamaz. Dinin emri böyledir. Erkek “Boş ol, boş ol, boş ol”(**) demekle hanımını zinhar boşayamaz. Allah erkeğe böyle bir yetki vermemiştir. Allah zalim değildir, zalimleri de asla sevmez. En ilkel toplumlarda bile böylesine lakayt bir boşama olmamıştır. Son dinin mükemmel bir din olduğunu söyler Allah. Mükemmel bir dinin boşanma ile ilgili hükmü erkeğin insafına bırakılmamıştır. Taraf olan kişi hâkim olamaz. Erkeğin hangi olağan üstü özelliğinden dolayı böyle bir yetki verilsin ki kendisine? Cevabı olmayan bir sorudur bu. Uzun uzadıya açıkladım.
Bakara suresinin 227-241 ayetlerini, Talak suresinin 1-8 ayetlerini ve nisa suresinin 35’inci ayetlerini birlikte defalarca okuduk, aradan bir hafta geçti. Şerafettin Kur’an’ın ne dediğini anladı.  
Yukardaki iki örnekte, taraflar benim açıklamalarımdan mutmain oldular. Birisi evlendi, öbürü de hanımına ve çocuklarına kavuştu. 
Olan Recai’ye oldu. O zaman duvar daha yıkılmamıştı, Berlin’de ev bulmak sıkıntılıydı. Şerafettin ev bulamayınca, Recai’yi evden attı. Ama Recai alınmadı bu duruma, arkadaşının içinde bulunduğu durum onu kahrediyordu zaten. Vesile olduğu için mutluydu.
Üçüncü örnekte ise, işin içine aileler girmiş, yeni kurulan ailenin fertleri kendi kararlarını kendileri veremiyorlar. Söz sahibi değiller. Aileler taraf olmuşlar. Çocukların geleceği ile ilgili kararları aileler veriyor olmuş. 
Erkek tarafı mehiri (Nisa 4) mutlaka verilmesi gereken bir hak değil de, usulen belirlenen bir bedel olarak görüyor. Laf olsun torba dolsun hesabı. Kur’an’ın şahitliğini ister gibi görünseler de, uygulamaya gelince Kur’an hemen rafa kaldırılıyor. Tarafların insafına kalmış bir mesele. 
Nikâhı kıyan din görevlisi de zaten belirli bir süreliğine gelmiş, biraz Euro kazanıp geriye gidecek, mahallede rahatının bozulmasını istemediği için, adaletin gerçekleşmesine yardımcı olmuyor. Hakikati gizlemeyi kendi çıkarına daha uygun buluyor.
Ben ve erkek tarafını tanıyan bir arkadaşım, kız tarafının elçisi olarak erkek tarafına gittik. Nikâh kıyan hoca ve damadın bir arkadaşı da vardı konuşmada. Damadın babasıyla camide konuştuk. Oğul yoktu orada, baba olmasını da istemedi zaten. Ancak olumlu bir sonuç alamadık. Damadın babası neredeyse bizi kovacaktı camiden.
Bu aileye tavsiyem, bilhassa kız tarafı mahkemeye gidip haklarını aramalıdır. Bilhassa mihir konusunda dini işin içine sokmamak gerekiyor. Madde bir yerde işin içine giriyorsa, orada din mutlaka istismar ediliyor. Bu istismarı, Müslüman da yapıyor, Müslümanların önüne geçip de onlara namaz kıldıranlar, din adına onlara nasihatte bulunan din görevlileri de yapıyor. Müslümanlar Yaratan’a değil de para atana hizmet ettikleri sürece bu durum böyle devam edecektir. Kur’an böyle din adamlarına “Kitap yüklü merkep” (Cuma 5) diyor, “Allah’ın ayetlerini az bir menfaat karşılığında satanlar…”(Maide 44) diyor. Bir anlamda “Bel’am” lardır bunlar.
Tehditler
Bu uygulamalarımdan dolayı hocalar bana tehditler savurmaya başladılar. Şerafettin’in ve ailesinin birleşmeleri, Berlin’de hemen duyulmuş. Yakup Taşçı Mevlana Camii kürsüsünden benim bu insanlara zina yaptırdığımı anlatmış. Ne mezhepsizliğim kalmış ne de reformistliğim. Cemaatten bazıları geldiler sordular, “Doğru mudur hocam bu yaptığın?” Dediler. Onlara da anlattım, ikna oldular. Ancak fitneciler boş durmadı. Şerafettin’in amcası Mehmet Lekesiz Mevlana Camii’nde bana saldırdı. Küfürler savurdu caminin içinde, araya girdiler, ayırdılar. 
Daha sonra, İslâm Federasyonu başkanı Nail Dural tarafından hesaba çekildim. “Sen kim oluyorsun, müçtehit misin? Müçtehit olmanın şartları vardır. Kur’an’ı bizler anlayamayız. O mücmel (anlaşılmaz) bir kitaptır. Büyük büyük âlimler bilememiş bu işin böyle olduğunu da, sen biliyorsun öyle mi? Derhal verdiğin fetvadan vazgeçeceksin ve bu kararını da açıklayacaksın…” Tehditler sürdü gitti. Beni dinlemedi bile. 
Bu olaydan sonra aynı durumda olan Azeri bir kişi daha bana gelmişti. Meğer onlara da aynı fetvayı vermiş Nail Dural. Tabii karizması sıfırlanmış. Koskoca İslâm Federasyonu başkanının fetvasının üzerine fetva vermişim. Olacak şey mi?
Berlin İslâm toplumu Milli Görüş Teşkilatlarında (IGMG) deprem etkisi yaptı bu olaylar. Müçtehit olmadığımdan dem vurdular, mezhepsiz dediler, reformist dediler, Atatürkçü hoca dediler, daha neler demediler ki;…
Kur’an’da “Bel’am” karakteri zikredilir. Önemli bir karakterdir. Bunlar işte o karakterlerdir. Sayısı çoktur bunların. Müslümanların çektiği sıkıntılar bu karakterlerin yüzündendir. 
Rivayetlere göre Bel’am b. Baura isimli kişi Hz. Musa zamanında yaşamış, Hz. Musa’ya iman etmiş ama daha sonraları tercihini Firavun‘un iktidarından yana koymuş, Hz. Musa’ya cephe almış ve Firavun ’un sisteminin ayakta kalması için Fravun’a dinsel anlamda dayanak olmuş. (Araf 175-176) 
Devam edecek
Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.